Girişte beynime ve kalbime saplanıp kalan o cümle, her yeni yıla ve yeni yüzyıllara dair bir haberciydi. Çünkü çürüyeni hatırlatsa da aslında işaret ettiği gelişendi. Çürüyen yıllar değil, yıllara hükmeden sistemdi. Gelişen, çürüyenin bağrında filizleniyordu.
Çürümüş bir yılın sonunda…”
Son 10 yıldır, her aralık ayının sonuna doğru bu cümle zihnimin kapısını çalar ve o yıl çürüyüp gidene kadar düşün dünyamı meşgul eder. Öyle alışmış ki kendisini hatırlatmaya, aslında hiç gitmemiş, unutulmamış, derler ya mıh gibi, öylece saplanmış beynime… Artık ayakkabılarını çıkarmadan giriyor, özgüvenle aklımın odalarında baş köşede yerini alıyor, yıl çürüyene kadar bekliyor, 1 Ocak sabahının akşamına kadar sefasını sürüyor, sonra terk edip gidiyor. Ben de artık onu bekliyorum, her yıl kapıda karşılıyorum, kollarına sıkıca girip uzaklara dalıyorum…
Bu kalıcı misafir, sanıyorum 10 yılın sonunda birkaç cümleyi hak etti…
Nerede tanıştık? Aydınlık gazetemiz haftalık dergiydi. Genel Başkanımız Doğu Perinçek, şimdilerde tozu bile kalmayan Silivri Kal'asından, 2011 yılını selamlıyordu köşesinde:
“Çürümüş bir yılın sonunda, 2011 yılını Spartaküs’le selamlamıştık. Yeni yılın ilk gününden başlayarak, O Hafikli şoförü anıyoruz, Spartaküs, Hafikli Şoförün özlemiyle Spartaküs olmuştu. Bu büyük tarihi hakikati şu ana kadar kimse bilmiyordu.”
Böyle başlıyordu yazı. Aslında maharet yazıda anlatılan bu hakikatteydi. Girişte beynime ve kalbime saplanıp kalan o cümle, her yeni yıla ve yeni yüzyıllara dair bir haberciydi. Çünkü çürüyeni hatırlatsa da aslında işaret ettiği gelişendi. Çürüyen yıllar değil, yıllara hükmeden sistemdi. Gelişen, çürüyenin bağrında filizleniyordu.
ÇÜRÜYEN HER ZAMAN PARLAR MI?
Marx, “Çürüyen parlar” diyordu. Emperyalist-kapitalist sistem artık o parlaklığını da yitirdi, bütün makyajı döküldü ve yere serildi. Çürüyen, bugün bütün dünyanın gözü önünde mezardadır, üstüne atılacak toprağı beklemektedir.
Peki çürüyenin bize hatırlattığı hakikat neydi?
Çok sayıda yanıt verilebilir.
Kamuculuk, paylaşma, dayanışma, elseverlik, üreticilik, hümanizm, uzun uzun anlatılabilir.
YERE DÜŞMEYEN BAYRAK
Bu değerlerin bayrağı milyon yıldır hiç yere düşmedi.
Doğu Perinçek, o bayrağı bize sarsılmadan taşıyanların gönlünden anlatıyor hakikati.
Hafikli Şoför, Bostancı Vapurunun kaptanı… Bir de Bingöl depremindeki çocuk… Hani küçücük yüreğinden “Ağbi gelme duvarın altında kalırsın” diye haykıran diğerkamlık anıtı.
Doğu Perinçek’in sonsuza kalan satırları hatırlamak için güzel bir gün. Çürüyüp giden bir yılın sonunda, 'Kader Yılı'nı umutla ve şevkle karşılamak için eskimeyen bir yılbaşı hediyesi… O satırları hiç tozlanmamış raflardan, olanca sıcaklığıyla yazının sonuna indireceğiz.
ADANAN ŞİİRLER
2022 aynı zamanda Adanma yılı. Beynimizle, yüreğimizle adanacağız. Dişimizle tırnağımızla adanacağız. Gözümüzle, gönlümüzle adanacağız.
Şanslıyız, adanmış milyonlarca satır var başucumuzda.
Akraba şiirler, akraba şairler var. Hepsi aynı davanın...
GÖZÜNE UYKU GİREMEZ, ADAN!
Melih Cevdet, Telgrafhane şiirinde, “ağaçların dahi rahatını kaçırırken” yalnız bir uyanışa çağrı yapmıyor, hepimizin önünde bir adanma görev, koyuyor:
“Uyumayacaksın düzelmeden dünyanın hali,
Gözüne uyku giremez ki…
Uyuyamayacaksın
Bir sis çanı gibi gecenin içinde
ta gün ışıyıncaya kadar
vakur, metin, sade
çalacaksın”
RÜZGÂRIN YIRTIK YERİNDEN ADAN!
Metin Altıok, Rüzgârın Yırtık Yeri şiirinde aynı çağrıyı yapıyor: “Şair Ne duruyorsun?” Zorluğu hatırlatıyor, “beyaz baston kullanan dile” itiraz ediyor, zorluğu hatırlatıyor, gözler önüne seriyor:
“Bana delik deşik bir yürekle
Pası küflü, çürümeyi söyle.
Yangın yerlerinin katran gözyaşlarını,
Bana göçüğün kırılan kemiklerini,
Sancısını suyun, rüzgârın yırtık yerini,
Ve bunlardan payına düşeni söyle”
Dizelerin içinde adanmayı ateşleyen acılar var. Acıyı dindirmek için çağrı var, hareket var.
ÇABUK OL HEMEN ADAN!
Rıfat Ilgaz, “Aydın mısın” şiirinde daha sert, kilim gibi dokunan mutsuzluğa karşı nakış gibi işlenecek mutluluğu yaşatmak için yapıyor adanma çağrısını. Aynı zamanda acelesi var bu çağrının. İşe hemen başlanmalıdır doğan günde, doğan yılda…
“Kaldır başını kan uykulardan
Böyle yürek, böyle atardamar
Atmaz olsun.
Ses ol, ışık ol, yumruk ol,
Karayeller başına indirmeden çatını
Sel suları bastığın toprağı dönüm dönüm
Alıp götürmeden büyük denizlere
Çabuk ol!”
BİREYCİLİĞİ KURŞUNA DİZELİM!
Nâzım Hikmet, Yaşamaya Dair şiirinde adanmanın destanını yazıyor:
“insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.”
Bireycilikte yalnız kendine adanma vardır. Kendine adanmanın sonsuz karanlığı vardır. Birey, kendisi için vardır. Kendisine, kendisi için lazımdır. İnsan, insan için ve insanlık için vardır. Einstein, “Her günümü, her saatimi, her saniyemi başkalarına borçlu olduğumu bilerek yaşıyorum” diyordu.
Mutluluk da buradadır. Cemal Süreya, yaban ördeklerinin donmasın diye, nasıl suya nöbetleşe kanat vurduklarını çok güzel anlatır. İnsan bir kez kendinden vazgeçti mi, dünyanın en mutlu insanıdır.
Bireycilik, Nâzım’ın işte bu dizelerde kurşuna dizilmiştir, hakkı tanınmamıştır. Bir kez dahi birbiriyle selamlaşmayan milyarca insanı aynı hasret için birleştirmiştir.
NE GELİR ELİMİZDEN ADANMAKTAN BAŞKA?
Adanacak olan insandır. İnsan, diğer insanlar için adanacaktır. Bütün insanlığın sevdaya, arkadaşlığa adandığı bir dünya için kollar sıvanacaktır.
Edip Cansever, Tragedyalar’da “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka?” derken, yalnızlığa ve çaresizliğe değil, büyük bir olanağa, patlamaya hazır bir yanardağa, sonsuz bir enerjiye vurgu yapıyor. Bize büyük bir rüzgâr yolluyor. Evet, en büyük olanak insan olmak.
Adanmak için her şey hazır.
Adanmışların Partisi Vatan Partisi hazır.
Çürüyen bir yılı uğurlarken, sevinçle yenisi için ayağa kalkıyoruz,
Kaderimizi çizmek için,
Üretim Devriminin hasretini dindirmek için,
Yükselen Asya’nın ön mevzilerinde kanat çırpmak için,
Yeni, sonsuz, sınıfsız ve sınırsız ufuklara adanmak için,
Vatan Partisi’nin iktidarı için…