Şule Perinçek: Devlet yok! Kadın yok!

Bir de ben yazmayayım diyorum.

 

Yaz vakti.

 

Sıcak.

 

Sıkıntı sıkıntı... zaten...

 

Geçen haftaya bakıyorum.

 

Nereden tutsan beter.

 

Elim varmadı. Erteledim erteledim... 15 tarım işçisini... 13’ü kadın. Asma yaprağı toplamaya gidiyorlardı. İnceciklerinden, özenle... güzel dolmalar saralım diye... Bizim için. Âdettir asma yaprağı gibi narin tutulması gereken o kadınları- mızı üst üste yığarlar. Köylük yerde traktörün römorküne ya da kamyonetin açık kasasına. Şehirde minibüse. İkitelli’de selde boğulan işçi kadınları anımsayın. Güya servis minibüsüydü. Penceresi bile olmayan, yük taşınan bir araç. Kapıyı açıp çıkamamışlardı.

 

Aylarca yağmur yağdığında nefesimi tuttum.

 

Of... oof...

 

Yeni tarım işçileri eklendi.

 

Ardından öykülerini okudum.

 

Biri.

 

Bir gazetenin Ege ekinde.

 

Kocasıyla mezarının başında konuşmuşlar.

 

Adamcağız kalp hastası. Çalışamıyormuş. Evin reisi kadın. 30 TL günlüğü. En son çıkarken televizyonun üzerine para koymuş. Çocuklara bayramlık al diye tembihlemiş...

 

Dönemedi.

 

Göremedi.

 

Of... oof...

 

Ölenlerin çoğunluğu “mevsimlik tarım işçisi” değil, çiftçiymiş. Kendi bağ ve arazilerindeki işleri bitiren köylüler geçinemedikleri, ek gelir sağlamak için komşu köylere yaprak toplamaya gidiyorlar.

 

Kilosu bir buçuk lira...

 

Ertesi gün yine komşu köyden traktör kasasında 15 yaşındaki torunuyla yaprak toplamaya giden Hasan Civelek’le konuşmuşlar:

 

-Tehlikeli olabilir, ama dikkatli olmazsan tehlikeli. Yoksa dünyada insan kalmaz. Köy yerinde çiftçi nasıl gidecek? Çiftçinin başka çaresi yok. Motoru kullanıyoruz. Bu zaten çiftçi için çıkmış. İşin doğrusu amelenin, açık arabayla götürülmemesi gerekiyor ama yıllardır böyle olmuş. Devlet yok ki. ‘Çiftçi ölmüş’ diyorlar. Zaten evvelden de ölmüştü çiftçi...

 

***

 

“Devlet yok! Çiftçi ölmüş!”

 

En ucuz yük kadın işçiymiş... Kadın tarım işçisi hele!

 

Of... Oof...!

 

***

 

Demekle olmuyor, biliyorum...

 

Çalışıyorum.

 

Devlet olsun, çiftçi yaşasın, kadın işçi, hele de kadın tarım işçisi çok yaşasın diye!

 

Siz de gelin!

 

Kadın örgütleri sesinizi yükseltin!

 

Yalnızca kadınların gözü morarınca değil,

 

en ağır sömürünün hüküm sürdüğü kadın tarım işçilerine,

 

canlarını traktör römorklarında kaybetmeden sahip çıkın!

 

Demokrasi ölçütü

 

Çin’in ne kadar demokratik ve özgürlükçü olduğunu kanıtlamak için herkes yarışıyor.

 

Bakın camiler dolup taşıyormuş...

 

Her yer cami dolmuş...

 

Örtünmüşler...

 

Birkaç tane ben de ekleyeyim mi...

 

Eskiden düğünlerde kadınlı erkekli eğlenirlerken, artık haremlik selamlık var.

 

Bir damla içki içilmiyor.

 

Tarikatlar girmiş cihatçı devşiriyorlar.

 

Hatta Türkiye üzerinden sınırı geçmek daha kolay olduğu için burayı yol yaptılar...

 

Ayrılıkçı terör kışkırtılıyor.

 

Bu mudur?

 

Demokrasi dediğiniz.

 

Ben yıllar önce gittiğimde daha demokratikti.

 

Bütün bu faaliyetler yeni başlı- yordu.

 

Zeki ve İsmail öğretmenin gözyaşları

 

Köy Enstitülü bir öğretmen. Ankara’da. Üç bin 53 TL maaş alıyor. Bin 500 TL kira. Dört çocuk okutuyor. Oğul anlatıyor:

 

-Altı ay yalnızca zeytin ekmek yemiştik... hatırlıyorum...

 

Bir akşam eve gelmiş. Babası öğretmen bir arkadaşıyla oturmuşlar birer kadeh doldurmuşlar, ağlaşıyorlar...

 

-Ne oldu ne var??!

 

O zaman delikanlı bizimki. Hemen dikleniyor, gidip hesap soracak:

-Kim ne yaptı?

-Bankadan geldiler.

-Evet?

-500 milyon (o zamanın parası elbette. ŞP) teklif ettiler!

-E ee??

-Reddettik...

-E o zaman neden ağlıyorsunuz....??

-Acaba bizde bir zaaf mı hissettiler!

 

Hey gözünü sevdiğim Zeki ve İsmail öğretmenler!!

Hâlâ var mısınız?

 

Ses verin!

 

Gerçekten de ses geliyor.

 

Masada üç aileyiz. İlk kez bir araya gelmişiz. Biri bu oğul. Zeki öğretmenin oğlu. Biri dinleyen biz. Birimizin dedesi Cumhuriyet’in ilk öğretmenlerinden. Birimizin büyük teyzesi ilk maarif müdürelerinden... Üçüncü aile de İsmail öğretmenin adını duyunca fırlıyor:

-A aa o benim başöğretmenim...!

 

Belli oluyor.

 

Bir araya gelmemiz, Türkiye’nin geleceğini konuşmamız, farklı kökenlerden gelip Vatan’da buluşmamız rastlantı değil...

 

Emekler, zeytin ekmekler, gözyaşları boşa gitmemiş!

 

Ayakkabı çetesi çökertildi

 

Duyduk duymadık demeyin!

 

Gencin biri, 24 yaşında. İstanbul, Ümraniye’de bir apartmana girmiş. Beş evin kapısından ayakkabı çalmış.

 

Yargılanmış.

 

Tam 39 yıl ceza almış.

 

İndirim de uygulanmamış.

 

Çünkü bunlar çeteymiş.

 

Suçüstü yakalanmışlar!

 

Çetenin diğer iki üyesi kaçak. Aranıyormuş!

 

Memleketimize, milletimize hayırlı olsun. Tez zamanda iki çete üyesini de yakalayalar!

 

Ki bir rahat nefes alalım.

 

Çete çöktü! Çete çöktü! Diye bayramlar yapalım.

 

Ümraniye taraflarında rahat uyku uyuyabilelim.

 

Güvenlik içinde ayakkabılarımızı kapının önüne koyabilelim...

 

Vay vay diyelim, şu devletimize bak, kullanılmış ayakkabı çetesine göz açtırmıyorlar, en ağırından vazgeçirici cezaları veriyorlar...

 

 

Bir de diyorsunuz ki, kutu mutu... hiç kıyaslanır mı...

 

Şule Perinçek / 26 Temmuz 2015, Aydınlık