Utku Reyhan: Can Ataklı ve mürekkep cehalet

Platon iki tür cehâletten söz eder. Bunlardan ilki küçük yanılgılara neden olan ve esas olarak bilgi yoksunluğundan kaynaklanan “yalın cehâlet”. Diğeri ise insanın, bilgisizliğini bilmeyip, bilmediği konularda kendisini derin bilgi sahibi bir bilge olarak görmesi anlamında “çifte cehâlet.”

 

İbn Sina’da da bir takım farklılıklar olmakla birlikte benzer bir sınıflandırma görüyoruz. İbn Sina cehâleti, “Basit Cehâlet” ve “Mürekkep (birleşik) Cehalet” olarak sınıflandırır. Basit Cehâlette bir bilgi yokluğu söz konusudur. Bu durumdaki insan ilgili konuda doğru ya da yanlış bir görüş sahibi değildir. Bilmediğinin farkındadır. Mürekkep Cehâlette ise, bilgi yokluğunun üzerine, yanlış bilgi ve görüş de vardır. Yani hem bilgi yoktur hem de yanlış bilgi üzerine inşa edilmiş görüş vardır. İbn Sina’ya göre bu türden cehâlet bir tür hastalıktır. İbn Sina’nın, El-Kanun fi’t-Tıb (Tıbbın Kanunu) isimli eseri yüzlerce yıl tıp alanında temel başvuru kaynağı olmuştur. Kitâbü-ş Şifa (İyileşme kitabı) ise düşünce ve ruh düzleminde iyileşmeye ilişkindir. İbn Sina, mürekkep cehâletin hastalık olduğuna dair görüşlerini bu önemli felsefi eserinde dile getirmiştir. Mürekkep Cehâlet, kazanılmış bir cehâlettir. “Bu kazanılmış cehâlet, bilgiye karşıt ve aykırı bir biçimde insanın yanlış ve bâtıl düşünceleri edinmesiyle, bu tür düşüncelerin nefiste bir inanç olarak vücut bulmasıyla ortaya çıkar.” (1) Aristoteles, Farabi ve İbn Rüşd’de de bazı farklılıklar bulunmakla birlikte temelde benzer bir sınıflandırma söz konusudur. 

 

 

MİLLETİMİZ CÂHİL Mİ


Cehâlet konusunu açmamızın nedeni, Sözcü/Korkusuz yazarı Can Ataklı’nın geçtiğimiz hafta yayınlanan “Yüzde 63’ü cahil olan toplum, akıllı bir avuç genci taşlamaya kalkıyor” başlıklı yazısı. Konu Boğaziçi Üniversitesine rektör atanması sonrası yaşanan gelişmeler. (Bu yazıda bu konuya girmeyeceğiz ama Aydınlık Gazetesinin tavrını benimsiyoruz) Başlık zaten yazarın meramını anlatıyor. 

 

Can Ataklı, bir araştırmaya dayanarak toplumumuzun % 63’ünün “câhil” olduğunu iddia ediyor. Cehâletin ölçüsü olarak eğitim düzeyi belirlenmiş. Buna göre lise ve dengi okullar ile üniversite bitirmiş olanlar “câhil olmayanlar” bunun altında eğitim görmüş ya da hiç görmemiş olanlar ise “cahiller”.

 

Ataklı, % 63’ü de az bulmuş olacak ki, Şu anda 0-6 yaş arasında bulunan ve bu nedenle henüz okula başlamamış olan yaklaşık 8 milyon nüfusu da ekleyerek (gerçekte 9 milyon) “câhil” oranımızı % 67’ye çıkartıyor. Ataklı yazısında, 82 milyon nüfusun şu ana kadar lise ya da üniversite bitirmiş 27 milyonu dışında kalan 55 milyonunu toptan câhil ilân ediyor. Bunun içinde şu anda 0-6 yaş aralığında olan çocuklar hatta bebekler olduğu gibi hali hazırda ilkokul, ortaokul ve lise eğitimi görmekte olan çocuklar da var. Bu doğuştan câhil (!) yavrularımızın toplamı 23 milyon!  

 

Can Ataklı cehâleti, eğitim düzeyinden yola çıkarak açıklamaya çalışıyor. Onu da beceremiyor ve yukarıda gördüğünüz gibi eline yüzüne bulaştırıyor. Peki ama cehâletin tek ölçütü eğitim olabilir mi? Gelin tekrar İbn Sina’ya dönelim. 

 

 

CEHÂLET TAMAM YA EŞEKLİK


“Tahsil cehâleti alır, eşeklik baki kalır” diye önemli bir atasözümüz vardır. Kimileri eleştirir bu sözü. Okumamış insanların okumuş olanlara duyduğu kıskançlığın bir ifadesi olarak görürler. Bazıları da bu gibi sözleri, eğitimin önemini küçülttüğü için eleştirir hatta geri kalışımızın nedenini bu ve benzer sözlerdeki mantıkta ararlar. 

 

Gerçekte bu söz, özellikle okumuş insanlara önemli sorumluluklar yükleyen bir nasihattir. Çünkü, tahsilin aldığı/ortadan kaldırdığı cehâlet, İbn Sina’nın “basit cehâlet” dediği türdür. Diğeri, yani “eşeklik” ise, İbn Sina’nın “mürekkep cehâlet” dediği olaydır. Yani okumuş olmak, sizi basit cehâletten alıkoyabilir. Çeşitli konularda bilgi sahibi yapabilir. Ama bu sizi tek başına cehâletten kurtarmaya yetmez. 

 

 

CÂHİL VE HAKÎM


Nâzım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanında Kurtuluş Savaşımızın kahramanlarını, “korkak, cesur, câhil, hakîm ve çocukturlar” diyerek tanımlar. Gerçekten de Antepli Karayılan, Arhaveli İsmail, Adapazarlı Kambur Kerim, Kartallı Kâzım ya da Süleymaniyeli Şoför Ahmet, tahsilli kişiler değillerdi. Bu anlamda “câhil” sayılabilirler. Ama yine Nazım Hikmet’in söylediği gibi bu kişiler aynı zamanda “hakîm” (bilge) insanlar. Yani hem “câhil” hem “bilge”. 

 

Peki, çok iyi eğitim almış, hatta bir kısmı Batılı eğitim almış, İstanbul’un okumuş yazmış kesimlerinin önemli bir kısmının Millî Mücadeleye tavır almasını, biraz insaflı olanın en fazla mandacı olmasını nereye koyacağız? Anadolu’ya silah taşırken donarak şehit olan tahsilsiz Şerife Bacı ne kadar câhildir? Câhil midir yoksa tepeden tırnağa bilinç midir? Paris’te eğitim gören Ali Kemal ne kadar akıllıdır? Gerçekte, bağımsız bir vatanı olmadıkça huzura kavuşamayacağını kestirebilecek ferasete ve bunun için mücadele edebilecek cesarete sahip olan Şerife Bacı değil, kurtuluş ümidi kalmadığını düşünerek teslim yolları arayanlar cehâlet içindedir. 


 
15 Temmuz’u ne yapacağız? Darbeye kalkışmış okumuş FETÖ’cüler ve onları alkışlayan okumuş Sosyal Demokratlar mı câhil yoksa tahsili olmasa da Genelkurmay’ın önünde vatanı için ölmeyi göze alan insanlarımız mı? 

 

Yanlış anlaşılmasın. “Eğitimsiz insanlar daha ferasetlidir” gibi saçma bir genelleme yapmayacağız. Bu ülkenin eğitimli insanları yurdun dört bir yanında ne mucizelere imza atıyor. Akıllı tarımdan, millî savunma sanayiine akla gelecek her alanda bu ülkeye büyük katkılar sunuyorlar, fikirler üretiyorlar. Eğitim, bu ülkenin geleceği ve gelişmesi için olmazsa olmazdır. Kendi adıma ölene kadar eğitim görmek istiyorum. Ama bu eğitilmiş insanların manipüle edilemeyeceği anlamına gelmiyor. Yani “çıplak” eğitim, değerlerden, kültürden, tarihten, ahlâktan yoksun eğitim eşekliği ortadan kaldırmaz. 

 

 

“TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR”


Belki de daha vahimi, Atatürk’ün “Türk Milleti zekidir” sözünün unutulup, bu milletin kendi aydınları tarafından her fırsatta “cahil, aptal” diyerek yaftalanması. Hâlbuki aydın, milletine burun kıvırmaz. Atatürk gibi ondaki cevheri ortaya çıkarır. Atatürk der ki;

 

“(…) Arkadaşlar, bunda muvaffak olmak için münevver (aydın) sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında tabii bir intibak (uyum) olmak lâzımdır. Yani sınıf-ı münevverin halka telkin edeceği mefkûreler (ülküler), halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalı. Hâlbuki bizde böyle mi olmuştur? O münevverlerin telkinleri milletimizin umk-u ruhundan (ruhunun derinliklerinden) alınmış mefkûreler midir?

 

Şüphesiz hayır. Münevverlerimiz (aydınlarımız) içinde çok iyi düşünenler vardır. Fakat, umumiyet itibariyle (genellikle) şu hatamız vardır ki, tetkikat ve tetebbuatımıza (araştırma ve incelemelerimize) zemin olarak alelekser (çoğunlukla) kendi memleketimizi, kendi tarihimizi, kendi ananelerimizi, kendi hususiyetlerimizi ve ihtiyaçlarımızı almalıyız. Münevverlerimiz belki bütün cihanı, bütün diğer milletleri tanır, lâkin kendimizi bilmeyiz (…)

 

Şimdi Can Ataklı cevaplasın: Bu millet mi câhildir yoksa “PYD terör örgütü müdür bilmiyorum, elimde kanıt yok” diyen kendisi mi? 

 

 

(1) Prof. Dr. Ömer Mahir Alper, “İbn Sînâ’nın Cehâlet Teorisi,” İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi37,(Aralık 2017):7-34, http: //dx.doi.org/10.26650/ilahiyat.2017.19.2.0008