Şule Perinçek: Gelinlere, kızlara Otyam yazısı!

2012’nin Kasım ayı. Otyam’ların sergisi var. Akşam “Otyam dostları” hep birlikte Beşiktaş Belediye Başkanı İsmail Ünal’ın konuğuyuz. İşte o gün hellalleştik Fikret Abi’yle...

 

“Yaktın başımı” demiştim konuşmamda...

 

Herkes anılarını anlatırken biz de gitmiştik 8-9 yaşlarına...

 

İlk yazılarını okuduğum zamanlara.

 

Memleket aşkı yangını işte yüreğime o sıralar düştü...

 

Hiç görmediğim Urfa’ya, Fırat’ın dağları delen suyuna, elvan elvan bayırlara, yoktan yaratan o koca elli ırgatımıza, inat mı inat oğlak gözlü Yörük kızına, derdi büyük göçerlerine, Türkçemizin bal damlalarına, Şavak peynirinin tadına aşık olmuştum okudukça...

 

O hızla büyüdük, devrimci olduk

 

Gittik o hızla bir memleket aşığına aşık olduk...

 

Yaktın yüreğimizi Fikret Abi, demiştik.

 

Aşkların en güzelleriyle bezedin.

 

Can’la birlikte kocaman teşekkür borcumuzu yerine getirdik. O zamanlar Doğu Perinçek Silivri’deydi. Otyam’ın koyduğu adla “5. Ordu” görevinde... Düzmece Balyoz Planı’nda da “5. Ordu” adı geçmişti, çok gülmüştüm “görüyor musun yazarlık gücünü” demiştim...

 

Bir de birlikte Haymana Cezaevi maceramız var. Can’ın dördüncü yaşını kutladığımız parmaklıkların önünde... o küçücük savcının ettikleriyle...

 

Kara gün ak gün dostluğunu da öğrendik.

 

Sımsıkı, hesapsız kitapsız sarılmayı.

 

Hep ilk arayan olmayı...

 

Karşılıksız verme erenliğini...

 

Özel mülkiyete inat... Kime sorsam herkesin evinde bir Fikret Otyam tablosu var. Değdiğine verivermiş.

 

Neden “keçi” diye sorarlar hep. Ben gizliden gizliye bilirim. Çünkü keçiyi Türkçemize giren yanıyla tanırım. İki ön ayaklarıyla bir direnişi vardır. İnat mı inat...! İstemediği yöne boyun eğdiremezsin.

 

Kendine benzer.

 

Yaşamla da öyleydi.

 

Gazetecilikte de. Bizans’ın cam kulelerine bakıyorum da... biz onlardan başka eğitim aldık.

 

İnsana, keçiye dokunmadan olur mu... Kokusuyla dokusuyla... inadıyla...

 

Az mı kırmaya çalıştım Nuh’tan sonrasını. Yazılarında yazım hatasını bir, iki üç yapınca dergide, gazetede “yazmam artık!” der... Araya girmekten bıkıp aylarca karşılıklı okumasını ben kendim gidip yapmıştım.

 

Neyse ki Özlem Konur girdi devreye, son yıllarında aileden biri oldu. Öyle demeyin, önemli! Virgülün yerinden çıkan tartışmalar böylece bitti.

 

En son Aralık 2014’te birlikte Antalya’da gece geç saatlere kadar sazlar çalındı sözler, gönüller bir oldu... Yemeğin başlarında bir ara Fikret Otyam esti gürledi:

 

-İl başkanı kim!

 

Yalçın Antmen yeni göreve gelmiş. Doğu Perinçek tahliye olduktan sonra belki ilk görüşmeleri. Benim yanımda oturuyor. Hiç bakamadım. Sesim soluğum kesildi. İşaret ettik.

 

-Senden şikayetçiyim! Genel Baş- kanının yanında söyleyeyim...

 

Otyam tam karşımda oturuyor. Gözleri artık çok iyi görmüyor. Ama öyle dikmişiz bakıyoruz.

 

Masanın altına sığabilirim, o kadar ufaldım oturduğum yerde.

 

-Partiye üye oldum. Rozeti taktınız. İki ay aidatımı ödedim. Sonra bir daha kimse gelmedi.

 

Ohh ya!

 

Ohhh kurban olduğum sanatçı!

 

Kurban olduğum örgütlü, Partili sanatçı!

 

Gazeteci, yazar, ressam...

 

Vicdan!

 

10 çarpı aidat miktarı, artı 12 çarpı aidat miktarı, toplam... vb... hesapladı.

 

-Artık taksit yapacaksın...

 

Ne taksidi! Elimizden gelse Yalçın Bey’le ikimiz bölüşüp tek çekim, üzerine gecikme faizi ekleyeceğiz...

 

Bunu o zaman yazmışım. Sonunda da “Aman şikayetin bu olsun! Keşke herkes yapsa aynısını. Ben de gelinlere yazdım zaten, itiraf edeyim...” demişim...

 

Bu kez bütün yazı onlaradır.

 

Arkadan ağlamak bize göre değildir.

 

***

 

İki balık neden kavga eder?

 

“Bir suda iki balık kavga ediyorsa bilin ki, oradan beş dakika önce uzun bacaklı bir İngiliz geçmiştir.”

 

Bu bir Kızıldereli atasözü. Şeref Gül aktarmış.

 

Atasözleri, adı üstünde yaşanmışlığa dayanır.

 

Emperyalizm yaşadıkça da balıkların kavgasına çok tanık oluyoruz.

 

Adları değişik olsa da taktik aynı.

 

İngiliz gitti, uzun bacaklı Amerikan geldi.

 

Bölgemize bakın.

 

Deniz bizim.

 

Hepimize yetecek kadar su var, yosun var.

 

Al gülüm ver gülüm yapacağımıza...

 

Gül gibi geçineceğimize...

 

Kavga ettiriliyoruz.

 

***

 

ÇARE BU MUDUR?

 

-Milletin iradesine uymamız lazım!

 

-Nedir o?

 

-Koalisyon!

 

-Kim kim?

 

-CHP-AKP.

 

-Yok yav!

 

Bu milleti Anayasa değişikliğine, açılıma, bölünmeye ikna etmenin yolu buradan geçiyor.

 

Kimin iradesi dediniz??

 

Taaa seçimlerden önce bu proje dillendiriliyordu.

 

Yoksa gerçekten “milletin” iradesine kulak verecek olsanız, gerçekleri duyarsınız.

 

Millet terör bitsin istiyor!

 

Huzur istiyor!

 

Karnı doysun istiyor!

 

Çare bu mudur?

 

Terör de bunu istediğine göre bir yanlışlık olmalı.

 

Hem millet ne demiş?

 

Kimseyi tek başına iktidara layık görmemiş.

 

Hiçbirinize tam güvenmiyorum demiş. 

 

Doğru okuma budur.

 

Şule Perinçek / 16 Ağustos 2015, Aydınlık