Meltem Ayvalı: Ekranlardan kuşatılan kadın

Türkiye’deki ilk televizyon yayını İstanbul Teknik Üniversitesi’nin 1952 yılında kendi bünyesinde yaptığı yayındı. 1968’de TRT’nin deneme yayınlarına başlamasını takip eden yıllarda, televizyon git gide hayatımıza yerleşti. Birkaç çeviri yabancı dizinin ardından ilk yerli dizimiz Kaynanalar yayın hayatına başladı. Bizim kuşak bile Nuri ve Nuriye Kantar’ı anımsayacaktır. Çünkü Kaynanalar tam otuz yıl sürdü. Bir dönem yerli dizilerden çok Brezilya yapımlarını seyrettik. Otuzlu yaşlarındakilerin akıllarına hemen isimleri gelecektir. Yakın geçmişimizde ise yerli dizilerin sayısında inanılmaz artış oldu. En fazla dizi üreten ülkelerdeniz. Hatta dünyaya dizi ihraç ediyoruz. Haberler, tartışma programları, şovlar, dizi ve filmler, yarışma programları derken yıllardır yerleşmiş bir televizyon kültürüne sahibiz. Bilgi almak için de eğlenmek için de kumandaya sarılıyoruz. Kimileri için o kadar arkadaştır ki “evde bir ses olsun” diye bile televizyon açılır. 

 

Geride kalan yaklaşık yarım asırda, çok şey değişti. Teknoloji gelişti. İnternete kaydık. Sosyal medya mecraları ve dijital platformlar gözde kitle iletişim araçları haline geldi. Akıllı telefonlar olmadan neredeyse nefes alamıyoruz. Ancak bunca değişime rağmen, televizyonlarımız evlerimizin başköşesindeki yerini koruyor. Hal böyle olunca, gece gündüz ekranlardan yansıtılanlara mercek tutalım istedik. Çünkü aynı anda milyonlarca insana ulaşma olanağına sahip iletişim araçları müthiş bir eğitim aracıdır. Medya bir yandan toplumun aynasıdır, diğer yandan ise insanların düşüncelerini, davranışlarını, tutumlarını yönlendirir. Hem toplumsal olanı yansıtır hem değerleri, rolleri, kültürü yeniden inşa eder. 

 

Medyada kadını gerileten anlayışlar uzunca bir süredir tartışılıyor. Konu dallı budaklı. Zaman ve emek gerektiren ciddi çalışmalara ve radikal değişikliklere ihtiyaç var. Yine de şöyle bir göz atınca bile görüyorsunuz ki; ekranın içindeki kadın da karşısındaki kadın da kuşatma altında. Sabah saatlerinden gece yatana kadar aynı mesajlar veriliyor. 

 

 

TEMİZLİK, YEMEK, MODA, KAVGA: GÜNDÜZ KUŞAĞI


Gündüz kuşağı programlarıyla başlayalım. Çalışmayan ve gününü evde geçiren kadınlara hitap eden programlar. Biri bitiyor, biri başlıyor. İçerik ve tarz aynı, kanallar farklı; seç, beğen, al. Akşam haberlerine kadar devam ediyor. Evlilik programları yasaklandı, sorunlar bitmedi. En çok izlenen kanalların yayın akışı listelerinden aktarıyorum: Müge Anlı ile Tatlı Sert, Didem Arslan Yılmaz ile Vazgeçme, Esra Erol’da, Çağla ile Yeni Bir Gün, Demet ve Alişan’la Sabah Sabah, Gelinim Mutfakta, Yatıya Misafirim Var, Neler Oluyor Hayatta, Temizlik Benim İşim, Zuhal Topal’la Sofrada, Doya Doya Moda…Cinayet çözme, kayıp bulma, temizlik ve yemek yapma, ev dekorasyonu, giyim, makyaj, estetik, alışveriş, magazin, eğlence…Yüzlerce, binlerce bölüm yayınlandılar... Aile ilişkilerini paramparça eden mi ararsınız, kadınları geleneksel rollerine hapseden mi, dedikoduyu marifet saydıran mı, ortada özel hayat bırakmayan mı, daha çok daha çok tüket diyen mi…Özellikle yarışma formatındaki yayınlarda; insan onurunu zedeleyen acımasız eleştirilere, saygısızlığı alkışlatan şovmenliğe, rol model gibi sunulan şımarık, yapay tiplere o kadar çok rastlıyoruz ki… Güzelim kültürümüz de bu bayağılıktan nasibini alıyor. Anadolu’nun misafirperverliği dillere destandır değil mi? Konuklarımız için en güzel sofralar kurulur, ikramda kusur edilmez. Gelen bereketiyle, neşesiyle, sıcaklığıyla gelir. Umduğunu değil bulduğunu yer. Bulduğu hep güzeldir, o ayrı. Televizyonda öyle mi? Masadaki yemek beğenilmez, ev sahibi mutfağa gitti mi çekiştirmeye başlarlar, hakaretler havada uçuşur, evin en gösterişlisi makbuldür, insanlar sürekli birbirini kıskanır. Ayıp diye bildiğimiz ne varsa karşımıza reyting malzemesi olarak çıkıverir ve normalleşir. 

 

 

DEĞİŞMEYEN İKİNCİLLİK ROLÜ


Temizliğe, yemeğe, modaya, kavga dövüşe doyduktan sonra akşam haberlerinde de itilip kakılan kadınları izlediysek meşhur “prime-time”a geçiyoruz. Altın saatlerimizin vazgeçilmezi, diziler. 

 

Neler mi işleniyor?

 

“İntikamdan doğan gerçek bir aşkın hikayesi”nde yörenin en güçlü aile reisinin pazarlık malzemesi olan torunları. 

 

Evliliğin ilk gecesinde sokağa atılıp yıllar sonra kendisini atan adama dönen kızın “aşk dolu” hikâyesi, o kadar aşk dolu ki duvara yapıştırılıp boğazı sıkılıyor. Adamın yeni evlendiği eşi de günlerce gerdeğe girmeyi bekliyor, başka ne işi olabilir! 

 

Aynı anda iki kişiye âşık olan koca; bir yanda kariyer sahibi ve gittikçe psikopatlaşan eşi, diğer yanda sürekli ağlayan ve babadan zengin genç sevgilisi. 

 

Kocasını aldatan ve ona sevgili bulmaya çalışan kadın ile zaten herkesle ilişki yaşayan zengin koca, kimin eli kimin cebinde belli olmayan ilişkiler yumağı. 


 
“Ben seni sevmekten başka ne yaptım” diyerek sevgilisini bıçaklayan erkek yani öldürülmeyi hak eden (!) bir kadın.  

 

Yaz dizilerinin vazgeçilmezi şirket sahibi güçlü erkek ile onun peşinden koşan güzel, sakar, saf asistan kız. 

 

Dedikodular, kıskançlıklar, entrikalar, hüzün, para, şiddet…Örnekler çoğaltılabilir elbet, ancak hepsini takip etmemiz mümkün değil. Bu nedenle biraz bilimsel verilere göz atalım. 

 

2017 yılında en çok reyting alan 12 dizi üzerinden yapılan bir araştırmada; dizilerdeki ağlama/hüzün sahnelerinin yüzde 73’ünün, dedikodu/entrika sahnelerinin yüzde 60’ının, ev işi sahnelerinin yüzde 92’sinin, iş içerikli sahnelerin ise yalnızca yüzde 12’sinin kadınlara yazıldığı saptanmış. Yönetici rollerin yüzde 11’i kadın karakterlere aitken, yüzde 89’u erkek karakterlerinmiş. Varlıklı ve çalışmayan karakterlerin yüzde 68’ini, işsiz karakterlerin yüzde 75’ini kadınlar oluşturmuş. Aynı çalışmaya göre; kadın karakterler baskın oranda “zayıf ve narin” olarak tanımlanmış. Kadınlar için öne çıkan sıfatlar ise; “çekingen”, “duygusal”, “nazik”, “hayalperest”. Dikkat çekici bir başka nokta; televizyon dizilerinde kadınların gerçekçi, yeterli çeşitlilikte ve derinlikte temsil edilmediği, özellikle dizilerde temsil edilen kadın karakterler üzerinden verilen mesajların güncel kadın profilini etkilediği sonucuna ulaşılmış olması. 

 

Son yıllarda umut veren gelişmeler yok değil. Ancak neredeyse her gün aile içi şiddeti konuştuğumuz bir ortamda; aile içi dayanışmanın, sevgi ve saygının, eşitliğin, çağdaş rol dağılımının önemini vurgulayan yayınlar yapmak, topluma ve insanlığa faydalı içerikler yaratmak bu kadar zor olmamalı. Özelleşmiş devasa medya sektörünü doğru içerik üretmeye itecek olanın bilinçli izleyici kitlesi olduğu da unutulmamalı. 

 

 

SİYASİ TARTIŞMALARDA KADIN YOK


Akşamları tartışma programları izleyenler de dolaylı olarak olumsuz mesajlar alıyor. Siyaset meydanlarında kadının adı olmuyor. Kadrolu birkaç isim dışında (ki onlar da siyasetçi değil gazeteci) beşe ya da altıya bölünmüş ekranlara kadın girmiyor. Kadının siyasette temsili düşük olduğu için ekranlarda temsilinin de düşük olduğu söylenebilir. Doğrudur. Ancak mevcut kadın siyasetçilerden kaçını izleyebiliyoruz? Siyasete adım atması erkeğe göre zor olan kadın, bu işe girdiği anda hem sistem partileri hem de medya kuruluşları tarafından dışlanıyor. 

 

Uzatmaya gerek yok. Boş vaktimizi dolduran, bazen de gasp eden televizyon dünyasında büyük değişikliklere ihtiyaç var. Bu yazımız giriş sayılsın, tartışmayı başlatalım.