Prof. Dr. Cengiz Çakır: Anılarımdaki Köy Enstitüleri

"Bütün dünyanın hayran olduğu ve uygulamaya çalıştığı bu modelin kıymetini ne yazık ki bilemedik"

1950’lerin ilk yarısında, ilkokul dördüncü ve beşinci sınıfı okuduğum yıllardı. Mahalle komşumuzun büyük oğlu terziydi, onun küçüğü Tekin ağabey yatılı olarak okuyan bir öğrenciydi. Tekin ağabey Aydın ilinde bulunan Ortaklar Köy Enstitüsü’ne kaydolmuştu. Bütün eğitim giderleri devlet tarafından karşılanıyordu. Orta öğrenim görmekte olan sayılı kişilerden biriydi. Yarıyıl tatillerinde kasabamıza geldiği zaman okul şapkasındaki farklı arma dikkatimi çekerdi.

 

Tekin ağabeyin birçok kitabı vardı. Ben sıra ile alır onları okurdum. Mahmut Makal’ın “Bizim Köy”, Yaşar Kemal’in “Teneke” ve “Sarı Sıcak” adlı eserlerini ondan ödünç alarak okuduğumu hatırlıyorum.

 

Sanırım Tekin ağabey öğrenci iken Köy Enstitüleri kapatıldı ve öğretmen okullarına dönüştürüldü. Kısa bir süre köy öğretmenliği yaptıktan sonra Gazi Terbiye Enstitüsü’ne devam ederek matematik öğretmeni oldu.

 

İlkokulu bitirince öğretmenimin yönlendirmesiyle ben de sınava girdim. Kazanınca Tekin ağabey gibi Ortaklar’da ya da Isparta Gönen’de okuyacağımı zannettim. Oysa ben Devlet Parasız Yatılı sınavını kazanmışım. Denizli Lisesi’ne kaydoldum. Tekin ağabey bir öncü, moda deyimiyle bir rol modeldi benim için. Liseyi bitirince onun gibi Gazi Terbiye’ye gitmeyi düşünmüştüm. Mahallemizdeki başka bir öğretmen Mehmet Solmaz’ın yönlendirmesiyle fakülte sınavlarına girmeye karar verdim.

 

O zamanlar her fakültenin giriş sınavı ayrı yapılıyordu. Önce İstanbul’da Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavına girdim. Daha sonra İzmir’e gelerek Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nin sınavına girdim ve kazanarak kaydımı yaptırdım. Derslere başladıktan bir ay sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi sınavını kazandığımı belirten bir resmi yazı geldi. Ama annemden ödünç aldığım “Aynalı” denen altını bozdurarak sınavlara girmiş ve üniversite harcını yatırmıştım. Ankara’ya gidecek yol param bile yoktu. İzmir’i ve fakültemi sevmiştim sonuçta Ziraat Yüksek Mühendisi oldum.

 

Tekin ağabey Afyonkarahisar’a bağlı Çay ilçesinde başladığı orta öğretim öğretmenliğinin son dönemlerinde Bornova Suphi Koyuncuoğlu Lisesi Müdürü olmuştu. Benim küçük kızım onun öğrencisi oldu. Rastlantı olacak onun oğlu Argun da bizim fakültede öğrencimiz oldu. Tekin ağabey komşu sütunda yazılarını zevkle okuduğunuz Argun Şahin’in babasıdır.

 

17 Nisan, Köy Enstitülerinin kuruluşunun yıl dönümüdür. Hindistan’dan, Güney Amerika’ya kadar her yerde beğenilen bu eğitim modelini biraz yakından tanıyalım.

 

Köy Enstitülerinin arması çok güzeldi. Yalnız arması değil, felsefesi de çok güzeldi. İlkokulu bitiren sağlıklı ve çalışkan köy çocuklarını beş yıllık bir eğitime tabi tutarak, öğretmen ve sağlıkçı olarak yetiştirip kendi köyünde çalıştırma hedefi güdülmüştür. Derslerin yarısı kuramsal yarısı uygulamalı olarak programlanmıştır.

 

İzmir’den Van’a, Sinop’tan Antalya’ya çekilen hayali çizgilerle dörde ayrılan Türkiye coğrafyasının her bölmesine beşer adet Köy Enstitüsü düşecek şekilde planlama yapılmıştır. Yurdun her köşesine bilimin ışığı taşınmıştır. Enstitülerin 21.si olan Van’a bağlı Erciş ilçesindeki Ernis Köy Enstitüsü’nün kuruluşu tamamlanmadan Van milletvekili olan bir toprak ağasının imzasını taşıyan bir önerge ile Köy Enstitülerinin yapısı değiştirilmiştir. Daha sonra da öğretmen okuluna dönüştürülmüştür.

 

Enstitüde hayat sabah erken marşla ve müzik eşliğinde jimnastikle başlar. Nöbetçi sınıf ahır, kümes, bahçe ve tarla işlerini üstlenir. Buralarda üretilen ürünler öğrenci yemekhanelerinde erzak olarak verilir. Mutfak, çamaşırhane, yatakhane gibi yerlerde gereken hizmetler öğrencilerin katılımıyla yürütülür. Öğrenciler öğretmenlerin ve usta öğreticilerin denetiminde atölyelerde çalışarak demircilik, marangozluk, duvarcılık, dikiş gibi beceriler kazanırlar. Oturacağı sırayı, yatacağı ranzayı, giyeceği iş elbisesini hatta okuyacağı okul binalarını bile kendileri yapar. İcabında okul müdürü en önde omzunda kereste taşıyarak öğrencilere örnek olur.

 

Öğrenciler özgür ve kişilik sahibidir. Hafta sonunda düzenlenen programlarda okulda yapılan ve yapılmayan şeyler tartışılır. Öğrenciler okul yönetiminde söz sahibidir. Haklarını aramayı bilirler. Dayak ve baskı yoktur.

 

Dün köyünde çobanlık yapan çocuk, artık enstitüde klasik eserleri okumakta ve tartışmaktadır. Hepsi birer müzik aleti çalabilmekte halk oyunlarını oynamaktadır. Burada kazanılan okuma alışkanlığı çoğu kez yaşam boyu sürmüştür. Bir kültür yuvası olan köy enstitülerinden ülkemizin yüz akı sayılan pek çok yazar ve sanatçı yetişmiştir. Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Mehmet Başaran, Vedat Günyol, Tahsin Yücel ilk akla gelenlerdendir. Müzisyenler, ressamlar, heykeltıraşlar çıkmıştır. Öğretim üyesi, siyasetçi, Milli Eğitim Bakanı olan bile vardır.

 

Öğretmenin görev yapacağı köyde okul binası yok ise, enstitüden gelen ekiplerin yardımıyla daha çok yerel malzemeleri kullanarak okul binasını yapılmaktadır. Okulun uygulama bahçesi öğrencilere modern tarım tekniklerini gösterecek büyüklükte olmaktadır. Öğretmene bu uygulamalarda kullanacağı bütün aletler verilmekte ve öğretmen bunlarla kendi geçimini sağlayacak araziyi de işlemektedir. Böylelikle köylülere somut olarak modern tarım tekniklerini de göstermiş olmaktadır.

 

Okulda kazandığı becerilerle duvar örebilmekte, kapı pencere takıp, ufak onarımları yapabilmektedir. Sağlık korumanın önemini öğretip, yöntemlerini göstermektedir. Meyve ağaçlarını aşılamayı, sebze yetiştirmeyi, arıcılığı, hayvan beslemeyi, hayvan sağlığını koruma yöntemlerini öğrenip uygulamaktadır. Köylülerin önderi, Cumhuriyetimizin temsilcisi ve savunucusudur.

 

İkinci Dünya Savaşı’nın sürdüğü yokluk ve kıtlık ortamında, zor koşullar altında bozkırlara bilimin aydınlığını götüren köy enstitüleri olmaz sanılan pek çok şeyi başarmıştır. Kayseri’ye bağlı Pınarbaşı ilçesindeki Pazarören Köy Enstitüsü’nün giriş kapısındaki yazı çok anlamlıdır:

 

 

“Bozkırı baştanbaşa yeşille öreceğiz,

Tanrının yarım bıraktığı bu işi, biz göreceğiz!”

 

1990–91 yılında Tokat Ziraat Fakültesi’nde konuk öğretim üyesi olarak ders vermiştim. Tokat’tan Sivas’a giderken Çamlıbel’i aştıktan sonra yolun sol tarafında koyu yeşil renkli ağaçlıklı bir bölge dikkatimi çekti. Arkadaşlardan oranın Yıldızeli Köy Enstitüsü’nün yerleşkesi olduğunu öğrenmiştim.

 

Köy Enstitülüler yurtsever, azimli ve iddialıydı. Arkasında onu destekleyecek güçlü bir enstitü, Ankara’da Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve lakabı “Tonguç Baba” olan İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç vardır. 17 Nisan 1940’ta çıkarılan yasa ile kurulan köy enstitüleri bu yasanın ruhuna uygun olarak ancak 7 yıl faaliyet göstermiştir. Enstitülerden mezun olan 17 bin dolayında kişinin başardığı o kadar önemli işler vardır ki kapandıktan sonra süregelen 70 yıldan beri uğraşan ağalar, tutucular ve gerici takımının tüm gayretine rağmen bu temel yıkılmamıştır.

 

Köy enstitülerine çocukluktan beri duymuş olduğum ilgi meslek yaşamım boyunca devam etmiştir. Ziraat Mühendisleri Odası Ege Bölge Şubesi yönetim Kurulu Başkanı olduğum dönemde 17 Nisan’larda köy enstitülü öğretmenlerimizi davet ederek paneller düzenledik ve konuşma metinlerini yayınladık. Bu konuda üç konferans verdim. Gazete ve dergilerde makalelerim yayınlandı.

 

Daha sonra Atatürkçü Düşünce Derneği Bornova Şubesi’nin Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığım dönemde köy enstitülerinin kuruluş yıldönümü köylerde yapılan etkinliklerle kutlanmaya başlanmıştır. Geleneksel hale getirilen bu etkinlikler halen sürmekte olup bu yılın kutlaması 14 Nisan 2018 tarihinde Gökdere köyünde yapılmıştır. ADD Bornova Şubesi yöneticilerini ve üyelerini kutluyorum ve başarılar diliyorum.

 

Bütün dünyanın hayran olduğu ve uygulamaya çalıştığı bu modelin kıymetini ne yazık ki bilemedik. Köy Enstitüleri modeli sürdürülebilmiş olsaydı, Türkiye’nin Japonya’dan daha ileri bir seviyeye ulaşabileceğini söylemek hiç de abartılı sayılmaz sanırım.