Şule Perinçek: Dışişlerinin ihtiyacı yokmuş

Kaynak Yayınları yine devletin yapması gerekeni yaptı, AİHM Büyük Daire'sinin Perinçek-İsviçre Davası kararını Türkçe, İngilizce, Fransızca özgün metinlerden eksiksiz bastı.


Kazanımlarımızı bilelim.


Özellikle çok dış politikada çok ihtiyacımız var. Bağımsızlığımız, birlik ve bütünlüğümüz için çok ihtiyacımız var.


Görevim gereği birçok ülkeye gidiyorum. Serde Mülkiyelilik var. Gerçi artık benim yaşıtlarım yavaş yavaş büyükelçilikten emekli oluyorlar. Ama bu eş dost meselesi değil. Nasıl yakıcı bir ihtiyaç olduğunu biliyorum. Özellikle Amerika'da. Neden? Orada çok Ermeni yaşadığı için mi? Hiç ilgisi yok. Kemaliye'lilerin “âlâ gözlü” dedikleri o çok zor söylenen uzun havalarının yorumu bizim evde özel bir kayıttan dinlenir. Söyleyen de Kanada'da yaşayan bir Ermeni memleketlimiz.


Bu Ermeni meselesi değil ki... Dün de emperyalist devletlerin meselesiydi, bugün de.



ELLERİNDEN ARAÇLARINI ALDIK

 

“Soykırımcı” yaftası bugünler içindi. Büyük Ortadoğu Projesi içindi. Kürt Koridoru içindi.


Bu davayı kazanmakla bağımsızlığımıza, birlik ve bütünlüğümüze yönelik bir saldırıyı bertaraf ettik. Ellerinden uzun süredir inşa ettikleri “araçlarını” aldık. Ayağımızın altında çiğnedik çiğnedik, AİHM kararına yazdırdık...


Bir büyükelçiliğimizde konuşuluyordu. Biz de toplantıya katıldık. Öylesine geri noktadan, alttan alan bir hava vardı ki, neredeyse özür dilenecek. Daha yeni davayı kazanmışız. Kararı çıkarmışız. Dayanamadım.


Uzun bir konuşmanın ilk cümlesi şöyleydi: “Ben yıllarca boşuna mı hem Doğu Perinçek'e hem Mehmet Perinçek'e her hafta Silivri'ye çamaşır taşıdım...”
Evet, biz bu dişe diş siyasi ve hukuki mücadeleyle Türkiye ve bölgemiz üzerinde oynanan oyunları bozmuşuz. Dimdik durup “Biz vatanımızı savunduk. Soykırım yapmadık. Bu emperyalist bir yalandır!” diye yüzlerine haykırma hakkını bedellerini ödeye ödeye kazanmışız. Bugün o aynı kanlı emperyalist, darbeci elin vatanı bölmesine engel çıkarmışız...


Partimizin “suçlarından” biri, özellikle Mehmet Perinçek'in ise en büyük “suçu” buydu. Sen misin arşivlere girip sabahlara kadar aç susuz çalışan. Belgeleriyle yalanı açığa çıkaran, oyunumuzu bozan; al sana...!


İşte şimdi tasfiye oluyorlar.



ENGELLER AŞILDI

 

Bu “engelden” çok rahatsız olan kamu görevlisi ve siyasetçi pek çoktu o zamanlar. Onlar da görev adamıydı. Sonuna kadar uğraştılar. İlk Lozan'a gidişimizden bu yana o süreçte, sanmayın ki yalnızca İsviçrelilerle, Almanlarla, Fransızlarla mücadele ettik. Amerikanca konuşan kendi ülkemizin görevlilerinin “olmaz, beceremeyiz” demelerine az mı tanıklık ettik. Birini aşıyoruz, bir bakıyorsun başkasını getiriyorlar. Dağlar bayırlar aşırdılar bizlere.
Nefesimiz kesilir sandılar.


Yanıldılar.


Cezaevleri bile yetmedi.


En son hatırlıyorum. “AİHM'ye gitmesin Doğu Perinçek. Kaybedeceğiz.” diye bir bakanımız cezaevine benimle haber göndermek istedi. “Ben söylemem” dedim. “Buyursun kendisi iletsin bu fikrini”...


En son dönemde, özellikle dışişleri bakanlığı destekledi. Yine de her adımda tartışa tartışa.


Süreç boyunca gerek emekli gerekse görevdeki vatansever konsoloslarımız, başkonsoloslarımız, büyükelçilerimiz kimi zaman kendi mesleki geleceklerini de masanın üzerine koyarak destek oldular. Önümüzü açmaya çalıştılar. Siyasetçilerimizi, kitle örgütlerimizi, vatandaşlarımızı saymaya bile kalkmıyorum. Onlar her zaman vatan savunmasında görev başında.



BİTTİ BU İŞ

 

Şimdi devletimizin elinde kapı gibi derler ya aynen öyle karar var. Hatta kararlar var. Bitti bu iş.


Bilim olgulara dayanır.


Avrupa Üniversitelerinin hukuk ve siyaset bilimi fakültelerinde Perinçek-İsviçre davası ders olarak okutuluyor. “İhtiyacımız yok” demiyorlar. İlginç, değil mi... Bir Alman profesör Hofer, seminerine “Sözün Gücü” başlığını vermiş. “Doğu Perinçek bir söz söyledi, hukuk oldu” diyor. Artık yargıda ve bilimde görüş birliği oluştu:


“1915 olayları hakkında soykırım hükmü veren yetkili mahkeme kararı yok. O nedenle Ermeni soykırımı hukuken geçersiz.”


Böylece Batı ülkelerinde yalnız konuşma özgürlüğünü kazanmadık, Ermeni soykırımı iddiasının hukuken geçersiz olduğunu da mahkeme kararına geçirdik.
Daha iyisi olabilir miydi.


Bakın soykırımın yüzüncü yılında neler planlıyorlardı; ne oldu...


Şimdi bizi yargılayanlar, şikayetçi olanlar takır takır tazminatları ödüyorlar.


Bazıları da derneklerinin kapılarını kapatıp kaçmış. Avukatları zaten davadan çekilmişti.



İÇ CEP KİTABI

İşte her elçilik görevlimizin, yurtdışındaki temsilcimizin elinde bulunması gereken “başucu” bile demek doğru değil, akşamdan akşama anlamına gelir belki, “iç cep kitabı”!


Her memurun, temsilciliğimizin kapısındaki görevliden en üst düzeyine kadar. Ticaret ateşesinden, askeri ateşeye kadar... bu kitabı yanında “kapı gibi” bulundurmalı.


Özenip bezenip hazırlamışız, basmışız.


Ellerine götürmüşüz.


Dışişleri bakanlığının ihtiyacı yokmuş.


Bir tane bile almayacaklarmış.


Kaynak Yayınevi'ne verdikleri yanıt bu.


Bu kitap dışarıda peynir ekmek gibi kapış kapış satılacak bir kitap değil ki... Köşeleri dönmek istesek ne diye bununla uğraşalım.


Biz görev yapmışız.


Keşke, hatta bütün süreci onlar gerçekleştirselerdi, biz de destekleyip elimizden geleni önlerine serseydik. Aydınlık, Ulusal Kanal, Kaynak Yayınevi...

 

 

SALONDA DEĞİL, ALANDALAR

Dışişleri Bakanlığımızın “ihtiyacı” yokmuş.


Bir tanesine bile!


Anlaşılan AB'nin ve çeşitli ülkelerin parlamentolarının sözümona “Ermeni soykırımı” kararlarını kaldırma diye bir sorunları yok. Ermeni soykırımı yalanını ders kitaplarından çıkarma diye bir dertleri de yok. Varsın gurbetçi çocuklarımızın suratına haksız yere, “atadan soykırımcı” oldukları şamarını her gün küt küt vursunlar!


Öyle büyükelçiler tanıdım ki... önünde saygıyla dimdik durduğum. Ya da anısını örnek aldığım. “Monşer” dendiğinde siper olduğum.


İlk kitabımızı ağlayarak okumuştu Gündüz Aktan hocam.


Onların çok “ihtiyacı” vardı. Çünkü savaşıyorlardı.


Var. Çünkü savaşıyorlar.


Salonda değil, alandalar.


***

Havaalanındayım. Yurtdışı yolcularına her gün ücretsiz gazete hizmeti verilir. Şu gördüğünüz fotoğrafı orada çektim.


Ey yetkililer size soruyorum!


“Neden Agos gazetesi var” diye değil.


Ayda yılda bir kişi de olsa hadi, vatandaşımıza hizmet hizmettir diyelim.


Ama şu soruyu sormak sonuna kadar hakkım.


Neden Aydınlık yok?


Neden Dışişleri Bakanlığının bu kitaba “ihtiyacı” yok?


Kim yanıt verecek bana?


Dışişleri Bakanı? Başbakan? Belki de şimdiden Cumhurbaşkanı!


Bekliyorum.

 

 

Şule Perinçek / 20 Kasım 2016, Aydınlık