“Harem” tartışması olunca “Avluda Kadınlar” tablosu geldi aklıma. Yıllar önce Murat Bardakçı da yazmıştı. Halife Abdülmecit’in tablosu... “Harem” adıyla da anılıyor. Abdülmecit’in olup olmadığı da tartışılmıştı. Bardakçı’nın söyleşi yaptığı, yaşamını yazdığı Abdülmecit’in torunu Neslişah Osmanoğlu, tabloda görünen “saray kadınlarının bazılarını bizzat tanımış ve 1930’lu senelerde artık yaşlı birer hanım olan o saray kadınlarından bazıları ile beraber yaşamıştı...”
Tanık sağlam.
O konu kapandı.
Şimdi siz siyah beyaz göreceksiniz tabloyu. Renklisi çok daha güzel.
Ama son günlerdeki gündem tablonun içeriği, sanatsal yetkinliği değil.
Harem bir okul mudur?
Tartışma yanlış yerden.
Evet, okuldur.
Ancak öğretim değil, eğitim veriliyordu.
Ne eğitimi?
Dans, çalgı, davranış, dikiş-nakış eğitimi. Çok ileri gitmese de okur yazarlık “öğretimi”...
Doç. Dr. Özlem Kumrular da Kösem Sultan kitabında incelediği mektuplardaki yazım hatalarını özellikle vurguluyor.
Kösem Sultan yıllarca bir biçimde imparatorluk yönetmiş.
O özel aslında.
Ama haremden yetişme bir kadın. Feodal dönemde kadının yeri bellidir. Osmanlı sarayında da...
Onlara “eğitim” verilir.
Aman büyüsün de âlim olsun diye değil. Padişahımız efendimize her bakımdan lâ- yık hanımlık yapsın, devletimizin devamı ve geleceği için şehzadeler doğursun, soyun nereden yürüdüğü belli olsun, valide sultana, kadın efendilere iyi hizmet etsin, hoşça vakit geçirtsin, gönüllerini eğlendirsin diye... Saraya ve saray çevresine de kadınlar buradan sunulur.
Adları öyle vardır.
Onun için eğitilirler.
Şu da bir gerçek; Batı hareme bakınca başka resim görür. Sabahtan akşama cinsel zevk ve sefa...
Oysa batı saraylarından geleneksel olarak biraz farklıdır. At sürerek gelmiş bir hatundur, İslam kültüründe ağırlığı vardır.
Ama haddi o kadardır! Hizmetlidir.
Aşamaz.
Ancak okuma yazma bilmek de bilgiye ulaşmayı sağlar. Sarayda kafeslerde yaşayanlar değil, ama çevresinden kadınlar, “paşa kızları” diyelim sıçramanın önünü açarlar.
Biz de varız derler. Üretenler aşağıdan seslerini yükseltirler.
İşte biz üzerine bir de 1908’i, 1920’yi ekledik.
Cumhuriyet’le taçlandırdık.
Kimsesizlerin kimsesi olduk.
Harem okullarının duvarlarını yıktık; millet okullarını inşa ettik, ediyoruz.
Bendimize sığmaz taşarız.
Tutmaya kimsenin gücü yetmez.
***
Yalnızca kendi adlarını kirletmediler
İzmir’de Yaklaşık 8 yıl önce ‘suç amaçlı örgüt kurmak’, ‘nitelikli yağma’, ‘silahla yaralama’, ‘tehdit ve hakaret’ gibi çeşitli suçlardan tutuklandıktan sonra özel yetkili mahkemede yargılanarak 30 yıla kadar çeşitli oranlarda ceza alan 9 sanık, Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden yargılanmaya başladı. Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşmada sanıklardan bazıları reddi hâkim talebinde bulundu. Sanık Önder Ercan, “Vereceğiniz karara da heyetinize de saygı duymuyorum” dedi.
Veli Gürocak şöyle savunma yapmış: “Bizler paralel yapı olarak bilinen FETÖ’cüler tarafından uydurma suçlarla, yine paralelci hakimler tarafından akıl almaz cezalara çarptırıldık. Mahkemenizde adil yargılama yapılacağına inancım olmadığından dolayı reddi hakim talebinde bulunuyorum. Mahkemenizi ilgilendiren tek bir dosya vardır. Dolayısıyla yetkisizlik kararı verilmesini talep ediyorum.”
Diğer sanık Fehmi Sinan Aydoğdu, “Özel yetkili mahkeme tarafından hiç işlemediğim bir suçtan dolayı 19 yıl 8 ay hapis cezası aldım. Boşu boşuna hapiste yatıyorum. Siz paralel misiniz? Öylesiniz ve adil yargılama yapmayacaksınız. Ben de reddi hakim talebinde bulunuyorum” diye konuşmuş.
★★★
Düştüğümüz duruma bakar mısınız...
Söyledikleri gerçek mi?
Bilmiyorum.
Suçlu kim acaba??
Yargının haline bakar mısınız...
En fazla ne konuşurduk...
“A aa rüşvet almış...” gibi filan...
O da zaten her meslekte vardı. Bir süre sonra ortaya çıkar, kulağından tutulup ayıklanırdı.
Şimdi kim “suçlu”, ayırt edemiyorsunuz.
Bir “Cumhuriyet’in” kürsüsüne bakıyorsunuz, bir sanık sandalyesine...
İkisi de olabilir.
Saray koltukları?? O baştan bozuk!! Bir kenara ayırıyorum.
★★★
Ergenekon’un ilk başladığı zamanlardı. Meclis’in önünde yapılan bir toplantıda konuşmuştum. “Yargıçların da onuru için”... diye başlamıştım söze. Öyle ya biz nasıl olsa aklanacaktık, onu adım gibi iyi biliyordum. Ama savcıların, yargıçların da sorumluğu bizim omuzlarımızdaydı. Vakit erkenken geri dönün diye seslenmiştim...
İşin buraya varacağı belliydi.
Yalnızca kendi adlarını kirletmediler.
İşte bunun için hesap sorarım!!
***
YGS’de başarı nedir?
Eğer Aydınlık’ınızı sabah erken okuyorsanız şu sıralar Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) için 73 sınav merkezinde yaklaşık 7 bin 300 bina ve 117 bin salonda 2 milyon 178 bin 563 çocuğumuz ter döküyor olacak.
Başarı nedir?
Çok puan isteyen bir üniversiteyi kazanmak mı?
İstediğiniz, gönlünüzdeki mesleği yapmak mı?
Başka açıdan da baktığınızda...
Hilesiz hurdasız hatta hatasız sorularla sınav yapmak mı?
Gerçekten yetenek ve eğilim ölçen sistem kurmak mı...?
Ne çok soru var.
Ama yanıtı tek.
Bu hükümetlerle olmaz.
Baştan kokuyor.
***
Az ve öz bir Vatan Partisi yorumu
Geçenlerde deneyimli siyasetçi, uzun süre milletvekilliği ve Sanayi, Çalışma ve Milli Eğitim Bakanlığı yapan Ali Naili Erdem’le karşılaştık...
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’e uzaktan seslendi:
■ Tartıya koysalar ağır çekersin. Ama sayıyorlar. Az geliyor.
Şule Perinçek / 13 Mart 2016, Aydınlık