Semih Koray: 'Kazan-kazan' mı, 'kaybet-kaybet' mi?

Ülkemiz zorlu bir dönemden geçmektedir. Günün en yakıcı görevlerinden biri, toplumda bir “iyimserlik iklimi”nin yaratılmasıdır. Bu görev, zorlukların üstünü örterek ya da “sahte çözümler” üreterek yerine getirilemez. Sahte iyimserliklerin etkisi, saman alevi gibidir. Saman alevi, günümüz koşullarında “günü kurtarmaya” bile yetmez. Milletin bütününün birleşik gücüne dayanarak her türlü zorluğun üstesinden gelebileceğimizi milletin her ferdine duyumsatacak bir ortama ihtiyacımız vardır. Çünkü ülkemizin beka sorununun bizi karşı karşıya bıraktığı görevler, ancak her alanda devletin ve milletin topyekûn birliği sağlanarak yerine getirilebilir. Böyle bir birlik, elde edilecek başarılı sonuçları milletin kendi deneyimi içinde yaşamasını sağlayarak adım adım inşa edilebilir. İyimserlik, milletin kendi gücünün bilincine vararak geleceğe güvenle bakmasının bir yansıması olacaktır.



BİLİNCE TOPLUMSAL GÜCÜN EŞLİK ETMESİ

Zorluklarımızın kaynağını doğru saptamak, hedefi daraltarak belirginleştirmek ve bütün milletin bu hedef doğrultusunda ortaklaşmasını sağlamak için zorunludur. Ülkemiz bugün her alanda başında ABD’nin bulunduğu emperyalist sistemle cephe cepheye gelmektedir. Bunun bütün millet tarafından bilinmesi, başarının önkoşuludur. Ama bu söyleme, onu yaşama geçirecek bir toplumsal gücün oluşturulması eşlik etmediği sürece, bilinç, dünya üstünde herhangi bir etki yaratamadan heba olur gider. Hele bu söylem, olması gerekenin tam tersine ihtiyaç duyduğumuz milli birliği baltalayan siyasetlerle birleştirilirse, cirmi kadar bile yer yakmayan cılız bir yakınmaya indirgenir. Bu durumda, ülkenin bekasının tehdit altında olduğuna ilişki bütün söylemler, başarısızlığın peşinen açıklanmış mazeretlerinden ibaret hale gelir. Milletin ihtiyaç duyduğu iyimserlik ve geleceğe güvenin yerini, karamsarlık ve yılgı alır.



“OLAĞAN” TUTUMLARIN YETERSİZLİĞİ

Olağanüstü koşullar, olağanüstü tutumları gerektirir. Bugün milletin iyimserlik kaynağı olarak ihtiyaç duyduğu olağandışı manzara, siyasal partilerin eski “olağan” tutumlarını sürdürmeleriyle sağlanamaz. Başında ABD’nin bulunduğu emperyalist sistemle Türkiye arasında stratejik olarak “kazan-kazan” ilişkisine yer kalmamıştır. Kazanan taraf Türkiye olursa, emperyalizm; emperyalizm olursa, Türkiye kaybedecektir. Ama bugün bundan daha önemli ve daha belirleyici olan, ülkemizin iç ilişkileridir. Bu ilişkilerde “kazan-kazan” ilkesinin egemen kılınması gerekmektedir. Emperyalizmin bütün tuzakları, iç ilişkilerimizi “kaybet-kaybet” düzlemine çekme üzerine kuruludur.



ÇOK ÖNEMLİ BİR DENEYİM

Bugün “Cumhurbaşkanlığı Sistemi”nin ülkemizin gündemine getirilmesi ve mecliste kabul edilmesi, Türkiye’nin bu tuzağa düşürülmüş olmasından başka bir anlam ifade etmemektedir. Amaç, milletin yarısına diğer yarısıyla karşı karşıya getirip çatıştırmaktır. 15 Temmuz FETÖcü darbe girişiminin boşa çıkartılması süreci, milletimiz açısından çok önemli bir deneyimi de gündeme getirmiştir. Bu deneyim, milletin uzunca bir süredir aralarındaki geçirgenliğin en aza indirilmiş olduğu kesimlerini dirsek ve yürek temasına geçirmiş, birbirlerine “dokunmalarını” sağlamıştır.


Referandum, bu teması güçlendirerek, milleti bölen değil, milletin birleşmesinde yaşamsal öneme sahip bir adım atılmasını sağlayan bir sürece dönüştürülmelidir. Türkiye’nin bütününü, başkanlık sistemi önerisini savunanlar da dahil, bu “kaybet-kaybet” tuzağından kurtarmanın yegâne yolu, budur. Meclis, bütün milletin birliğini sağlamanın en önemli araçlarından biri olduğu için, bırakın devre dışı bırakılmayı, mutlaka güçlendirilmelidir. Cumhurbaşkanlığı Sistemi ise, iktidarın milletle olan bağlarını koparmanın en etkili aracıdır. Gerçekleştiği takdirde, istikrarın değil, milletin yarısını diğer yarısıyla karşı karşıya getirmeyi süreklileştirmenin bir aygıtına dönüşecektir. Böylece ayağı Türkiye toprağına basan herkes, bu süreçten kaybederek çıkacaktır.



ULUSLARARASI DÜZLEMDE “KAZAN-KAZAN”

Uluslararası ilişkilerde de, başarılı sonuçlar almak ve milletin geleceğe olan güvenini pekiştirmek, cesur ve alışılmamış adımların atılmasını gerektirmektedir. Bugün Suriye’nin toprak bütünlüğünün, Suriye’den sonra en çok önem taşıdığı ülke, Türkiye’dir. Türkiye’nin kendi toprak bütünlüğünü korumak için atacağı adımlar nedeniyle, Türkiye’den sonra en büyük yararı görecek olan ülke de, Suriye’dir. Bölgedeki manzarayı çok kısa sürede iki ülke lehine çıplak gözle görülür biçimde değiştirecek olan, bu iki ülkenin doğrudan ilişki ve işbirliği içine girmeleridir. Fırat Kalkanı Harekâtı’nın hedefine ulaşması, ABD’nin PYD-PKK denetimindeki bölgelere güvenlik sağlama girişimlerinin boşa çıkartılması ancak böyle sağlanabilir. Öte yandan, diğer bölge ve Avrasya ülkelerinin Türkiye ve Suriye aleyhine olacak çözüm önerilerine yönelmelerinin önüne geçecek olan da, yine bu iki ülke arasında gereçekleştirilecek işbirliğidir.


Yurt içinde de, yurt dışında da, “kaybet-kaybet” tuzağından kurtulup, “kazan-kazan” düzlemine geçmek, milletin bütün kesimlerine ve bütün siyasal partilere dağılmış olan milli güçlere yapılmış bir hayat aşısı işlevini görecektir.