Gaziantep’teyim. Vatan Partisi il kurultayı, Öncü Kadın kahvaltısı, mahalle toplantıları...
Hangi ilimize gitsem özeldir. Laf olsun diye söylemiyorum. Her kentte, bazen ilçede derinlerden gelen değişik bir medeniyetin, kültürün izini mutlaka sürersiniz. Yalnızca müzelerinde tarihi kalıntılarında değil. Bu türküsünden, oyunlarına, müziğinden yemeğine peynirine, ekmeğine kadar bir özellik başkalık, renk çeşidi yaratıyor...
Ondan mı bu kadar aşığım bu memlekete... Ondan mı içim titriyor göze gelecek diye...
Antep de bu özeller arasında. Biraz daha da mı özel. Zenginliğin ve ticaretin, onun da geliştirdiği girişimciliğin kenti.
Yemeklerini anlatmayacağım. Artık tescillendi biliyorsunuz. Gastronomi dalında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) “Yaratıcı Şehirler Ağı”na katılmaya değer verilen az sayıda kentten biri.
Bir Antepli kocasının arkasından şöyle demiş:
-Öldü ama aç gitmedi hiç olmazsa...
Başka tanıdık bir Antepli. Seyfi arkadaşın toprağına bol rahmet yağsın:
-Yemek yedin ya... beş adım sonra tansiyonun 22’ye vurmazsa... yemek boşa gitmiştir...
Ekonomik bakımdan şimdilerde durum bozulunca nohut dürüme geçilmiş. Ama keyif tamam.
Şakası bir yana...
Antep Türkiye ekonomisinin nefes borularından biri olmuş hep. Küçük, orta hatta en büyüklerle yarı- şan kuruluşları var. Vardı...
Ne yazık ki terör belasından burası da payına düşeni alıyor.
Yalnızca bombalar değil.
Ağır bir göç yükü altında.
Uzun zamandır böyle de... Sık sık şunu duyuyorsunuz:
-Araştırmalara göre yüzde sekiz kalmış eski Antepliler...
-Görgülü ve güzel...
-Kültürlü ve mütevazi...
-Latif ...
-Antep artık yok... kayboldu...Önümüzden akıp gitti...
-Alaybey’de zengin fakir birarada yaşardık. Kimse kimseye gösteriş yapmazdı. Şimdi öyle mi ya...
Ondan sonra başlanıyor “görgüsüzlükler” anlatılmaya..
Sonra da ekleniyor “Artık her yer böyle...”
Gaziantep’in de çarşıları boş, esnaf oturuyor. Bir hareketsizlik... Çarşıda dükkanda oturduk, sohbet neredeyse bir saati geçti... İçeri giren olmadığı gibi, önünden geçen de yok...
Ama Gaziantep’e gelince şu gerçeği ete kemiğe daha kolay büründürüyorsunuz.
Yurtta barış, komşularla barış... yurtta birlik ve dirlik, bölgede birlik ve dirlik... Kimse bizi tutamaz!
Eski bulunduğu yere değil, şu sıralar yüklendiği sorumluluklar açısından bu lider kenti elbirliğiyle daha ileriye taşımak zorundayız. Gaziantep, Batı Asya ve Avrasya’nın merkezi ve yıldızı olmayı hak eden bir kentimiz. Antep’in başarısı Türkiye’nin ve bölge ülkelerin de başarısı olacaktır.
Ama işe, işin beyninden, Ankara’dan başlamak gerekmez mi...
Ne yapayım bütün kapılar oraya açılıyor.
Ya da şöylesi daha mı doğru... “kapanıyor”...
Anahtarı bendedur!!
***
Kimi bakan yapsak
Bu bir yine biz dememiş miydik... yazısı. Peşin peşin söyliyeyim de... Belki artık bıkmışsınızdır, okumazsınız. (“Gülen surat” işareti nasıl yapılı- yor düzyazıda? Galiba şöyle :) Neyse siz anladınız... Gelelim yazının ciddiyetine.)
Dünya gazetesinin başyazarı Osman Saffet Arolat 17 Mayıs’ta “AK Parti Kongresi’nden ne beklemeliyiz” diye bir yazı yazdı. Yeni kurulacak AKP hükümetinde artık “Batılı finans çevrelerine güven verecek bir isimin yeni dönemde hükümette yer alması söz konusu olmayacak mı? Önemli bir değişim mi söz konusu...” diye, adı kulislerde bakan adayları arasında geçen bir kişiye sormuş Arolat. Şimdiye kadar gerçekten hep böyle olur, ekonomi yönetimi için bu tartışılırdı. Kimi bakan yapsak da, Batılılardan daha rahat sıcak para alsak gibilerinden... Ali Babacan ve Mehmet Şimşek tipik isimler...
Neyse...
Verilen yanıtı özetleyerek aktarayım:
“2009 yılı sonrası dışarıdan krediden çok kendi üretim gücümüzü çekici kılarak, o alana yatırıma gelecek Batılılara ihtiyacımız vardı. Böyle bir gelişme için yeraltı ve yerüstü kaynaklarımıza, üretim gücümüze ve coğrafi yapımıza dayalı bir çağrıyı yapıp Batılıları buna ikna edemedik.”
Ne derece doğru burası bilmiyorum.
Geçelim, devam edelim:
“Finans piyasalarında da çalkantı gündeme gelince büyümemizde önemli duraksama, gerileme yaşadık. Şimdi Batı’ya kendi üretim gücümüzle güven verip, finans sektöründe kazanç yerine bizimle üretim ortaklığı yapacak, onlara cazip gelecek üretime ve ihracata dayalı bir iş- birliğine gereksinimiz var” diyor yeni aday.
Yeni dönemde 25 dönüşüm projesini, eylem planlarını ger- çekleştirecek, üretim gücümüze dayalı bir modeli pazarlanacakmış. Bunu yaparken talep enflasyonunu ortadan kaldırmak için faizi düşürüp arzı artıran, üretimi geliştiren bir enflasyon mücadelesini gündeme alacaklarmış.
Üretime dayalı bir ekonomi??
Ne zamandır söylüyoruz. Türkiye’nin “mecburiyeti”!
Bu hükümetlerle yapabilirler mi???
(Dikkatinizi çekti mi, bilmiyorum. Üç soru işareti koydum yan yana... Yer olsa artırabilirdim.)
Bakalım, izleyeceğiz.
Şule Perinçek / 22 Mayıs 2016, Aydınlık