Tülin Oygür: Doçentlik doktoradan aşağı seviyeye indirilmiş

"Doktora veya sanatta yeterlilik almış herkes, doçentliğe başvurmak için yardımcı doçent olma şartının bulunmadığını bilir. O zaman sorun ne?"

Ülke yönetimi öyle bir hale geldi ki, iktidarın aldığı bütün toplumsal, ekonomik, siyasi kararları, bir taraftan karar alma süreçleriyle, bir taraftan da getireceği sonuçlarla ele alarak değerlendirmek zorundayız artık... Yardımcı doçentlik meselesi de bunun son örneklerindendir. Cumhurbaşkanı “Yahu, nedir bu Yard. Doç’luk? Bir sürü şikâyet var” diyerek süreci başlatıyor. Belli ki çevresinden bir takım yakınmalar almış. YÖK de ne yapsın, emir yerine getirilecek ama topluma açıklayacak bir kılıf da bulunmalı... Başlıyor yardımcı doçentliğin “mahsurlarını” ortaya dökmeye...

 

 

YÖK’ÜN GEREKÇELERİ GÜLÜNÇTÜR

 

YÖK’ün açıklamasında yer alan “Yasal zorunluluk bulunmasa da ve aykırı örnekleri olsa da uygulamada, doktoradan sonra, doçentlikten önce zorunlu bir kademe olarak kabul edilmekte olan yardımcı doçentlik kaldırılacak ve doktorasını bitirenlerin doğrudan doçentliğe geçişi aşağıdaki düzenlemelerle kolaylaştırılacaktır” ifadesi, bütünüyle gerçeğin dışındadır. Doktora veya sanatta yeterlilik almış herkes, doçentliğe başvurmak için yardımcı doçent olma şartının bulunmadığını bilir. Hatta doçentlik başvurusunda bulunanların daha büyük bir bölümü yardımcı doçent kadrosunda olmayanlardır. Bir de “yardımcı doçentlik kadrosunun doçentin yardımcısı şeklinde yanlış algılandığı” gibi bir “mahsur” icat edilmiş ki, cevap vereyim derken insanın dili dolaşıyor...

 

Yardımcı doçentlik en fazla 12 yıllık bir kadrodur.

 

Cumhurbaşkanına yardımcı doçentliğin nesi şikâyet edilmiş olabilir? YÖK’ün açıkladığı gerekçeler olamaz, çünkü bunlar uydurma! 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na göre öğretim üyesi olan üç kadro profesör, doçent ve yardımcı doçent kadrolarıdır. Eğitim - öğretim ve bilimsel faaliyetlerle ilgili kararların alındığı akademik kurullar, öğretim üyeleriyle yani bu üç kadroyla toplanır. Profesör ve doçent kadroları daimidir, sözleşmeyle yenilenmez; yardımcı doçent kadrosu ise geçici statüdedir, belirli şartlarda yenilenir. 2547 sayılı kanunun ilgili maddesi şöyledir: Yardımcı doçentler bir üniversitede her seferinde ikişer veya üçer yıllık süreler için en çok 12 yıla kadar atanabilirler. Her atama süresi sonunda görev kendiliğinden sona erer. Dikkat edilirse, yardımcı doçent kadrosunda kalabilmenin üst sınırı vardır, 12 yıl.

 

 

​ÜNİVERSİTELER DİL BARAJINI AŞAMAYAN DOÇENTLERLE DOLU

 

Yardımcı doçent kadrosu yerine getirilen doktor öğretim görevlisi kadrosunun atama şartı ise şöyle düzenlenmiş: İlân edilen bu kadrolara en çok dört yıl süre ile atama yapılır. Her atama süresi sonunda görev kendiliğinden sona erer. Bunlar yeniden atanabilirler. Üst sınır? Yok! Yardımcı doçentlikte akla mantığa uygun tek şikâyet konusu da bu olabilir. Çünkü üniversitelerimizde, çok büyük kısmı doçentlik dil barajını aşamayıp doçent olamamış yığınla yardımcı doçent vardır ve bu madde Demokles’in kılıcı gibi tepelerinde durmaktadır.

 

Tabii, uzun zamandır yapılan inanılmaz hülleler ve birçok mahkeme kararıyla bu kılıcın işlevsiz bir plastik nesneye dönüştürüldüğünü de belirtmek gerekir. Bir örneği 28.06.2000 tarihinde yürürlüğe giren 4584 sayılı kanun geçici madde 47’deki “Yardımcı doçentlik kadrosunda görev yapan öğretim elemanlarının çalışma sürelerindeki sınırlama kaldırılmıştır” hükmüdür. 2547 sayılı kanun değiştirilmeden üstüne gelen bu hükümle ilgili olarak ayrıca davalar açılmış, davalar kaybedilmiş, davalar kazanılmıştır. Üniversitelerimizde yaşanan neoliberalizme teslimiyet ve bilimden uzaklaşma, anormal şişmiş kadrolaşma, eğitim kalitesindeki düşüş gibi her biri ancak çok köklü, çok cesur kararlarla çözülebilecek dev sorunları bir tarafa bırakalım; geçmişten günümüze, dolaplar çevrilerek sürdürülen kadro oyunları bile büyük çözümlerle ortadan kaldırılabilecek hale gelmiştir.

 

 

AKADEMİDE YABANCI DİL ŞARTTIR

 

YÖK’ün önerisinde doçentlik yabancı dil barajı doktoraya girişteki dil barajına kadar düşürülüyor. Vatan Partisi olarak, üniversite dâhil bütün eğitim basamaklarında Türkçe eğitimi savunmakla birlikte, gençlerimize iyi düzeyde yabancı dil eğitimi verilmesini ve akademik yaşamda yabancı dilde yetkin olmanın şart olduğunu da dile getiriyoruz. Milletçe her daim yabancı dil sorunu yaşadığımız doğrudur. Bu sorun yüksek öğretim kurumlarında davardır. Ancak bunun çözümü dil barajını düşürmek değil, öğretim elemanlarını yabancı dil öğreniminde desteklemektir. AKP iktidarı hep yaptığı gibi bu sorunu da akademik ortama uygunluğuna bakmaksızın, en kolaycı yoldan çözmek istemektedir.

 

 

DOÇENTLİK İÇİN YAZILI SINAV YAPILMALIDIR

 

Doçentlikte sözlü sınavın kaldırılması, 90’lı yılların başından beri dillendirilen bir taleptir. Çoğunluğu 30-40’lı yaşlardaki doçent adaylarının, saatlerce süren ve bilimsel düzeyi ve duygusal ortamı her jüriye göre değişen bu sınavdan az veya çok örselenmeden çıkması neredeyse imkânsızdır. Bu bakımdan sözlü sınavın kaldırılması yerinde olacaktır. Öneriye göre doçentlik sadece yayınlara bakılarak verilecektir. İktidarın, akademik ortamı kolaycı çözümlere feda etme yöntemi yine devreye girmiştir. Parayı bastıranın - sözüm ona - bilimsel makale yayınlatabildiği bir ortamda, doçentlik için yayınların tek ölçüt olması büyük hatadır.

 

Diğer yandan, örseleyici de olsa, doçentlik sözlü sınavının adayları derinlemesine bilimsel bilgi edinme eylemine yönelttiği de gerçektir. Birçok öğretim üyesi, bilgiyi özümseme, sentez ve analiz edebilme becerisini doçentlik sınavına hazırlanırken edinmeye başladığını söyler. Bir bilim alanının temelini oluşturan bilgi dizesine bütüncül yaklaşımla hâkim olup, bilgiden yeni bilgi üretme yeterliliğini ifade eden doçentlik düzeyini, sadece adayın yayınlarıyla değerlendirmek mümkün değildir. Doçent adayı, yazılı sınav gibi nesnel bir yöntemle, bilim alanının temeli ve temel üzerine oturtulan yeni bilgileri bilme, anlama, yorumlama yönünden sorgulanmalıdır. Öneri değişmezse yeni usul doçentlerle öncekiler arasındaki akademik olgunluk farkı, hepimizi şaşırtacak düzeyde olacaktır!

 

Ülkemiz böyle yönetiliyor. Devam edemeyeceği bellidir.