Şule Perinçek: Yandaş yönetici marifetleri

10 saatlik uçak yolculuğundan gelmişiz. Bavullarımızı alacağız. Bekliyoruz... Bekliyoruz... Bizimle birlikte birkaç Türk var. Ama çoğunluk Çinli. Çinliler sabırlı millet. Yine bekliyoruz. Beijing’ten gelen THY yolcularının önemli bir bölümü transit. İstanbul’da bagaj alanlar az kişiyiz. Ses seda yok bizim bavullardan. Bir ses veren de yok. İki ülke arasında önemli bir zaman farkı da var. Uyku bastırıyor. Yanımızda küçük çocuk var. Onu dışarıda bekleyen babasının yanına yolluyoruz...

 

Sonunda patlıyorum.

 

Ne zaman THY ile uçsam, gecikme oluyor. İç hatlarda bile... Fiyatları her zaman diğerlerinden çok farklı ama yemekler, servis... genel bir aksaklık ve bozulma var. Zaten grevden bu yana aramız limoni... Anlaşılan epeyce birikmiş, önüme çıkan ilk görevliye patladım. Kimsenin bıyığına filan karışmam, ama bu kez bir baktım oradan bodoslama girmişim. Haklı olarak hedefim oradaki memurlar, görevliler değil. Yöneticiler. İlk hedef de en üst düzey yöneticinin badem bıyığı! Yani siyasi eleştiri.

 

O sırada görevli diyor ki...

 

-Bavulları bulamıyoruz...

 

Tepe yapıyorum elbette.

 

Çok uçuş varmış, ondan oluyormuş... Tekrar bıyığa geliyorum bu noktada. Mesele uçuşta değil. Yönetimde. Parmağımla da kafamı işaret edip duruyorum. Burada... burada... Yalnızca THY’de değil, birçok kurumda bu aksaklık oluyor. Özellikle uzmanlık gerektiren işlerde. Bilgi, birikim ve yeterliliğe göre değil, yandaşlığa candaşlığa göre yönetici atarsanız böyle olur... Zaten seçimlerden yeni çıkmışız... Hangi partiye oy verdin filan derken... Zaten tanıyorlar beni de.

 

Bu kez başlıyoruz çalışanların derdini dinlemeye. Birkaç saçı jöleli yupinin dı- şında herkes işgüvenliğinden, daha doğ- rusu güvensizliğinden, ücretlerinden sö- zediyor. 22 yıllık çalışan. Asgari ücret. Çaresiz boyun eğişlerinden... işsizlik tepede kılıç...

 

Üç saat geçti. Bizim ahımız “bir” kaldı. Binlercesi yığıldı önüme. Hadi, bakalım...

 

Sonunda bizim bavulların uçakta kilitli kaldığı, kapısını da açamadıklarını söylediler. Günahları boyunlarına artık, bilmiyorum... Garip bir sebep.

 

Evinize getiririz filan... Tutanaklar... Adresler, renkler, markalar, tarifler...

 

Yine de iyimseriz ya, kendimizi teselli ediyoruz. Bizim evde asansör yok. Dördüncü kata onlar çıkaracaklar.

 

Tam gidiyorduk.

 

Bavullar geldi. Yolculardan kimi te- şekkür ediyor, seviniyor. Hiç oralı değilim, doğrusu. Çalışanların derdi bizi daha çok gerdi. Bir de üzerine başka yolcu yakınmaları dinledim. Aman deyin, ucuz kurtulmuşuz. Bizim başımıza gelen bir rastlantı değil, dediğim gibi.

 

Buyurun birkaç aynı hat yolcusunun aktardıklarına (kendilerinden izin almadığım için yer ve kişi adları vermiyorum:

“Beijing’te kalan bagajım 23 Haziran’dan 30 Haziran’a kadar halen tarafıma ulaştırılamadı. 20 kez telefon, 30 kez internetten takip ve bugün saat 16:00’da .....’de dağıtımda olduğu söylenen kurye saat 20:30’a kadar ....’ya gelemedi. (yarım saatlik yol bile değil. ŞP)

Bu kaç yıldızlık servis? Yolcuya yalan söylemek hangi servis sınıfında? Yönetemeyen, THY’ye yakışmayan bu reziller kahrolsun.”

 

“Son dönemde bütün uçuşlar biriki saat gecikmeli yapılıyor, insanlar Ankara’da İstanbul’da Antalya’da yerlerde sefillik yaşıyorlar.”

 

“THY de bir çöküntü var. Kendime son THY ile uçuşum sonrası bir süre THY’den bilet almayacağıma dair söz vermiştim. Şimdi Şanghay biletimi alırken alışkanlık gereği bir bakmak istedim ve karşıma çıkan tablo şu: THY 6.564 TL fiyat verirken, Singapur Havayolları 2 400 TL fiyat vermekte. Üstelik resmi verilere göre Singapur Havayolları’nın dünyada 5 yıldız almış yedi havayolu şirketinden biri olduğunu da hatırlatmak da fayda var. Yani, THY’den bir üst klasmanda.”

 

“Bazı THY sevenleri ‘direk uçuş, Avrupa’nın bilmem kaçıncı ödülünü almış havayolu, yok efendim uçuşlarda patlıcan musakka servisi yapılıyor’ diye dursun, ben bu fiyat politikasını en hafif tabiriyle SOYGUN olarak nitelendiriyorum! Kardeşim madem uçuşların dolu geçiyor, ek sefer koy, ne bileyim farklı önlem al.

 

“Hosteslerde son yıllarda git gide düşen kalite, güvenlik ve yaşanan rötarlar konusunda çalan alarmlar, müşteri memnuniyeti noktasında kötü kalite ve çok geç feedback paylaşımı.. Üstüne üstlük, aman bir bagajınız kaybolmaya görsün, asıl rezillikler silsilesi ondan sonra başlıyor işte!”

 

Bu kadar yeter! Biraz daha dokunursam memleketin ahı üzerime çökecek...

 

Üreten sanayici

 

Bu hafta da memleketimizden insan manzaralarıyla devam edelim. Bu kez bir sanayiciyle konuşuyoruz. Oda baş- kanı. İhracat yapan bir üretici. Kısa kısa başlıklar:

● Üreteceğiz de... nasıl satacağız, karşımızda tekelleşmiş bir sermaye var.

 

(Oğlunun işinden söz ediyor. Gıda üreticisi. Bir market zincirinde rafa girmek için aştığı zorlukları, yok şu gideri yok şu indirimi derken yılın sonunda da elinin nasıl boş bırakıldığını anlatıyor...)

 

● Türkiye’de zengin olabilmek için ya babadan kalacak, ya da devletle iş yapacaksın...

 

(Bu kutucuk ve gemicik sistemi daha kibar anlatılamaz herhalde...)

 

● Kredi alabilmek için girişimciliğine, cesaretine bakılmıyor. Ona güvenmiyor... Beş gökdelenin olması lazım. İpotek üzerine çalışıyor. Onu da tarla almıyor. En azından imarlı arsa olacak...

 

● Ranta ve faize dayalı bir sistem, üretime değil...

 

● Sabah kalkıyoruz 10 milyon borç, 13 olmuş, ertesi gün 16... Biz yönetmiyoruz ki doların fiyatını...

 

● Sanayici bilinci olması demek ne demek?

 

● İşçisiyle birlikte ittifak kurmalı.

 

● İşçi de Türkiye buradan nasıl çıkar onu görmeli...

 

● Borca bağımlı hale geldik. Uyuşturucu gibi.

 

● Bulamayınca ne yapacak... Ya ölecek ya kurtulacak... üretim ekonomisine geçmenin yolunu bulacak...

 

Çıkan sonuç:

 

Yolu açmak gerek.

 

Bağımsızlığa giden yoldaki sapak...

 

Medya dediğin sihirli kaval

 

Görseli, yazılısı, seslisi, sosyali... medya...!

 

Nelere kadirsin!

 

Bir araç elbette.

 

Hem de nasıl güçlü bir araç.

 

İyi de kullanılır, kötü de...

 

Uyandıranı da var, uyutup kaval çaldıranı da...

 

Seçimler sırasında yönlendirmeye bakın siz!

 

İzmir’de Hulki Cevizoğlu bir seçmenden Vatan Partisi’ne oy istiyor:

-Yok vermem!

-Neden?

-Perinçek Öcalan’ın elini sıktı.

-Peki, nereye vereceksin?

-HDP’ye...

 

***

 

-Bizim Parti’nin yöneticileri Türkçe konuşma dersi almalı...

-Neden? Kötü mü Türkçeleri?

-Selahattin Demirtaş’ın Türkçesi çok güzel. Çok etkili konuşuyor. Onun için çok oy aldı.

 

***

 

Böyle bir dizi bulaşıcı cümle ve fikir var. Öyle ki otomatiğe bağlanmış gibi aynı hipnoz sözcükleriyle herkes birbirine tekrarlayıp duruyor. Başlangıç noktası medya. Bir silkelenseler. Bir soru sorsalar. Zincir kırılacak. Mantıklarına yatıp yatmadığını anlayacaklar... Ama kavalın sesini izliyorlar.

 

Hadi, yallah yardan aşağı!

 

Şule Perinçek / 19 Temmuz 2015, Aydınlık