Yaşar Okuyan, bir süredir hastanede. Aman durun Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı demedim. Şimdi bana kızar, daldım yazıya öyle girdim... “Benim sıfatım bu” diyor. Yanılıp da yalnızca “bakan” derseniz sitem ediyor. Toplantılarda da pek güzel anlatıyor. Bir gün size dinletirim.
Okuyan arkadaşımız, Ankara Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde karaciğer organ nakli bekliyor.
Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın usta ellerine teslim.
Cuma günü ziyarete gittik. Odaya girdik. Kocamaan penceresi var. Manzarası müthiş. Söz aramızda bir İstanbullu olarak hakkını teslim edeyim, Ankara daha yeşil.
Ama o değil manzaranın özelliği.
Okuyan, yatağını öyle bir yere kurmuş ki...
Tam karşıda Anıtkabir.
“E, ee” diyor, “kimse artık Atatürkçü olmamıza laf edemez...” Sonra da basıyor kahkahayı.
Gerçekten tam “Atatürk'ün izinde!”
Belki daha önce söylemişimdir. Bir ameliyat sonrası, hastane mikrobu vb... Sonuç: siroz. Çare artık tam karaciğer nakli. Yoksa yaşayan gencecik partili kızlarımız parça vermeye hazır olduklarını söyleyip duruyorlar.
Organ nakillerini çok yazdım. Öyle anlamlı ki... Gözümüzün önündeki Yaşar Okuyan; ama o kadar çok bekleyen var ki... Nakil olunca Hiçbir şey olmamış gibi kalkıp sağlığınıza kavuşuyorsunuz. Haberal Hoca'nın ilk ameliyat ettiklerinden bir kadın hasta 18 yıldır hastanede aslanlar gibi çalışıyormuş...
Bağışlarsak kaybettiğimiz yakınlarımızın anısı da yaşayacak. Acımızı biraz olsun dindirir.
Hemen yarın gidin en azından siz de bağışlayın.
Ayrıntısını, yolunu yöntemini başka bir yazıda aktarırım.
Neyse dönelim Yaşar Okuyan başkan yardımcımıza...
Yattığı yerden siyasete devam ediyor elbette.
Ayşe halasının oğlu şehit. O zaman ANAP iktidarda, Okuyan da genel başkan yardımcısı. Hala ve enişte yenilerde telefon etmiş:
-Benim oğlum üvey şehit mi!
15 Temmuz gecesi darbecilerle mücadele ettiği sırada şehit düşenlerin yakınlarına ya da gazi olanlara belli haklar tanınıyor, biliyorsunuz.
“Her şeyi bölüyorlar, bari şehitlerimizi bölmeyelim” diye konuşuyoruz.
O arada biz de yeni öğreniyoruz. Torunu askerliğini yaparken ziyarete gidiyorlar kızıyla. Kapıda tanıyorlar, bir telaş...
-Hayrola, Bakan'ım buyrunuz...?
-Torunum burada.
Alay komutanı diyor ki:
-Gerçek torununuz mu? Hiç haberimiz yoktu. Oysa daha askere gelmeden 30 telefon gelirdi...
Okuyan'da hikaye çok. Bitmez. Başka ziyaretlere saklayayım. Zaten hastaneden kaçıp Ulusal Kanal'a gidiyor. Programları aksatmıyor.
Haberal Hoca kızıyor, ama nafile:
-Dünya nereye gidiyor. Ben böyle yatıyorum. Hiç hayatımda bu kadar uzun yatmadım. Beni iyice geriyorsunuz... Ne yapayım sana mı sarayım...
Haberal durumu bilir elbette:
-Yok yok... tamam...
Okuyan'ın bir ricası var yalnız. Onu ekranda görünce toplantılara çağırıyorlarmış.
“Benim için hayır demek çok zor” diyor. Ziyarete gidin, siyaset tartışın, haber götürün, ama şimdilik toplantı çağrılarını erteleyin. Nöbeti dileriz çok yakında devralır.
F klavyenin marifeti
Neymiş bu bağımlılık! Hiç kendimden beklemezdim.
Doğu Perinçek, Birgül Ayman Güler, Beyazıt Karataş birlikte Almanya'ya girdiyoruz. Yurtdışındaki vatandaşlarımızla son gelişmeleri konuşacağız. Zaten çıkışta biraz sıkıntılar yaşadık. Neyse atlattık, hazırlanıyorum. Tam o gün Binali Yıldırım ekonomiyle ilgili konuştu. Hadi, giderken uçakta onu da yazarım deyip internete girdim, indirdim. Derken o telaşla bilgisayar çantamı almışım, içine son dakikada bilgisayarı koymamışım. Sanki elim ayağım kesildi. Nasıl yazacağım, haberleşeceğim... Vakit yok ama olsun yaratırdım; uykudan filan çalardık, ne olacak... Diyeceksiniz ki gittiğin yer Afrika'nın balta girmemiş ormanı değil ki... Bir bilgisayar bulamaz mısın... Bulurum da... ille de kendi bilgisayarım!! Neden? Notlarım, belleğim onda kayıtlı. İki; ve de en önemlisi F klavye. Yani Türkçe'ye en uygun klavye ve yıllardır onu kullanıyoruz. Batı da inatla kendininkini dayatıyor.
Başka türlü yazamıyorum.
Elle hiç olmuyor.
Bilgisayar elim kalemim belleğim herşeyim olmuş...
Onun için geçen hafta yazamadım.
Durum bu.
Nasıl değiştireceğim, biraz düşünmem lazım.
Kısadan hisseler
*Almanya'daki toplantıya bütün Avrupa'dan katılım oldu. Üç gün önemli, aydınlatıcı sunumlar, tartışmalar, katkılar oldu. Onu sonra geniş aktaracağım. Çünkü önemli olan yeni durum saptaması ve buna ilişkin oradaki vatandaşlarımızın, yurttaşlarımızın izlemesi gereken siyasetler.
Şimdi kısa notlar.
FRANKFURT'UN ORTA HALLİLERİ
İngiltere'nin AB'den ayrılmasından sonra Frankfurt'a 28 bin barkacının gelmesi bekleniyormuş. Çünkü bankaların AB toprağı üzerinde faaliyet göstermesi gerekiyor. Şöförden al haberi misali aynı zamanda şair, yazar, felsefeci Selçuk Ülger'in aktardığına göre Frankfurt'ta kiralar fırlamış. Yok az oldu; uçmuş! Orta halliler bazı semtleri terk etmek zorunda kalıyorlarmış. Yeni yapılan o uçuk kaçık fiyatlı binalara (70 metrekare yer 300-500 bin Avro), yağlıboya torbaları fırlatıp “Bu kent hepimizindir” diye yazılar yazıyorlarmış.
İTALYA'NIN ÖNEMLİ KİŞİLİĞİ
Bir İtalyan aile lokantasındayız. Garson kıza içimizden biri (adı lazım değil) soruyor:
-İtalya'nın en önemli kişiliği kim?
Kızcağız düşünüyor. Ben kendi içimden herhalde burjuva demokratik dönemin yaratıcı bir sanatçısı, ya da İtalya'yı ilk birleştiren kişi gibi birinin adını duymak istiyor diye gayet masumane ve siyasi fikirler yürütüyorum. Masadaki başka biri ilk adını kopya veriyor: “Giovanni...” (Boccacio'yu kastediyor...) Kızdan bir yanıt gelmeyince, soruyu soran (adı lazım olmayan...:) yanıtını veriyor:
-Sophia Loren!
Garson kız önemli bir tepki vermiyor. Büyük olasılıkla ona tarih öncesi gibi geliyor. Önemini kavraması zor. Biz kadınlar biraz şaşırsak da “erkek milletine” yorup kahkahayı basıyoruz.
Bizim Boccacio'cu:
-Ya ben de söyleyecektim de abi, ayıp olur diye söylemedim...
diyor.
BİZİM OYNATTIĞIMIZ TAŞLAR
Almanya, göbeğinden ABD'ye bağlı İngiltere'den farklı olarak ekonomik krizle ilgili sıkı önlemler almıştı. Bu kapsamda sosyal destekler, kamu harcamaları kısılmıştı. Biraz düzlüğe çıkmış gibiydi. Gazetelerde sosyal destekler konusunda filan haberler var. Orada bulunduğum günlerde kadın-erkek işgücü arasındaki ücret eşitsizliği (yüzde yirmi ve yedi oranı arasındaymış) tartışılıyordu. Hoş, buldukları çözüm önerileri “ücretlerin şeffaf olması” gibilerinden... “Bil, hakkını ara!” mantığı.
Sanki kolaymış gibi.
Ama esas önemlisi bizim Türkiye'de yerinden oynattığımız taşların etkisi, dünyadaki dengelerin değişim rüzgarı burada da hissediliyor elbette. Onun için Erdoğan-Putin buluşmasına gazeteler çok geniş yer verdi. Atlantik-Avrasya cepheleşmesi özellikle Almanya'yı da içine çekiyor. Somut göstergelerini arada patlayan Volkswagen-Apple benzeri atışmaları-sataşmaları biçiminde izliyoruz. Onun için noktayı şöyle koyalım. Bizim Avrupa kıtasındaki vatandaşlarımızın ve yurttaşlarımızın üzerine düşen sorumluluk yalnızca kendi anavatanları için değil dünya dengeleri açısından da önemli. Ayrı yazacağız.
KAPTAN PİLOT GELMEDİ
Uçakta giderken (E) Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş'la da birlikteyiz. İnsan merak ediyor elbette. Hani şöförün yanında otururken araba kullananlar gerilir, kırk tane kusur bulurlar ya. Sağdan gitse, frene bassa... gibi. Acaba pilotlar nasıl oluyor. Komik olur diye sormadım. Ancak kaptan pilotlar genellikle ordudan oldukları için, yolcuların arasındaki komutanlarını da hemen tanıyorlar, geliyorlar ya da görevlilerle selam gönderiyorlar, kokpitte ağırlıyorlar vb. Gelen giden olamazdı bu kez. Çünkü kaptan, Yunan Ordusu subayı idi...
Ne acı. Aydınlık belki daha geniş haber yapar.