“Türkiye kontrolden çıktı mı?”
Bu nasıl bir başlık!
Yazarı eski CIA istihbarat şefi Graham Fuller olunca yadırganmamalı.
Fuller, 2 Aralık 2020 tarihli yazısına bu soruyla başlamış. “Bu” diyor “şu sıralar ABD'de ve bazı Avrupa siyasi çevrelerinde dolaşan pek çok tahlilin üzerinde anlaşmaya vardığı fikir gibi görünüyor.”
Ama hemen yanıt veriyor:
“Hayır, öyle değil.”
Fuller, yine de ABD'nin “küresel liderliği” durumuna, “kendi dar ve ben merkezci takıntısıyla” bakınca buna inanmasının anlaşılabilir olduğunu düşünüyor.
CIA, ABD'nin kaç dişi kaldığı konusunda gerçekçi.
Özetle şu görüşte:
“ABD; Türkiye'yi, NATO'yu, AB'yi hatta Rusya ve Çin'i kontrol etmede yetersiz kaldığı için hayal kırıklığı içinde olabilir. Ama esas neden o değil. Dünyanın bu karmaşık bölgesinde başka bir Türkiye var. Kendi belirlediği yeni ve gelişen kimliğinin ve özgüveninin sınırlarını keşfeden, kaslarını gerdiren bir Türkiye. İşte bu gidişatın nedeni o!”
Fuller'in bunu anlamak konusunda bir uyarısı da var: “Bunun anahtarı bizim yani Batı'nın, Türkiye'nin nasıl olmasını istediğimize değil Türkiye'nin dünyada kendi yerini nasıl gördüğüne bakmamız gerekir,” diyor.
TÜRKİYE'NİN İMPARATORLUK GELENEĞİ
Ondan sonra uzun uzun belli başlıklar altında bugün Ankara'yı hangi etkenlerin yönlendirdiğini saymış. “Türkiye'nin imparatorluk geleneği” birinci sırada. Türkiye yöneticilerinin geniş jeopolitik kavramlarla düşünme mirasına değiniyor ama o arada yine de Atatürk dönemine çarpmadan geçmiyor. O bir “daralma” dönemiymiş... modası geçmiş!
İkincisi “Çağdaş Türk jeopolitik bakış açısı”. O arada elbette eski gözdeleri Ahmet Davutoğlu'na övgülerini sıralaması şaşırtıcı değil. Mimarı oymuş. Türkiye'nin bir Avrupa gücü, bir Balkan gücü, bir Akdeniz gücü, bir Orta Doğu gücü, bir Kuzey Afrika ve hatta belli ölçülerde bir Afrika gücü, bir Kafkas gücü, bir Orta Asya gücü, bir Avrasya gücü, özellikle de Müslüman bir güç olarak kabul edilmesi gerektiği şeklinde özetlenebilirmiş.
MÜSLÜMAN ÜLKELER VE TÜRKİYE
Fuller, “Türkiye ve İslam” başlığı altında bugün Ortadoğu'da iki büyük Müslüman karşıt ülkenin artık İran ve Suudi Arabistan değil, Türkiye ve Suudi Arabistan olduğunu saptıyor. Arap dünyasındaki durumu irdeliyor, Türkiye'nin Katar'la ilişkisinin, rastlantı olmadığını vurguluyor.
Bir diğer başlık “Müslüman Dünya Liderliği”. Türkiye'nin burada anahtar rol oynamak istediğini, en azından Müslüman dünyasının sesi olmaya çalıştığını söylüyor. Tek tek diğer Arap ülkeleriyle karşılaştırıyor. Türkiye'nin pek ciddi bir rakibinin olmadığını belirtiyor. Erdoğan'ı 1960'lardaki Cemal Abdül Nasır'a benzetiyor.
Türkiye-İran ilişkileri ayrı bir başlık. Batı Asya ve İslam ülkeleri uzmanı eski CIA ajanı, Sünni-Şii çelişkisinin artık eskide kaldığını, ortak sınırlarına karşın yüzyıldan uzun bir süredir Ankara-Tahran arasında bir savaş olmadığını, bugün Müslümanlıkta ve hatta paranoya halinde Batı'ya karşı düşmanlıkta, sömürge karşıtı gelenekte birleştiklerini belirtiyor. Fuller'e göre, beğenseler beğenmeseler de bu geleneksel tutumlar ve dürtüler hâlâ Fas'tan Çin'e, ta aşağı Afrika'ya ve Latin Amerika'ya kadar her yerde yaşıyor. İran'la Türkiye artık Avrasya ülkeleri. Rusya, Çin ve Çin'in Bir Yol Bir Kuşak hedefi açısından İran önemli, belki de on yıllar boyunca dünya jeopolitiği açısından öyle olacak, görüşünde. İran'ın Batı'ya yanaşabileceğine gönderme de yapıyor.
Önümüzdeki dönem İran'da siyasi girişimlerde bulunacakları anlaşılıyor. Son suikast de zaten önemli bir işaretti. Türkiye ile dostluk ilişkileri de Batı açısından önemli bir engel elbette.
MASADAN KALKMAYIN
Fuller, daha sonra “Avrupalı bir güç olarak Türkiye”' konusundaki düşüncelerini aktarıyor. NATO'yla ve AB'yle ilişkileri. Türkiye'den vazgeçmeyecekleri belli. “Türkiye'nin Batı masasındaki yerini korumak isteyeceğini” öngörüyor.
Belki de şöyle okumak mümkün: Bu bir öneridir! Yerinizi koruyunuz!
Aynı öneri AB'ye de yapılıyor. Türkiye'den vazgeçilmesine karşı.
İpuçlarımızı birbirine ekleyerek gidiyoruz.
Biz de elimizdeki kartları görüyoruz.
Sıra geliyor en son, önem sırasına göre en üst başlıklara.
“Avrasya gücü olarak Türkiye” “Rusya'nın görüşleri” ve “”Türkiye ve Çin” başlıklarına.
Fuller, Türklerin Asyatik kökenli olduğunu, dil ortaklıkları bulunduğunu, Türkiye'nin Uygurlar, Özbekler, Tatarlar, Kazaklar, Kırgızlar, Türkmenler, Azeriler gibi Türk halklarıyla yakın bağlar kurma arayışında olduğunu söylüyor.
Türkiye'nin “yeniden kontrol altına” daha önceleri söyledikleri gibi “hizaya” sokmanın siyasetlerinin ne olması gerektiği konusunda bütün yazı boyunca veriler sıralanmış.
TÜRKİYE RUSYA İÇİN ÖNEMLİ
Fuller Rusya'nın, Orta Asya'daki Türk bağlarından ve çıkarlarından tarihte olduğu gibi hâlâ rahatsız olduğunu söylüyor. Ancak dünyanın orta büyüklükteki belli başlı güçlerinden biri olarak Türkiye, Rusya'nın görmezden gelemeyeceği kadar önemli. Nitekim Moskova, gerilimlere rağmen Türkiye ile iyi bağları sürdürmek için elinden geleni yapmaya çalışıyor.
Fuller burada bir not düşüp gönüllü olmasa da bağları sürdürmek istemesini Avrupa’nın Türkiye’ye bakışına benzediğine işaret ediyor. Ayrıca Türkiye’nin Avrupa’ya dikenlerini çıkarmasından Rusya'nın memnun olduğunu söylüyor.
ÇİN VE TÜRKİYE'NİN BİRBİRİNE İHTİYACI VAR
Çin'e gelince. Türkiye ile Bir Kuşak Bir Yol konusunda anlaştıklarını ama Orta Asya'da hem Çin'in işini kolaylaştıracağını öte yandan da rakip olma olasılığı taşıdığını, Uygur meselesinde olabileceği gibi Müslüman dayanışmasına yol açabileceği gibi sorular barındırdığının altını çiziyor.
Fuller, bütün bunlara karşın iki ülkenin de birbirini önemli gördüğünü, birbirlerine ihtiyaçlarının bulunduğunu, bu nedenle ilişkilerinin uzun vadeli olacağını düşünüyor.
Ve sonunda başta sorduğu sorunun ve verdiği yanıtın açılımı geliyor:
“Türkiye bütün bu emelleriyle ve ekenomik çıkmazları nedeniyle koparabileceğinden daha fazla ısırmaya kalkışabilir. Ancak Batı için Türkiye'nin sadık bir müttefik olduğu o nostaljik güzel günler de sonsuza dek geride kaldı.”
Yine de Türkiye anlaşılan Fuller için de gözden çıkarılamayacak, hatta başedilemeyecek bir ülke.
Yazıyı şöyle bağlamış:
“Önümüzdeki yıllarda Türkiye'yle ilişkileri yönetmek için, onun bu emellerinin temelini ve çapını anlamak kaçınılmazdır; çünkü ABD, uluslararası siyasette giderek egemen rolünü kaybetmeye devam ediyor ve yeni bölgesel güçleri kabul etmek zorunda kalıyor.”
DEMEK Kİ TÜRKİYE DOĞRU YOLDA
Biz de buradan vazife çıkaracağız.
Aslında her başlıktan sonra Türkiye'nin dış politikası konusunda nelere özen göstermesi gerektiğinin ipuçlarını bulmak olası.
Fuller ne derse, Türkiye için doğru olan tersidir.
Yazıdaki şifreler çözülmeli.
İsterseniz o kadar da uğraşmayın.
Biden'ı, eğer İngilizce bilmiyorsanız... dörtlü Biden tayfasını okuyunuz, konuşmalarını dinleyiniz. Tercümesi bire bir orada da var.
Demek ki Türkiye doğru yolda.
Yeri Asya'da.
Türkiye kendine ve yaptırım gücüne güvenecek.
Yol kazaları yapmayacak. Özen gösterecek.
Kimin işine yarayacağı yazıdan da belli değil mi.
Fuller, vaktiyle ABD’de yayımlanan “The National Interest” adlı derginin Sonbahar 2000 tarihli sayısına “Atatürk ve sonrası” başlıklı ilginç bir makale yazmıştı. O günün koşullarında Türkiye’nin sorunlarını çözebilmesi için “Kemalizmin yeniden yorumlanması ve aşılması” gerektiğini söylüyordu. Hayat bize doğruyu dayattı. Epeyce bedeller ödedikten sonra, şimdi işte o yaraları sarmaya çalışıyoruz. Ekonomiden siyasete toplumsal ve kültürel yaşama kadar her alanda.
İlerleyeceğiz.