Şule Perinçek: Eşekliğin ölçüsü

Yollardayım. Hem de köy yollarında. Zıplaya hoplaya... Bir elimle bilgisayarımı tutmaya çalışıyorum. Öte yandan da beni vaktiyle aylarca dümdüz yatağa ve çelik korselere bağlayan boyun ve bel fıtığıma sahip çıkma mücadelesi veriyorum. Bana bu hafta izin verseniz... Yaz, kar, buz, tatil, iş yoğunluğu, hastalık, hatta ölümlü kayıplar demedim... biliyorsunuz... sizlerden hiç ayrılamadım...

 

Aslında şimdi kolay. Dizinin üzerinde yazıyorsun. Pıt. Bir tuşa basıyorsun gidiyor, İstanbul’a yazıişlerine. Yıllarca elimle, kağıt kalemle yazdığım bile oldu. Fakslamaya çalışırsın. Tam yarısına gelir. Kesilir. Ter içinde. Hadi bir daha, bir daha..

 

Diyeceksiniz ki, sende de laf çok. Peki, neden bir gün önceden yazmadın... madem yola çıkacaktın. Onda da kardeşim, kabahat sizde. Türkiye toplumunda bu nasıl bir canlılıktır! İzlerken bile insanın nefesi kesiliyor... Heyecan, değişim, saat başı alt üst oluşlar... Akşam yatıyorum başka, sabah kalkıyorum hadee bambaşka... Hepsi gidiyor çöpe... Mecburum uzun bir süredir sabah yazmaya.

 

Bana “İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan kadınlara benziyorsun” derler. Kenarda köşede hep yedeklerim vardır. Undur, bulgurdur... ve de her zamanlı yazıdır... Ama hepsini ondan yapamam.

 

Sizler benim baştacımsınız... Velinimetimsiniz...

 

Dün (26 Ağustos) Hıncal Uluç dostumuz, “yuh olsun” diye bir yazı yazdı. Gelin bir bölümünü birlikte okuyalım:

 

“Gece saat on bir civarında eve döndüm. Yatmaya hazırlanırken ‘Ne var, ne yok’ diye haber kanallarına bakmaya karar verdim. Açtım.. Sabahtan beri ‘Kırmızı’ yazı dönüyorlar ya, âdetleri üzere.. İlk geçen haberi okudum.. Altı saat önce ben evden çıkarken bu haber ‘Son Dakika’ diye geçiyordu. Hâlâ ‘Son Dakika’ diye geçiyor.. ‘Yuh size’ dedim, yattım..

 

Öyle öfkeliyim ki, ertesi sabah açmadım bile hiç birini.. Ofise geldim. Odama girdim. Yasemin açmış, hazırlamış her günkü gibi haber ekranını.. İster istemez baktım..

 

Bir gece evvel “Yuh olsun” dediğim altı saatlik haber, ertesi sabah hâlâ aynı kırmızı yazı, aynı “Son Dakika” uyarısı ile geçmiyor mu?.

 

Son Dakika’nız başınızda paralansın sizi ruhsuz, saygısız, tembel, gazeteciliğin “G” sinden uzak adamlar?.

 

Kabahat sizde değil, sizi oraya koyanlarda..

 

Yahu içinizde bir tane mesleğine aşık, bir tane ‘Fark yaratmak’ isteyen, bir tane gazetecilik yapmayı düşünen ‘İnsan’ yok mu?.

 

Diyelim yok?. Yahu o kanalın yöneticileri, patronları içinde bir, tek bir kişi kendi kanalına arada sırada göz atmaz mı?. On dakika baksa görecek rezilliği.. Ama kendi kanalını izleyen sahip, ilgili, yetkili yok.. Belli..

 

Ondan meydan boş zaten.. Ondan ‘Haberciliğin H’si’ yok Haber Kanallarında.. Hem de yıllardan beri.. Anlayın ilgisizliği.. Anlayın gamsızlığı.. Anlayın izleyiciyi eşek yerine koymanın ölçüsünü..”

 

★★★

 

İşte biz eski topraklarda yetişmiş gazeteciyiz.

 

Ölçümüz budur.

 

Eveet, uzun uzun girişin kısası... Bu hafta yazamıyorum. İzin istiyorum.

 

Ne zormuş.

 

Dolandım durdum.

 

★★★

 

Bayramınız kutlu olsun.

 

Daha büyük zaferlerde buluşmak üzere.

 

Belki yarın, belki yarından yakın...

 

Şule Perinçek / 28 Ağustos 2016, Aydınlık