Soner Polat: Batı cephesinde yeni bir şey yok!

"CHP’yi kurtarma söyleminin nasıl içi boş ve anlamsız bir hayal olduğu bir kez daha ortaya çıktı"

CHP Kurultayı’nın ilk gününü başından sonuna kadar televizyondan dikkatle izledim. Alınan özel önlemlere, banttan çalınan şarkı ve marşlara rağmen salonda coşku ve heyecan yükselmedi! Sadece zorlama cılız alkışlar vardı. Kurultay’ın özel atmosferine rağmen Kılıçdaroğlu’nun konuşmasını delegeler ve seyirciler sakin bir şekilde dinledi. Hem Kemal Kılıçdaroğlu hem de Muharrem İnce, konuşmalarında sağlık sorunları ile boğuşan Deniz Baykal’ı andı ama salondan hiçbir karşılık çıkmadı! Birkaç alkış sesi bile duyulmadı! Yıllarını CHP’ye vakfeden Sayın Baykal’a gösterilen vefa zaten salonun röntgen filmi gibiydi. Delegeler, Veliefendi Hipodromu’nda at yarışlarında bahis oynayanlar gibi kazanacak atları arıyordu. Vefanın sadece İstanbul’da bir semt olduğunu sanıyorlardı.

 

 

KOCASAKAL’I ENGELLEDİLER!

 

Tabanın ve CHP seçmenlerinin büyük ilgi ve teveccüh gösterdiği Ümit Kocasakal beklenildiği gibi yarışa girmek için yeterli delege imzasını toplayamadı! Oysaki Prof. Kocasakal, CHP’nin bugünü ve geleceği için büyük bir ümit vadediyordu. Toplam delege sayısının yüzde 10’u olan 125 civarında delegenin desteğini alması gerekiyordu. Ama CHP’nin kurulu düzeni buna izin vermedi! Böylece CHP’nin kuruluş değerlerine dönme ve milli bir çizgide politika yapma şansı tamamen ortadan kalktı. CHP, Kılıçdaroğlu, Tanrıkulu, Bekâroğlu, Sayek Böke gibi vekillerin peşinden sürüklenme kararı aldı. “PYD’yi terör örgütü olarak tanımlamak için istihbarat raporlarını görmem gerekir!” diyen Selin Sayek Böke’lerin dediği oldu. Biz de safça soralım: Türk istihbarat raporları “terör örgütü” dediğine göre, hangi ülkenin istihbarat raporu sizi tatmin eder?

 

 

CHP’Yİ KURTARMAK EFSANESİ BİTTİ

 

CHP’yi kurtarma söyleminin nasıl içi boş ve anlamsız bir hayal olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Bakalım, bu şarkıyı söyleyerek milleti oyalayanlar şimdi nasıl bir yol izleyecek? Aralarında büyük bir fark olmayan iki aday yarıştı. Her iki aday da geçmişte kendilerine özgü sağlam bir fikirler silsilesi ortaya koyamadı. Güncel olayların peşinden koştular. Bir ülke sorunu hakkında, “toplum hiçbir zaman onlar ne düşünüyor” diye merak etmedi! Muharrem İnce’nin bağırıp çağırdığı konuşmasının, Genel Başkan ve Parti Meclisi’ni hedef alan bölümleri salonun delegeler bölümünde değil ama seyirciler tribününde büyük bir karşılık buldu. Ama bunun fazlaca bir önemi yoktu! Çünkü oyu seçmenler değil, delegeler verecekti. Diğer taraftan bu durum delegeler ve seçmenler arasındaki büyük farkı ortaya koyması açısından önemliydi!

 

Kılıçdaroğlu konuşmasında CHP’nin önümüzdeki dönemdeki politikalarını anlattı. Yeni hiçbir şey söylemedi! CHP’nin bildiğimiz Batı güdümlü politikalarını tekrar etti. “Suriye yönetimi ile işbirliği yapılması söylemi” ise tam bir ibret vesikası oldu. Daha önce yabancı gazetelere verdiği mülakatlarda, “Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı halkını göçe mecbur bırakan diktatör” olarak suçlamıştı. Diğer aday İnce de her vesile ile Beşar Esad’ı “diktatör” olarak tanımlamıştı. Kapsamlı bir Suriye politikası ortaya koymadan ve ABD’yi ağza almadan fırsatçı söylemlerle herkese mavi boncuk dağıtma CHP’de alışkanlık haline geldi.

 

 

NE OLUR?

 

Bu koşullar altında Parti Meclisi’nin muhteviyatı hiçbir anlam ifade etmiyor. Çünkü ortada milli bir dava ve antiemperyalist bir duruş olmadığına göre geriye sadece kişisel mücadele ve ikbal yarışı kalıyor. Asıl mücadele, önümüzdeki seçimlerde kaymaklı yerlerden milletvekili ve belediye başkanı adayı olmak için verilecek! Ve de bu mücadele kıran kırana geçecek! Prof. Kocasakal’ın önünün kesilmesi ve sözde daha milli bir duruş sergileyen Muharrem İnce’nin kaybetmesi ise önümüze Türkiye’nin geleceği için kasvetli bir tablo çıkarıyor: Çünkü eşit vatandaşlık, özerklik, tarikatlara özgürlük gibi yıkıcı ve bölücü söylemler Parti içinde daha gür bir sesle dillendirilecek. Ayrıca, “medeni dünya ile buluşuyoruz” söyleminin arkasına saklanarak AB-D politikalarına destek verilecek. Bunun ise Türkiye’nin güvenlik politikaları ve stratejik çıkarlarına olumsuz yansımaları olacak... Bakalım, Türkiye bu ağır yükü daha ne kadar taşıyacak?