Şule Perinçek: Güneşin kütlesi nasıl hesaplanır

“Sınıf: 2+2=4

 

Ev ödevi: 2+6+4=12

 

Sınav: Kemal’in 4 elması var. Bunlardan bir tanesini arkadaşına veriyor. Güneşin kütlesini hesapla.”

 

...

 

Genç bir arkadaşımız yazmış sosyal medyada bunu. Genellikle Türkçe’yi katlederek, taklalar attırarak yapılan şu Gezi mizahından çok hoşlandığım söylenemez. Dili hırpalıyorlar. Çünkü o mizah dili bir süre sonra günlük konuşmaya giriyor ve yerleşiyor. Kargacık burgacık garip bir dil oluşmaya başladı... Kurallarını hiçe sayan, mizah yapacağım diye sözcüklerle oynaşan...Türkçe’deki çift anlamlı, ses benzerli sözcüklerle göndermeler yapan yazarlarımız da var. O da bir tarz.

 

Şunu da demiyorum elbette, gençler de alsın ellerine kitabı, Tolstoy çevirisi gibi konuşsunlar. Heyecan, delikanlılık, kıpırtı, o gençlikten gelen fokurtu, geleceğe ilişkin ütopyaları, dizginsiz yaratıcılıkları yansıyacak konuşmalarına... Ama bozmadan. Türkçe öylesine ifade renkli ve öylesine zengin bir dil ki... Yaratıcılığın önünü açmak, dili ustaca kullanabilmek için “bilmek” gerekir. Öyle bir araştırma var mı acaba, yeni gençler kaç sözcük kullanıyor günlük konuşmalarında. Görsel basın iyice kısırlaştırdı zaten.

 

Bir şey daha söyleyeceğim, söz sonra döneceğim asıl konuya. Sözcük sayısı olarak en zengin dilin İngilizce olduğu söylenir. Şimdi ben dilci değilim. Ama sözlüklerinde sömürgelerinde konuşulan İngilizce sözcükleri de aldıklarını biliyorum. Sayısal olarak öyle artırıyorlarmış... Bizde, hele Anadolu’da gezerken bazen öyle güzel sözcüklerle karşılaşıyorum ki, bizim sözlüklerde hiç rastlamadığım. Bazen not ediyorum, alıp kullanıyorum. Tam da oraya oturuyor. Yerel hazırlanmış bazı derlemeler oluyor. Nasıl rengarenk bir bilseniz...

 

Neyse, dönelim başa.

 

Yazının başında genç arkadaşımızın sosyal medyadaki sözlerini aktarırken niyetim eğitim ve öğretim sistemine ilişkin yazmaktı. Birden Gezi mizahından girdik, derken çıkamadık.

 

Aslında bir “zeka ve incelik” barındıranlar da var. Bu da onlardan biri.

 

Öğretim ve sınav sistemini pek güzel eleştiriyor.

 

Doğru mu doğru.

 

Okulda verdikleri bilgi ayrı, dersane ve evdeki ayrı, sınavdaki ayrı.

 

Ne ölçüyorlar?

 

Belli değil.

 

Bazen isim ölçüyorlar, örneğin. Amcasının adını taşıyan yeğen Fethullah Gülen bir biçimde dereceye girebiliyor. Sonra devran dönüyor. Derece elden alınıyor.

 

Zaten durmadan sınav sistemini değiştiriyorlar. Bazen dua ediyorum, “sen çocuklarımızı koru, eğitim bakanı bu hükümette değişmesin...” Birazı şaka, ama çoğu doğru!

 

Zor mu çözmek?

 

Yooo...

 

Eğitim ve öğretimin amacını doğru saptarsanız, sizi doğru çözümü önereceklere de, doğru çözüme de götürür.

 

Bu kadar basit.

 

AYIPLI MUHALEFET

 

Belli televizyon kanallarına ceza geldi. Eleştiriler art arda.

 

Eleştirecekseniz “neden geciktiniz, zamanında kesmediniz cezalarını” diye yapmak gerekir!

 

“Ulusal Kanal ödemeyi bir ay aksatsa ertesi gün ‘keseriz haa!’ diye yıllarca onların kapısına dayanıyordunuz ama” demeniz gerekir.

 

Nesnel olmak istiyorsanız, hakkı yenenden yana olmak istiyorsanız...

 

(Ben de çok iyi niyetliyim değil mi...)

 

Şu 15 yılı nasıl boğuşarak geçirdik.

 

Neredeydiniz?

 

Bol kepçe birilerine dağıtılırken, bizi engellemek için ellerinden geleni yaptılar.

 

Ses yok.

 

Hatta yüzümüze söylemedilerse, arkamızdan “Ama onlar da...” demişlerdir.

 

Hatta ne olur olmaz diye ekranlara bile çıkmaktan kaçındıkları günleri hatırlıyorum.

 

Şurama kadar doluyum.

 

Bırakın yavaş yavaş boşalsın.

 

Sonuna kadar yolu var.

 

BAK SEN ŞU IRKÇILARA!

 

Üç ay bütün Fransa’da olağanüstü hal ilan edildi. Sokağa çıkmayın deniyor. Bütün silahlı ve güvenlik güçleriyle terörün üzerine yürüyor. Sosyal yaşamı altüst etme pahasına elinden gelen önlemleri yaşama geçiriyor. Okulları tatil ediyor. Her yerde Fransız bayrağı. En büyüğü maçta. Milli marş dillerde. Sosyal medya ayakta, hesaplar bayraklarla donatılmış...

 

Bak sen şu ırkçılara!

 

Bak sen şu insan haklarını çiğneyenlere!

 

Bak sen şu militaristlere!

 

Bak sen şu teröristlerle “barış” yapmayanlara!

 

...

 

Yok, onlar Fransız!

 

...

 

Onların canı can.

 

...

 

Efendileri, efendi.

 

SAÇLARI KIPKIRMIZI

 

Mevsim değişimlerinde insanın saçları daha çok dökülür. Ne zamandır da vakit yok. Bir ara boşluk olunca berbere gittim saçımı kestireceğim biraz.

 

Azdı, çoktu... klasik muhabbet.

 

“Ooo” diyor berber, “genç kızların saçını bir görseniz... hiçbirinin başında saç kalmadı...”

 

-Evet, erkenden yirmili yaşlarında boyamaya başlıyorlar. Onu sürüyorlar, bunu sürüyorlar... dökülüyordur elbette...

 

-Ne yirmili yaşları... Geçen gün 13 yaşında kızını getirdi bir anne. Kızın saçları, işte şu koltuğun rengi gibi kıpkırmızı... Saçını kızıla boyamak istemiş, annesi izin vermemiş. O da artık nereden duyduysa toz meyve suyu içecekleri var ya, kaynar suyun içine atmış. Sokmuş kafasını tencereye. Böyle kıpkırmızı çıkmış. İnanın neler kullandım rengini açamadım. En sonunda dökülmeye başladı. Biz de kestik... 

 

Şimdi burada saçın ötesinde bir şey var. Saç dediğin, kökü bizde hesabı yeniden, azalsa da çıkar. O içecek tozunun markasını yazmıyorum, o adla anılıyor bütün tozlar. O boyalı içecekleri, yiyecekleri çocuklar tüketiyor. İçimizde yarattığı tahribatı bir düşünsenize!

 

Şule Perinçek / 22 Kasım 2015, Aydınlık