İnsanlığın bugüne kadar yarattığı bütün evrensel değerleri tehdit eden postmodernizmin en tehlikeli evlatlarının başında “kimlikçilik” geliyor. İnsanların ortaçağa ait kavim, mezhep, aşiret gibi kimliklerini vurgulaması artık moda haline geldi.
Hâlbuki farklı kimliklere sahip insanları hem kanunlar önünde hem de toplumsal yaşamda eşitleyen büyük demokratik devrimler yapmıştı insanoğlu. Bu devrimlerin ürünü olan ve insanları nesnel ve ortak ölçütlerde birleştiren “millet” kavramı büyük bir saldırı altında. Emperyalizmin düşünsel alandaki koçbaşı olan postmodernizm, toplumu olabildiğince ayrıştırma, parçalama, hatta bırakın toplumu bireyin kendisini bile birkaç parçaya ayırma çabasında. Bütün sosyal bilimleri de bu yönde dönüştürmek için faaliyet halinde. Yalnız, mutsuz, karamsar, olumsuz, değersiz, çok kimlikli (aslında kimliksiz) ve anarşist insan.
HEDEFTE 'MİLLET' VAR
Millet olmuş, ortak mefkûrelere sahip insanlardan oluşan bir toplumun çözülmesini sağlamak emperyalizmin bugün için temel programı. Çünkü millet, siyasal alanda kendisini devlet olarak örgütleyen, öyle olduğu için de emperyalizmin iktisadi, siyasi, askeri, ideolojik-kültürel baskılarına karşı koyma yeteneğini her zaman içinde barındırabilen bir kavram. Kavramın ötesinde insan toplulukları açısından bir tarihsel olgu, mertebe. Geleceği bilemeyiz ama bugün açısından millet, en ileri tarihsel mertebe.
Emperyalizme direnme açısından en ileriyi temsil ettiği için, milleti çözmeyi, dağıtmayı, bağlarını zayıflatmayı amaçlayan her tür model de geriyi temsil etmektedir. Kavim, ırk, mezhep, aşiret gibi kimlikler üzerinden yapılan bombardıman milletin çözülmesine odaklandığı için nihai olarak devletin ortadan kaldırılacağı bir küresel kuralsızlık amaçlamaktadır. Böylece bütün dünya küçük insan topluluklarından oluşan tek bir pazar olacak ve emperyalist şirketler için sömürü çok daha kolaylaşacaktır.
Dikkat edilirse mezhep ya da etnik temelli çatışmalar ya emperyalizme direnen ülkelerde ya da emperyalizmi dengeleme potansiyeli taşıyan ülkelerde ortaya çıkmaktadır. Türklerin bir milli-devlet olarak örgütlenme çabalarının başladığı 20. yy başlarından itibaren ülkemizde etnik ve mezhepsel ayrılık yaratma çabaları hiç eksik olmamıştır. Üstelik hepsi doğrudan ya da dolaylı olarak emperyalizmin müdahalesiyle gerçekleşmiştir. Bunun istisnası yoktur.
'AŞIYI ALEVİ BULDU'
Natali Avazyan kendisini “çocuksever, sosyalist, aktivist” olarak tanımlayan bir sosyal medya insanı (Evet böyle bir tür var). Almanya’da iki Türk bilim insanının başında olduğu şirketin yüzde 90 etkili Kovid-19 aşısı bulduğuna ilişkin haber üzerine şu yorumu yaptı:
“Alevi’nin yemeğini yemeyenler, aşısını da dört gözle bekliyorlar… Valla bizden önce getirtip aşılamışlar.”
Bu neresinden bakarsanız bakın hastalık. Natali Hanım ve benzerleri yazana kadar kimse iki bilim insanının mezhebini merak ediyor muydu acaba? Yurttaş kafasına sahip sağlıklı, modern bir insanın böyle bir uğraşı olmaz. Sayesinde Alevi olduklarını öğrendik. Bizim için Türk bilim insanları olması ilgi çekiciydi. Ötesi değil.
O zamana kadar aşı üzerine modern bir tartışma yürüyordu. Kimisi alkışlarken kimisi de yayınlanmış bir çalışma olmamasından ve şirketin ABD’li ortağının borsa hareketlerinden yola çıkarak şüphelerini dile getiriyordu. Tartışmanın düzlemi buydu. Olması gerektiği gibi. Ama affedersiniz dışkısında bile “kimlik” arama derdine düşen hastalıklı zihniyet, “aşı” gibi bütün dünyanın bulmak için peşine düştüğü bilimsel bir konuya da kafasını uzatmayı başardı. Amaç ne? Sünniler ile Aleviler arasında bir tartışma çıkarmak.
Tabii birazcık çıktı. Ama aklı başındaki ezici çoğunluk yerin dibine soktu bu sözleri. Sünniler Alevilerle, Aleviler Sünnilerle olan dostluklarını, birliklerini anlattılar. Natali Avazyan’ın kötü niyeti kınandı.
'ERMENİYİM DİYE…'
Mezhep olayından isteği sonucu alamayan ve “bölücü” ithamlarıyla karşılaşan Natali Hanım, direksiyonu etnik kimliğe kırdı ve kendisini eleştirenlere şunları söyledi:
“Asıl bölücü sizlersiniz. Günlerdir bu muhabbet dönüyor, ben yazınca tantana çıkardınız çünkü BEN ERMENİYİM derdiniz ERMENİ DÜŞMANLIĞI. Bana değil tepkinizi ‘Alevi'nin yaptığı yemek yenmez’ diyenlere gösterseydiniz siz de daha samimi olurdunuz.”
Elbette bu sözler de tepkiyle karşılandı. Açıkçası Natali Hanım’ın Ermeni olması kimsenin umurunda değildi. Tepki Ermeni olmasına değil, sözlerineydi. Bu sefer herkes bu basit gerçeği kendisine anlatmaya çalıştı. Kendisine yapılan eleştirilere, “ben Ermeniyim” diye yanıt veriyor. Ne kestirme bir dokunulmazlık ama!
KİMLİKÇİLİK İNSANLIĞA DÜŞMAN
Türkiye’ye “kimlikçilik” dayatan Avrupa’da bu işler nasıl yürüyor acaba? Örneğin “İsviçreli bilim insanları” diyoruz sürekli. Peki, onlar bir buluş yapan İsviçreli bilim insanını kökenine göre ayırıyor mu acaba? Alman bilim insanları için de mezhep ya da köken araştırması yapılıyor mudur? Kelt mi, Sakson mu? Katolik mi, Protestan mı? Kilisesi?
Bütün dünyayı etkisine alan bir salgın belası var. Aşı, tıpkı bundan önce üretilen binlerce aşı gibi bilimle üretiliyor. Üreten, Aleviler ya da Sünniler, Ortodokslar ya da Katolikler için üretmiyor. Üreten, mezhebinin şanı için de üretmiyor.
Sözde insan hakları için yola çıkan “kimlikçilik” bugün en temel insani değerlerin karşısında konumlanmış durumda.