Şule Perinçek: Vatanı mutlaka kurtaracağız

Yol bizden bıktı, biz bıkmadık galiba. Bu kez de Ayvalık, Çamcı köyü, Burhaniye, Edremit, Bursa yollarındayız.

 

Şimdi bir ilçeden ilçeye gitmek üzere arabaya binerken elinde alış veriş torbalarıyla bir kadın yolumuzu kesti:

 

-Doğu Perinçek değil mi... Bir şeyler yapın... bir şeyler yapın... çok umutsuzum...

 

Nasıl bir karamsarlık. İnanın deli olacağım. Hiç bana göre değil. “Umutsuzluk ve karamsarlık” başını ellerinin arasına alıp öööyle oturmayı getiriyor. Dizlerini dövdürüp morartmayı getiriyor...

 

Oysa görev zamanı.

 

Daha çok, daha çok çare üretmek gerekiyor.

 

Yapacağız derseniz yaparsınız. Ve de yaptırmaya önderlik eder, kitleleri harekete geçirirsiniz.

 

Başarının birinci koşulu bu kararlılık ve irade.

 

En son Nutuk üzerinde çalıştım. Gençler için kısaltıyorum. Ayrıntılara girdiği yerleri çıkarıp ana dokusuna ve gövdesine olabildiğince az dokunarak daha akıcı okunabilir bir hale getiriyoruz.

Bir Ahmet İzzet Paşa olayı vardır.

 

Atatürk de aynı eleştiriyi yapıyor.

 

Ahmet İzzet Paşa, genelkurmay başkanlığı ve sadrazamlık yaptı. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı sırada hükümetin başında. Ali Rıza Paşa kabinesi döneminde (Eylül 1919 - Şubat 1920) Sivas Kongresi ile ilişkileri yürüttü.

 

5 Aralık 1920’de eski sadrazam Salih Paşa ile birlikte, Mustafa Kemal’le görüşmek üzere Bilecik’e gelir. Ankara’daki yeni hükümetle İngiltere arasında diplomatik bir temas sağlamak niyetindeydiler. Ancak Mustafa Kemal Bilecik görüşmesinden sonra iki paşanın İstanbul’a dönmesine izin vermedi. Üç ay Ankara’da kaldılar.

 

İzzet Paşa, İstanbul Hükümetlerinde görev almayacağına dair söz verip Mart 1921’de döndü. Ancak Tevfik Paşa kabinesinde Hariciye Nazırı oldu. 4 Kasım 1922’ye kadar bu görevde kaldı.

 

 

EKMEK VE NİMETİYLE YETİŞTİĞİN MİLLET

 

İzzet Paşa, Atatürk tarafından Nutuk’ta şiddetle eleştirilir. Gelin birlikte okuyalım:

 

“Efendiler, Ahmet İzzet Paşa, ekmek ve nimetiyle yetiştiği Türk milletinin içinde kalarak, ona en acı ve kara günlerinde hizmet etmeyi, Vahdettin’in hizmetkârı olmaya tercih edememişti. Dürrîzade Esseyit Abdullah’ın fetvasına tabi kalıp, Sultan’ın emri haricine çıkmaktan, günahkâr ve şer’an tazire müstahak olmaktan çekindi. Ahmet İzzet Paşa’nın daha başka marifetleri de olmuştur. Ondan da haber vereyim.

 

Türk milletinin büyük kuvvetleri eline verilmiş zevata da, özel mektuplarıyla, bütün muharebeler devam ederken ve milletin maddi ve manevi kuvvetlerini düşman karşısına toplamaya çalıştığımız günlerde, ümitsizlik ve gevşeklik verecek karamsarlıklarını bildirmekte devam ediyordu. Benim, ‘Düşman ordusunu mutlaka mağlup edeceğiz; vatanı mutlaka kurtaracağız’ sözlerimle alay ederek, İkinci İnönü’den sonra tekrar doğuya, Sakarya’ya kadar yürümekte olan Yunan ordusunun hareketini tehdit makamında işaret ederek, akıl ve izan dersi vermekten geri kalmıyordu.

 

 

KENDİNİ DEV AYNASINDA GÖRENLER

 

“Efendiler, ne gariptir ki, kendisini dev aynasında gören bu zihnin, takip ettiğim hareket hattının felakete sebep olacağına dair bir mektubu, Sakarya’da düşmana karşı taarruz yaparak çekilmeye mecbur ettiğimiz gün vazife icabı gösterilmişti. Bu mektup bizi hayretler içinde bırakmıştı.

 

Ahmet İzzet Paşa, Yunan ordusunun Sakarya’dan ve en nihayet İzmir körfezinden çekildiğini gördükten ve Lozan Barış Antlaşması’nı okuduktan sonra acaba bana yazdığı 6 Temmuz 1921 tarihli telgrafnamesindeki şu cümleyi:

 

‘İsnat buyurulan gaflet itirafı şöyle dursun, şimdiki gibi siyasi ahvali inceden inceye değerlendirmiş olduğumu görmekle kendime ve fikir ve görüşlerime itimadım artmıştır’ cümlesini tekrar terennüm etmiş midir?

 

Ben, buna da

 

ihtimal veririm!

 

Efendiler, İzzet ve Salih Paşalar aylarca Ankara’da oturdular. Milli prensiplerimizi kabul etmeleri şartıyla, kendilerine milli hizmet ve vazife vermeye hazır idik. Yanaşmadılar. Bir defa olsun Milli Meclis’in kapısından içeri ayak basmadılar. Fakat her halde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin koyduğu kanunlardan haberdar bulunuyorlardı. Bu kanunların hükümlerini ve Millet Meclisi’nin ve Hükümeti’nin İstanbul’a karşı belli olmuş olan vaziyet ve tavrını pekâlâ biliyorlardı. Bu kanunlara ve malum olan vaziyete rağmen, İstanbul’da tekrar işbaşına geçip milli mevcudiyet ve teşebbüslerin itibar ve nüfuzunu yok etmeye, düşmanların elinde oyuncak bulunan Vahdettin’in hâkimiyetini temine mevcudiyetlerini hasreylemelerine verilecek hakiki mananın ne olduğunu ben söylemeyeceğim! Onu, Türk milletine ve Türk milletinin yeni ve sonraki nesillerine terk ederim.

 

 

MUHTEREM MİLLETİME TAVSİYEM

 

Efendiler, bu vesile ile muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki, sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki asli cevheri çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin!”(Nutuk, Kaynak Yayınları, s.451-452)

 

Eğer Atatürk, “vatanı mutlaka kurtaracağız” demeseydi...

 

Onunla alay edenlerin peşinden gitseydik...

 

Düşünmek bile istemiyorum.

Almanya, Berlin’de Türklerin ve göçmenlerin en yoğun yaşadığı Kreuzberg semti. “Buradasınız, çünkü biz sizin ülkelerinizi yıkıma uğratıyoruz”
Almanya, Berlin’de Türklerin ve göçmenlerin en yoğun yaşadığı Kreuzberg semti. “Buradasınız, çünkü biz sizin ülkelerinizi yıkıma uğratıyoruz”
İzmir Yetimler Mektebi’nde Cumhuriyet Bayramı kutlaması
İzmir Yetimler Mektebi’nde Cumhuriyet Bayramı kutlaması

KISA HİSSELER

Bilimin gücü

Timur: “Bileği güzel birini yıkar, bilimi güzel binini.” (Tarih gazetesi)

 

Bizim bayramımız

Bayramın ilk günü sabah çocuklarımızla birlikte kahvaltı ettik.

Bayram!

Evimizdeyiz. Birlikteyiz.

Aylardır, darbeden bu yana birbirimizi doğru düzgün görememiştik.

Darbe başarılı olsa nerelerde olurduk acaba? Ya da olur muyduk?

Öğlen Türkiyenin kaderine daha sıkı sarıldım.

 

Hayatın gerçeği

Eğitim-İş’in 50 bin üyesi var. Bunlardan yalnızca 125 kişi açığa alınmış. Bunlardan da yalnızca 30 kişi ihraç edilmiş.

 

Şaka gibi

“Kürtçe tabela istemiyoruz.

Tabelalar Göktürkçe yazılsın”

(Akıncı)

Hatta altında şöyle bir not da var (Kürtçe’yi kast ederek):

“Olmayan bir dilin tabelası da olmaz.”

Bu da başka bir uçukluk.

Resmi dilimiz Türkçedir. Yasayla bellidir. Resmi dairelerde de bu geçerlidir. Resmi dairelerin tabelalarında da. Türkiye Cumhuriyeti’nin bakanı da olsanız buna keyfinize göre karar veremezsiniz. Özel işyerlerinde istediğiniz dili kullanmakta yasal bir sakınca yok. Ancak “tabelalar” anlaşılsın diyedir. Eskiden farklıydı. Artık Kürt kökenli vatandaşlarımızın da yoğun yaşadığı bölgelerde bile Kürtçeden çok Türkçe anlaşılıyor. Televizyon dizilerinin hikmeti!! Bana kalırsa Türkiye’de bozuk Türkçe-İngilizce karışımına da bir kural getirmeli.

 

Şule Perinçek / 18 Eylül 2016, Aydınlık