Semih Koray: Trump’ın İsrail planının hedefi

Dünyada ve bölgede Amerika ve İsrail’in saldırgan tutumunu tecrit edecek bir mücadele yürütülmesi için uygun bir zemin mevcuttur.

ABD Başkanı Trump, 6 Aralık 2017’de Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıkladı. Türkiye’nin girişimiyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yapılan oylamada ABD ve İsrail dışında yalnızca yedi ülke, ABD’nin Kudüs kararı lehinde oy kullandı. Bu ülkeler, Guatemala, Honduras, Marshall Adaları, Mikronezya, Nauru, Palau ve Togo idi. 35 ülke çekimser kalırken, 128 üye Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasına karşı çıktı. NATO ülkelerinin ezici çoğunluğu da bu 128 ülke arasında yer almaktaydı. 

 

Aradan geçen iki yıl içinde, Amerika’nın uluslararası düzlemde BM Genel Kurulu’nda uğradığı bu hezimeti “geçersiz” kılacak herhangi bir diplomatik ya da siyasal atılımı söz konusu olmamıştır. Suriye’nin kuzeyinde kurmayı tasarladığı “Amerika-İsrail Koridoru” olanaksız hale gelmiştir. ABD, Suriye’de hakim olan değil, tutunmaya çalışan güç konumuna düşmüştür.

 

 

FİLİSTİN’E KARŞI SAVAŞ PLANI

 

Oysa ABD’nin geçen hafta açıkladığı İsrail Planı, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınmasının da ötesine geçerek, Birleşmiş Milletler’in Filistin Sorunu konusunda benimsemiş olduğu tutumun bütün temel ilkelerini çiğnemektedir. İsrail’in işgal etmiş olduğu toprakları ilhak etmesini öngören planda “iki devletli çözüm” artık gündemden düşürülmektedir. Filistin’e “verilen”, gelecekte kurulması yaptırım gücünden yoksunluk koşuluna bağlanmış, toprakları bölük pörçük bir “sözde devlet beklentisi”dir. 

 

ABD Planı, Filistin’in kabul etmesini sağlamayı değil, tam tersine reddetmesini güvence altına almak amacıyla hazırlanmış bir plandır. Hatta planda Filistin’e verilmesi önerilen 50 milyar dolar da, yine planın reddini sağlamaya yöneliktir. Hesap, hiç kimsenin para karşılığı Filistin Davası’nı satma zilletini üstlenmeye yanaşamayacağı üstüne kuruludur. Onun için bu plan bir “barış planı” değil, Filistin’e karşı bir “savaş planı”dır.

 

 

PLANIN HEDEFİ

 

ABD’nin bu planla şekillendirmeyi hedeflediği “yeniden saflaşma” nedir? İsrail de, ABD gibi kuruluşundan bu yana en derin iç siyasal çatışmalarından birini yaşamaktadır. Aslında dünya üstünde toplumsal fay hatlarının İsrail’deki kadar derin olduğu ülke sayısı herhalde çok azdır. İsrail toplumunu bir arada tutan temel etken, “dış tehdit”tir. 

 

1993 Oslo Süreci’ni izleyen dönemde İsrail’deki iktidarlar, “iki devletli çözüm” çerçevesinin getirdiği kısıtları fiilen çiğneseler de, açıkça yadsıma olanağına sahip değildiler. Trump Planı, İsrail açısından bu kısıtları ortadan kaldırmaktadır. Plan, İsrail içindeki rakip siyasal güçleri İsrail’e tanıdığı yeni olanaklar doğrultusunda bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. Kudüs ve ilhak konusunda İsrail’e tanınan olanakların İsrail içinde “iki devletli çözümü” gündemden düşürmesi hedeflenmektedir. “İkinci İsrail”i kurmakta başarısızlığa uğrayan Amerika, “Birinci İsrail”i pekiştirmeye çalışmaktadır.  

 

 

ÇATIŞMA VE KARGAŞAYA BEL BAĞLADI

 

Trump Planı, ABD’nin “yapım gücü”nü yitirip, salt “yıkım gücü”ne dönüştüğünün yeni bir örneğini oluşturmaktadır. Filistin’i yıkma çabasının, Filistin’de ve bütün dünyada büyük bir direnişle karşılanacağına kuşku yoktur. Bu plan, sürdürülebilir olmaktan uzaktır. Hem İsrail, hem de ABD içinde “günü kurtarmaya” yöneliktir. Amerikan siyasetine yön veren, artık sözde bile olsa “barış ve istikrar”ın sağlanması değil, “çatışma ve kargaşaların” kışkırtılması haline gelmiştir. Çünkü Batı Asya’da barış ve huzurun sağlanmasına yönelik atılan her adım, ABD’nin bu bölgedeki varlık ve etkisini sınırlandırmaktadır.  

 

 

BARIŞ İÇİN DÖNÜM NOKTASI

 

ABD’nin geçmişte Filistin Sorunu’na yaklaşımını yönlendiren temel etkenlerden biri, Filistin’in güçlerini bölme çabasıydı. Trump Planı, Filistin açısından bütün güçlerini birleştirmeyi ve dünyanın desteğini kazanmayı hedefleyen bir çizginin izlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Dünyada ve bölgede Amerika ve İsrail’in saldırgan tutumunu tecrit edecek bir mücadele yürütülmesi için uygun bir zemin mevcuttur. Bu mücadelenin başarısı “Dünyada Barış” için bir dönüm noktası oluşturmaya adaydır. Türkiye, bu süreçte öncü bir rol üstlenmelidir.