Şule Perinçek: Dolar yasaklansın! Bir milyon 300 bin imza

“Dolara hayır, Türkiye'de Türk Lirası- Türk Bayrağı”!


Yıl 2001.


O zamanki adıyla İşçi Partisi “Dolar yasaklansın, Türkiye'de Türk Lirası” kampanyası açtı.


Genel Başkan Doğu Perinçek, kolları sıvadı eline kovayı aldı. İlk afişleri astı.


İşçi Partililer Ankara'da Sakarya caddesinde eylem yapıyor.

12 Temmuz 2001. İşçi Partisi Genel Başkanı afişte...
12 Temmuz 2001. İşçi Partisi Genel Başkanı afişte...

“Ne ABD ne AB, bağımsız Türkiye!”


İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın “dolar bakanı” diye seslendiği Kemal Derviş'i eleştiriyor. Hükümetin ülke kaynaklarını kullanmak yerine IMF politikalarını desteklediğini söylüyor. Türkiye'nin içinde bulunduğu kötü durumun çaresinin iki sözcükten oluştuğunu belirtiyor: “Dolar Yasaklansın!”

2001 krizine karşı imza kampanyası. “Dolar yasaklansın. Türkiye'de Türk lirası, Türk bayrağı.”
2001 krizine karşı imza kampanyası. “Dolar yasaklansın. Türkiye'de Türk lirası, Türk bayrağı.”

Kısa sürede bir milyon 300 bin imza toplandı.


İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı, 27 Mayıs'ın önderlerinden Suphi Karaman başkanlığındaki heyet “Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu'nu yürürlükten kaldıran 32 Sayılı Kararname'nin iptali için gerekli yasal girişimin yapılması” istemli dilekçeyi, TBMM Başkanlığı Özel Kalemine verdiler. 
Daha sonra da 67 klasörden oluşan imzaları, Genel Evrak ve Arşiv Müdürlüğü'ne teslim ettiler. Suphi Karaman, gazetecilere yaptığı açıklamada, TBMM Başkanı Ömer İzgi'nin, “çalışmalarının yoğunluğu” gerekçesiyle randevu istemlerine yanıt veremediğini bildirdi. Ulusal paranın, ulusal egemenliğin simgesi olduğunu belirten Karaman, vatandaşların doların yasaklanmasını istediğini söyledi. Karaman, “Ulusal egemenliğimizi ve Türkiye'nin toprak bütünlüğünü büyük tehditlerle karşı karşıya bırakan 32 Sayılı Kararname iptal edilmeli, Türk Parasının Kıymetini Koruma Kanunu yeniden yürürlüğe konulmalıdır” dedi.


O zamanlar kimi bıyık altından güldü...


Bu İşçi Partililer hep ABD'ye karşılar ya ondan... dediler. Ciddi bulmadılar. Hiç olur mu dediler...


Bugünü göremediler.


Yapısal değişiklik değneği dokundurmakla olmuyor.


Kimi zaten “çağdaşlaşmanın, küreselleşmenin” baş destekçisi ve uygulayıcısıydı.


Kuzuyu kurda teslimde yarışıyordu.


Kimi de zaten “kriz körükleyiciliğin” baş görevlisiydi.


Kriz geldi hükmünü sürdü.


Zaten yuvarlana yuvarlana 1980'lerden bu yana sarmala girdik. 12 Eylül iktidarlarıyla '88 yasal ve yapısal değişiklikleri geldi. '94 “son sosyal devlet”...!
2001 krizi ağırlıklı olarak Asya ve Latin Amerika ülkelerini ve Rusya'yı etkisi altına aldı. Bir değişim dönemiydi. Çok kutuplu dünyaya geçiş süreci.


Nitekim ağır IMF reçeteleri gündeme geldi. Türkiye'nin başına üretimden vazgeçmenin ağır sonuçlarını, birilerinin çıkarlarına uygun bir biçimde yönetecek iktidarlar tasarlandı. BOP haritaları masaya kondu. Saat çalışmaya başladı.


Yakın tarihlere kadar kendi kendine yeten bir ülke iken, borç kancasına takılan bir ülke haline getirilmişti. 15 günde 15 yasa çıkardılar. Bölgesel işbirliklerinden sıfır komşuluğa doğru hızla sürüklendi. Bedenini, Mehmetçiklerinin kanını satan bir Türkiye. Kürdünü kurda kuşa yem atan bir ülke...


2009 krizi küreseldi. Sistemin tıkanmasının, nefes darlığının sonucu dünyayı sardı. Çin gibi kendine “güvenli” ülkeler sallandı, ama yoluna devam etti. Bu kadar dış borca bağımlı, üretimden kopuk Türkiye gibi ülkelerin ekonomisi ise dışarısı hapşurunca ister istemez yataklara düştü. Tekstil ihracatındaki düşüş, turizmde daralma, yabancı paranın kaçışı... işsizlik... doların fiyatının artışı...


Ülke milli geliri 2008’de 742 milyar dolardı. 2009’da 617 milyar.


Geleceğimizin üzerindeki ipotek arttı.


Bu aynı zamanda Türkiye'nin mecburiyetlerini de gündeme taşıdı.


2016 krizini tetikleyen yine bir “Anayasa” meselesi midir?


2016 krizinin dünya piyasaları ve ekonomileriyle ilişkisi nedir?


AB ve ABD'deki siyasi gelişmeler ve Türkiye ekonomisi arasında bir bağlantı var mıdır?


2001 ve 2009 krizlerinden farklı mıdır?


14 yılda ortalama yıllık 38 milyar dolara yakın bir dış kaynak akışına bağımlı bir ekonomi.


Hayırlı bir iş için mi?


Üretimin beline kazma vuruldu.


İç talebe dönük, inşaat gibi döviz kazandırmayan sektörlerde, tüketici borçlanmasında kullanılan borçlar... Türkiye’nin cari açık sorunu çan çaldı. Yüzde 40’ı kısa vadeli dış borç stoku milli gelirinin yüzde 60’ına yaklaştı.


Birikmiş geliyor. 2015'te tepe yaptı. Ertelendi, doldu taştı.


Türkiye hizadan çıktı.


Sıcak para girişi dibe vurdu.


Ekonominin kırılgan olduğu doğrudur.


Beslenme bozukluğu olan çocukların da kemik yapısı öyledir.


Terörle, sıfır komşuyla, sıfır tarımla, hayvancılıkla, iç huzursuzluk ve bölücülükle, Cumhuriyet'e, laikliğe indirilen darbelerle, boyun eğen hu çeken kaderci kültürel insan yapısıyla elbette sağlığınızı bozdular.


“Düğmeye basarım haa”, diyor, “bir gecede keserim nefesini” diyor. Sıkıştıklarında, bir şey dayatacakları zaman, korktukları zaman emperyalist devletlerin klasik tehditleri.


Ne yapacağız ?


Aman etme eyleme, ne diyorsan yaparım...


Düğmeye uzanan parmağın sahibine böyle mi diyeceğiz?


Onun için o duruma düşürmüş.


Dış borç eroin bağımlılığı gibi.


Elle çevirme artık zaten mümkün değil. Makineyi yağlamak çarkların dönmesine yetecek bir enerji sağlaması mümkün değil.


Darbe kalkışması.


Klasik derecelendirme kuruluşlarının not düşürmesi.


Trump'ın izleyeceği ekonomi politikanın işaretleri.


İçeri dönecek duvarları çekecek, istihdamı artıracak.


Cazibesini yitirebilir mi Türkiye, ya da rafa kalkar uygun zamana kadar.


Dış borç milli gelirin yüzde 60’ına kadar vurdu.


Döviz açığı olanların paniği arttı.


Banka mevduatında dolarlaşma başladı.


Dövizin payı yüzde 40’ı buldu.


Dolar düzenli bir biçimde yükseldi.


Bu kez “teğet” hiç mümkün değil.


Bünye hasta.


Özel şirketlerin döviz açığı 2009’da 67 milyar dolardı. 2016’da 211 milyar dolar. Kurdaki artıştan etkilenecekler. İthal girdiler de maliyet enflasyonu da yaratacak.


Sanayi ne kadar direnebilecek? 1300 TL asgari ücretin yüz lirasını devlet karşılıyordu. 2017'de bitecekti, devam kararı aldılar. Çare olabilir mi? Zam talepleri sıkıştırıyor.


İşten çıkarmalar artacak.


Aslında sıkışıklığın başındayız.


İç piyasada daralma basıncı arttıracak... Belki de gördüğümüz son tek haneli enflasyon.


Bankaların etkilenmemesi olanaksız.


Dış pazar?


Avrupa’da ekonomi sıfır büyümede.


Komşu pazarlarını elbirliğiyle kapattılar.


Umutsuzluk.


Güvensizlik.


Terör.


Dükkanı kapatıyor muyuz yani?


Yeni dünyada, daha güzel dükkan açmak varken??


“250 doları bozdur, makbuzu getir, bir tas yemek bedava”...


Bu mudur?


Ya da son açıklanan yüzeysel “teşvikler”??


Aspirinle tedavi??


Hayır! Ameliyat ekibi görev başına. Bugünü dünden gören, her ne dediyse çıkan “Türk hekimleri”!


Hekim dediğiniz, falcı değildir. Bilim adamıdır. Ondan hastalığı ve çarelerini bilir.


Keşke hastalık bu kadar ilerlemeden gelseydik.


Neyse...!

 

 

Şule Perinçek / 11 Aralık 2016, Aydınlık