Utku Reyhan: 'Sözleşme gitti her şey bitti' yalanının zararları

Yalana dayananlar istedikleri kadar mor giyinsinler, gerçekte kadınların düşmanlarıdır

Bir avukat şöyle yazıyor sosyal medyada: “Cezaevinden arandım. Tanımadığım bir hükümlü şahıs dedi ki; ‘avukat hanım şu şu dosyalarım var. Bir de eşimi dövdüğüm için 5 ay ceza almıştım. İstanbul Sözleşmesi kalktığına göre bu 5 ayı iptal ettirebilir miyiz?’ İnsanlarda yarattığınız algı bu, kadına şiddet serbest algısı, bravo.”

 

 

'HER ŞEY BİTTİ' KAMPANYASI


Avukat, Cumhurbaşkanına kızıyor. Ona göre Cumhurbaşkanı İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı aldığı için erkeklerde “dayak serbest” algısı oluşmuş. Bir algı oluştuğu kesin. Ve bu çok tehlikeli. İyi ama o algıyı kim yarattı? Sözleşmeden çekilen Cumhurbaşkanı mı yoksa bazı Batı tarafından fonlanmış feminist örgütler mi? Oraya geleceğiz.

 

Bir avukat dostumuz 6284 sayılı kanun kapsamında korunan müvekkillerinin tedirgin olduğunu, artık korunmasız kaldıklarını düşündükleri için yok yere tedirgin olduklarını aktardı. Süresiz nafakasının iptal olduğunu düşünen kadınlar bile varmış.

 

Baroların kadın hakları merkezlerine de telefonlar yağıyor. Boşanma aşamasında olan, tehdit edilen, şiddete uğrayan, tacize uğramış, ayrımcılıkla karşılaşmış, şikâyeti olan, davası süren çok sayıda kadın bu merkezleri ya da bazı kadın derneklerini arayarak ne olduğunu öğrenmeye çalışıyor. Nasıl aramasınlar ki? Bir başka avukat milletin gözünün içine baka baka İstanbul Sözleşmesi sayesinde 20 aylık bebeğin şiddet uygulayan babaya değil, anneye verilmesini sağladığını iddia ediyor. İstanbul Sözleşmesi olmasaydı vay halimize! 2014’te sözleşme yürürlüğe girmeden önce 20 aylık bebekler boşanma durumunda hep babaya veriliyordu zaten! 30 yıldır yapılan uygulamayı dünkü sözleşmeye mal ettiler. Vallahi helal olsun!

 

Son bir haftadır İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemizle birlikte tacizin, tecavüzün, dayağın, cinayetin serbest kaldığına dair bir propaganda dizginlerinden boşanmış biçimde her türlü araçla toplumun üzerine boca ediliyor. Bu propagandanın kafalarını allak bullak ettiği, çaresiz hisseden kadınlar sağı solu arayacak tabii.

 

Bu merkezler ya da dernekler telaş ve panik halinde kendilerini arayan kadınlara ne cevap veriyorlar merak ediyorum. Verebilecekleri tek cevabın “endişe edilecek bir durum yok, haklarınızda ve sizi koruyan kanun ve uygulamalarda en ufak bir değişiklik yok” biçiminde olması gerekir. Çünkü gerçek bu. Ama bunu yapacaklarına açık açık yalan söylemeyi ve “sözleşme gitti, her şey bitti” yaygarası koparmayı tercih ediyorlar.

 

 

DEĞİŞEN HİÇBİR ŞEY YOK


Meslek ahlakına sahip hukukçular açık açık ifade ediyorlar:

 

İstanbul Sözleşmesi ile bizim kadını koruyan mevzuatımız arasında bir bağ yok. 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun yerinde durduğu gibi Anayasa, Türk Ceza Kanunu ve Türk Medeni Kanunu gibi temel hukuki dayanaklarımız kale gibi sapasağlamlar. Yani Sözleşme ortadan kalkınca diğerleri buharlaşmıyor. Devasa bir hurafe bu.

 

Kadınların hukuku açısından İstanbul Sözleşmesinde olup, bizim kanunlarımızda olmayan neredeyse hiçbir uygulama yok. Yani sözleşme döneminde kadının yasal hakları neyse sözleşmeden çekildikten sonra da o. Çünkü kadını koruyan sözleşme değil, kanunlar. İstanbul Sözleşmesinde olup, kanunlarımızda olmayan tek bir konu var o da eşcinselliğin yasallaştırılması. Bütün kampanya bunu için, konu kesinlikle kadınlar değil. Çünkü kadınlar açısından olumsuz anlamda değişen bir durum yok. Sözde kadın eylemlerine gökkuşağı bayrakları damga vuruyor. Büyük kapitalist tekellerin logolarını, ambalajlarını gökkuşağı renklerine boyadıkları günümüzde eşcinsel propaganda, Türkiye’de ve benzer ülkelerde kendisini kadın hareketi içerisinde gizliyor. Eşcinsellik ve LGBTİ+ üzerinden kamuoyu desteği bulunamayacağı için “kadın hakları gitti, cinayet serbest kaldı” gibi toplumun duyarsız kalamayacağı kaba saba bir yalanı tercih ediyorlar.

 

 

KADINLARI KİMLER TEHLİKEYE ATIYOR


Siyasi rant ya da sosyal medya onayı/alkışı için yapılan bu sorumsuz çarpıtma en büyük zararı yine kadınlara veriyor. İki açıdan:

 

Sizin yaygaranız yüzünden haklarından olduğunu zanneden kadınlar daha da sinebilir. “Falanca köşe yazarı yazmış, sözleşmeden çıkılmış, yapacak bir şeyim kalmamış” diyerek uğradığı tehdit ya da kötü muamele karşısında yasal haklarını kullanmaktan imtina edebilir. Sonucunda büyük zararlar görebilir. Bu yönde ciddi sinyaller var.

 

Sizin yaygaranızı gerçek zanneden kötü niyetli erkekler zorbalığa başvurabilir. “İstanbul Sözleşmesi gitti, şiddet serbest” yalanınızdan cesaret alan bir erkek, bir kadına zarar verebilir. Bu yönde de ciddi sinyaller var.


 
Siyasi amaçları uğruna “sözleşme gitti, her şey bitti” yalanını yayanlar kadınları büyük tehlikeye sürüklüyorlar.

 

 

NEDEN YALAN SÖYLENİYOR


Kadın mücadelesi yalanlar üzerinden yürütülmek zorunda mı? Doğusundan batısına bu ülkenin milyonlarca kadın vatandaşının siyasi, ekonomik, tıbbi, sosyal, psikolojik bir yığın sorunu var. Binlerce yılın adaletsizliklerine dayanan bu sorunlara çözümler bulmak yerine neden yalan üretiyoruz?

 

Mesela neden “Türkiye’de günde 3 kadın katlediliyor” yalanını yayıyoruz. CHP ve HDP milletvekilleri bunu söyleyip duruyor. Günde 3 kadının “kadın olduğu için” öldürülmesi demek yılda 1100 kadının katledilmesi demek. Gerçek mi bu? Bütün feminist çevrelerin tartışmasız kabul ettiği Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun şişirilmiş verilerine göre bile 2019’da 474, 2020’de 171’i şüpheli 471 kadın cinayeti var.

 

İçişleri Bakanlığının resmi belgelere dayandırdığı verilerine göre ise 2019’da 336, 2020’de 266 kadın “kadın olduğu için” öldürüldü. Neden arada fark var? Çünkü bu platform, balkonda otururken serseri kurşunla ölen kadını, sınırın öbür tarafından atılan havan mermisi sonucu ölen kız çocuğunu, alacak verecek meselesi yüzünden öldürülen evli çiftin kadın olanını ve benzeri onca örneği dahi “kadın cinayeti” olarak “sayıya” katıyor.

 

Onlar için yaşamlar “sayı”. Arttıkça “fon” sağlayacak sayılar. Bu onların geçim kaynağı olduğu için “sayının” yükselmesi gerekiyor. Hâlbuki bu cinayetlerin, maktullerin cinsiyetleriyle hiçbir ilgisi yok. Dünyanın hiçbir yerinde bu türden cinayetlere “kadın cinayeti” denmez. Gerçek durum bu şekilde saptanmaz. Demek ki Türkiye’de cinsiyetinden dolayı erkek şiddetiyle günde 3 kadın katledilmiyor. Buna rağmen bir “kadın hakları savunucusu” şunu yazıyor:

 

“Biliyor musunuz? Günde en az 3 kadın öldürülüyor! 2021’nin ilk 80 gününde en az 67 kadın erkekler tarafından öldürüldü!”

 

Bir başkası “Sadece 78 günde 78 kadın öldürüldü. Günde en az 3 kişi. Türlü bahanelerle...” yazmış. Evet, aynen böyle yazmış. İnanılmaz değil mi?

 

 

BAZI KADIN DERNEKLERİNİN KADIN İSTİSMARI


Bunları neden yazıyoruz? Durumu tozpembe mi göstermeye çalışıyoruz? Hayır efendim, sadece gerçeği tespit etmeye çalışıyoruz. Sizin ortalığa saçtığınız tonla yalan arasında hakikati bulmaya çalışıyoruz. Daha çok kadın cinayeti söyleyen daha fazla kadın dostu olmuyor. Yani birisi çıkıp “ne biri ne üçü kardeşim, günde en az on kadın katlediliyor” dediği zaman alkışlanacak bir iş yapmış olmuyor. Ama bugünkü iklim böyle.

 

Hiçbir kadının öldürülmediği günlere kadar mücadele etmeliyiz. Hiçbir kadının cinsiyetinden dolayı ayrımcılığa uğramadığı zamana kadar durmamalıyız. Kadını ezen, kadını erkekten aşağı gören anlayışları bütün tarihsel dayanaklarıyla birlikte söküp atmalıyız. Ancak bu mücadele, her mücadelede olduğu gibi gerçeği bilerek, durumu doğru saptayarak yapılabilir.

 

Siz eğer gerçeğin 3-4 katı cinayet olduğunu, yalan olduğunu bile bile propaganda ederseniz, cinayeti normalleştirirsiniz. Şiddeti olağanlaştırırsınız. “Çarpıcı olsun” diye yaptığınız abartılar şiddet uygulayan açısından cesaret veren, şiddet uygulanan açısından ise cesaret kıran bir rol oynuyor. Marjinal olması ve öyle algılanması gereken kadın cinayetlerini “sıradan” göstermeye kimsenin hakkı yok. Gerçeği bilirseniz sorunu doğru tespit eder ve alınacak tedbirleri isabetli belirlersiniz.

 

Yalana dayananlar istedikleri kadar mor giyinsinler, gerçekte kadınların düşmanlarıdır. Bu da bir çeşit kadın istismarıdır.