Soner Polat: Türk ekonomisi hangi iklimde yeşerir? (1)

Öncelikle bir konunun altını kalın kalemle çizelim. Hiçbir ülke bir ittifaka dâhil olarak kendiliğinden kalkınmaz! Dünyada böyle bir örnek yoktur! Ekonomik büyüme ve gelişme ancak o ülkeye ait özgün kalkınma modelleri ile olur. Öte yandan kalkınma için büyük bir pazara erişim de vazgeçilmez bir koşuldur. Bu nedenle her ülke kendi modeline uygun bir ittifak arayışı içinde olmalıdır.

 

 

ORTAK EKONOMİK ALAN

 

İz bırakan kalkınma teorisyenlerinden birisi olarak kabul edilen Friedrich List (1789-1846) Almanya, Prusya ve Avusturya'nın ortak bir pazar oluşturmasını önerdi. Çünkü "Büyük balık küçük balığı yer!" kuralının belki de doğadan daha fazla ekonomi için geçerli olduğunun bilincindeydi. Herhangi bir ulus devlet, ekonomik istikrar ve büyüme için öncelikle kendi pazarını daha güçlü ekonomilerin saldırısından korumalıydı. İki açık ekonomi olduğunda sular daima güçlü tarafa doğru akıyordu. Üretken ve verimli bir ekonomi için sadece iç pazar yetmiyordu. Sorunun çözümünü, birbirine yakın ekonomik seviyelerdeki ülkelerin ortak bir iktisadi alan yaratmalarında gördü.

 

Geçmişe döndüğümüzde, Alman ekonomik mucizesinin arkasındaki gizli gücün bu sistem olduğunu kolaylıkla görürüz. Bir taraftan dönemin dünya ekonomik devlerinin saldırılarına karşı pazarlar korunurken, diğer taraftan tesis edilen ortak alan ülkelerin içindeki ekonomik faaliyetler için altın fırsatlar yarattı. Hammadde maliyetleri düştü, pazar payı arttı ve karşılıklı ticaret büyük bir ivme yakaladı.

 

 

AVRUPA BİRLİĞİ (AB) EKONOMİ İÇİN BİR FIRSAT MI?

 

AB üyesi olup kalkınan bir ülke var mı? İsterseniz, AB’nin kendi rakamları ile konuya mercek tutalım: AB’nin 2008 yılında toplam büyüklüğü 19 trilyon dolardı. 2015 yılında bu rakam 16 trilyon dolara düştü. Demek ki bir büyümeden değil, bir küçülmeden söz edilebilir! 2004-2015 yılları arasında ülkelerin dış ticaret açıkları dehşet verici: Portekiz 228, Yunanistan 394, İspanya 772, Fransa 774, İngiltere 1 trilyon 600 milyar avro! Kazanan tek ülke Almanya! Aynı dönemde 2,329 trilyon avro dış ticaret fazlası verdi. AB’nin ekonomi karnesi en iyi şöyle özetlenebilir: “Toplam gelir düştü, cari açık büyüdü, borçlanma arttı!”?

 

Devlet, neticede ulusal sınırlar içinde milli pazarı koruyan ve düzenleyen bir siyasi teşkilatlanmadır. Bu yöndeki en etkili silah milli paradır. Milli para, ülke sınırları içinde dalgalanmayan gizli bayraktır. ABD’nin belki de gelmiş geçmiş en yetenekli Başkanı olan Abraham Lincoln’un (D:1809- Ö:1865, Başkanlık Dönemi: 1861-1865) bu konudaki görüşleri oldukça ilginç ve dikkat çekicidir: “Devletin en yaratıcı gücü para basma gücüdür.”

 

 

AB İÇİNDE EKONOMİK SORUNLAR ÇÖZÜLÜR MÜ?

 

AB, kabul etmek istese de istemese de hastadır ve dar boğaza girmiştir. Uyguladığı ekonomik politikalar ile üye ülkelerin ayakta kalması mümkün değildir. Sınırlarını yabancı mallara sonuna kadar açarak üretim ve rekabet yeteneğini kaybeden bir üye ülke, sadece AB’nin verdiği sadakalarla ayakta kalamaz!

 

Bugün Yunanistan’ın yıkan tsunami, yarın belki de başka bir ülkeyi yerle bir edecektir. Para basma yetkisinden vazgeçen bir devlet, ekonomik bir krizi yönetme yeteneğini kaybeder. Olası bir kriz doğal olarak daha da derinleşir. Brüksel’in çıkardığı fatura ise ekonomik gibi görünse de siyasi ve stratejik öğeler taşır.

 

Aslında krizin başlıca sorumlusu başta Almanya olmak üzere AB’nin zengin ülkeleridir! Bu ülkelerde iç talep üretim hızına cevap vermeyince, üye ülkelerin pazarlarına acımasızca daldılar! Yerli üretici güçler bu rekabete dayanamadığı için nalları dikti! Bunun sonucu ise artan oranda işsizlik ve refah kaybı oldu! Üye ülkelere, ödeme güçlüğü içinde oldukları bilindiği halde borç verildi! Çünkü düzenin çarkları kendileri için dönüyordu. Ama sistem iflas etti. Sonuna kadar zorlayacaklardır. Fakat can çekişen sistemi yaşatmak artık mümkün gözükmüyor. Türkiye bu hormonlu tarlada kendisine hayat alanı bulamaz. Devam edeceğiz…