Şule Perinçek: Kürtler, Türkler kazansın Türkiye kazansın

HDP kapatılsın. Kürtler, Türkler kazansın. Türkiye kazansın.

İnsanı sevmeyen doğayı ve hayvanları sevebilir mi?

 

Öyle diyorsa yalan diyordur.

 

Bir çıkar uğruna öyle konuşuyordur.

 

Ağacı sevmeyen, kaplumbağayı sevmeyen adam Kürdümü sevebilir mi?

 

Yalan konuşuyor.

 

Sevse Diyarbakır'da, Şırnak'taki anaların sesini duyar.

 

Kırşehir'deki şehit jandarmanın anasının acısı yüreğini sızlatır.

 

Doğayı, hayvanı, insanı, Kürdünü, Türkünü sevmeyen insan vatanını sever mi?

 

Kibrit çakar, bomba atar, asfalt yerine düzenek döşeyecek iş makinesine mazot koyar.

 

Vatanı yanınca bir tas su getireceğine, benzin taşır.

 

Kaç kuruşa satacağının hesabını yapmak işte böyle olur.

 

Cezaevi kapılarında, mahkeme salonlarında o mücadeleyi verdik.

 

Gün gelecek hesap sorulacak dedik.

 

Cezaevlerine onlar girince ben seviniyorum.

 

Kapısını açmak isteyenlere işte onun için karşı duruyorum.

 

HDP kapatılsın istiyorum.

 

Çünkü Kürdümü çok seviyorum.

 

Türkümü çok seviyorum,

 

Sıralamayı da bilerek ihtiyaca göre yapıyorum. Anavatan yüreği.

 

Börtü böceğime canım kurban.

 

İstiyorum ki yeniden dağlarımda koyunlar melesin.

 

Tarlalarda zehir değil, arılar bal üretsin.

 

Sınav birincileri dört bir yana dağılsın.

 

Yeter artık.

 

Hayal değil gerçek olsun.

 

Kapansın kapılar teröre.

 

Besleyenlere.

 

Sırtını sıvazlayan eller kırılsın.

 

HDP kapatılsın.

 

Kürtler, Türkler kazansın.

 

Türkiye kazansın.

 

 

SİNCİAN'DAKİ BAĞLARI KISKANIYORUM


Geçen haftalarda Sincian'da kırmızı biber hasadını gösteren fotoğraf basmıştım. Uçsuz bucaksız. Fotoğraflar gerçekten güzeldi. Biberlerin lezzetini de bilirim. Ama beni heyecanlandıran yalnızca o değildi.

 

Sincian ya... (cahil ya da kasıtlı küfürbazları atlıyorum) bir izleyicim de hemen laf çarpmış.

 

“O kadar uzağa niye gittin, Antep'imize gelseydin ya bacım!”

 

Hiç kaygılanmayın.

 

Bizim bir ayağımız Antep'imizdedir. Yüreğimizin tümü hep orada.

 

Fahri Antepli olduğumu herkes bilir.

 

Konuğum olun frig pilavımın tadına bakın.

 

Biberim de salçam da biraz Antep biraz Urfa.

 

Bu hafta da bir üzüm bağı vardı. Taklamakan Çölü'nün hemen kıyısında. Toprak çıldırmış, bağ değil sanki otağ çadırı. Salkım salkım... vermiş ha vermiş... Merdiven dayamış topluyorlar.

 

Çin, çöle su getirip verimli tarım arazisi haline getiriyor. O da yetmiyor eğitiyor. Girdi desteği yapıyor. Diyelim ucuz sera naylonu üretecek ya da üzümü işleyecek sanayisini yanına kuruyor.

 

Yoksulluğa karşı böyle mücadele ediyor. Ellerine üç kuruş sadaka ya da laf aramızda yerini bulmayan, Çeşme'de yazlık villanın bahçesine veranda parasına giden teşvik yerine üretimin önünü böyle açıyor.

 

Ben böyle fotoğraflar görünce neden heyecanlanıyorum.

 

Gerçi başka bir izleyicimiz de altına imalı bir not düşmüş: “Aaaaa işte batı medyasında yer alan toplama kampı! Üzüm toplama kampı. Uygur Türklerine zorla üzüm toplatıyor Çin yönetimi zalimce.”

 

Şakası bir yana.

 

Hadi itiraf edeyim, kıskanıyorum.

 

Hem de çok.

 

İstiyorum ki benim köylüm de böyle eksin biçsin, satsın.

 

İstiyorum ki benim devletim de köylüsüne böyle yapsın.

 

Yalnızca o değil. Hepsi bir bütün.

 

Yalanlara kanmasın.

 

Dostunu düşmanını ona göre ayarlasın.

 

Siyaset budur.

 

Bir görevdir.

 

 

TÜRKİYE'NİN DIŞ İLİŞKİLERİNDE ATEŞİN ORTASINDA


Etrafımız sarılmış sanki. Nedir bu?

 

Dünyanın merkezi buraya mı taşındı.

 

Azerbaycan-Ermenistan savaşı sürüyor.

 

Doğu Akdeniz sıcak.

 

Mavi Vatan sınırlarımızın hepsi hareketli.

 

Kıbrıs'ta bugün seçim var.

 

Yalnızca hükümet başkanı değil dünyadaki saflaşmadaki yer seçilecek.

 

İran'ın ateşinin düşmesine hiç izin verilmiyor.

 

Karadeniz'de sular ısınıyor.

 

Ukrayna Cumhurbaşkanı buradaydı. Kırım, Abhazya, NATO'nun el attığı Romanya...

 

Moldova'da da 1 Kasım'da seçim var. İki saflaşma orada da var. Cumhurbaşkanı İgor Dodon Asya'cı, hükümet Atlantikçi. Soydaşlarımızın yaşadığı Gagavuzya Özerk Bölgesi ve bir de burada bağımsızlığını ilan eden, tanımayı bekleyen Ukrayna sınırında Transdinyester Moldova Cumhuriyeti var.

 

Balkanlar'a inmiyorum artık. Yunanistan nedeniyle biliyorsunuz.

 

Türkiye'nin işi zor.

 

Lider bir ülke ve etkili.

 

Böyle bir sorumluluğu da var.

 

Hem dünyadaki dengeler hem de içinde bulunduğumuz zorlukları aşmak için, çok dikkatli ve ince hesaplı olması gerekiyor.

 

Yepyeni bir başlangıç.

NUSRETİYE CAMİ


Kültür Varlıkları Projeler Şube Müdürü İnş. Müh. Oktay Özel, diyor ki: “Dört sene restorasyonunda çalıştığım, her köşesine dokunduğum Nusretiye Cami. Eşsiz esere bu nasıl yapılır? İçim acıyor... 65 metre uzunluğundaki incecik minareler Boğaz'dan görünmez oldu artık. Önüne yapılan bu binanın projesini onaylayanlar şimdi ne hissediyorlar?(@oktayozel)

 

İstanbul'un en zarif camii... Çocukluğumdan bu yana hayranım.

 

Hâlâ önünden geçerken cama yapışır seyrederim.

 

Hele vapurla geçerken... uzaktan başka bir güzeldi.

 

Şimdi ben ne yapacağım...

 


MEZE YAPILMASI ZORUMA GİDİYOR


“Başta şu Karabağ sorununun çözülmesi gerekir. Karabağ sorununun Azerbaycan, Türkiye, Ermenistan, Rusya ABD neyse artık, bir araya gelip orada

 

“Açık ve net söylüyorum. Ermenistan işgal etmiş olduğu topraklardan çekilmesi lazım.

 

“Benim geçmiş tarihimin ya da bugünkü sorunlarımın, Avrupalar'da, Amerikalar'da, kimi zaman sermaye, çoğu zaman da meze yapılması zoruma gidiyor. Bu öpmelerin ardında bir taciz, bir tecavüz seziyorum.” Hrant Dink

KÜRESEL SALGIN VE CUMHURİYET DEVRİMLERİMİZ


1923'te doktor sayısı 337, sağlık memuru 434, ebe 136'ymış... Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı yüzde 60’ı geçiyormuş...

 

Nereden nereye geldik.

 

Türkiye'nin bugün küresel salgınla mücadelesinde, içerideki dışarıdaki Atlantikçi, PKK'cı, FETÖ'cü virüse rağmen başarılı olmasını Cumhuriyet Devrimlerinin attığı temele borçluyuz.

 

Hem kurumsal hem de kültürel anlayış olarak...