Mehmet Akkaya: Zonguldak’ın Çukurova’sını kurutuyorlar

Maden işçisi idiler. İşçi sayısını eritip, 41 binden 9 bine düşürdüler, işlerinden oldular önce.

 

Ocakları da rödovans diye, hizmet alımı diye parsellettiler, köle oldu kalan işçi.

 

Çatalağzı santralında çalışıyordu kimisi de. Boğaz tokluğuna tabi... Taşeron işçisi idi çoğu ve “yılsonunda sözleşme yenilenecek mi” korkusuyla yaşıyorlardı.

 

Derken santrallarını da sattılar. Sömürü katmerlendi, işçi sayısı azaldı.

 

Kimden mi bahsediyoruz?

 

Zonguldak şehrinin hemen kıyısındaki Çaycuma, Gökçebey, Devrek’ten, Filyos’a kadar uzanan bölgenin insanlarından...

 

Batı Karadeniz’in en verimli toprakları burası... Hani derler ya “adam diksen yeşerir” diye. Aynen öyle.

 

Madenden de, santraldan da koparılınca halk, seracılığa başlamış. Sadece Bakacakkadı beldesinde 4 bin 500 olmuş sera sayısı. “10 bin seradan aşağı değildir bölgede” diyorlar.

 

Her şey yetişiyor. Sebzenin her çeşidi... Meyvecilik de başlamış. Elma, armut, üzüm, kivi...

 

Çocuk çocuk bütün aile seradalar. Sabah 05.00’de başlıyorlar işe, akşamın 19.00’una kadar. İşten gelenleri gördük akşamüzeri, bellerindeki ağrıdan kıvranıyorlardı.

 

Pazarda satması var daha bunun. Pazar nerde kurulur, koşturuyorlar. Onca çileyle yetiştirdiklerini üç kuruşa satmaya uğraşıyorlar akşama kadar.

 

Kimin serada çalıştığını yüzünden, ellerinden anlayabiliyorsunuz. Yanık yüzler ve kırış kırış cilt.

 

İş yok, tek umutları burası. Umarsız devam ediyorlar. Suları bol, toprakları verimli neyse ki...

 

Ama fazla sürmüyor bu da. HES’ciler Zonguldak derelerine de gözünü dikmiş. Peş peşe HES yapılıyor. Bir, iki, üç...

 

Kadınlar HES’cilerin toplantılarını basmışlar. Sonra bir iki karşı çıkış daha olmuş, ama sürdürememişler ardını. Yol gösteren de olmamış, başlarına geçen de...

 

HES’ler çağıl çağıl akan dereleri kurutmuş tabi. Ardından seralar da kurumaya başlamış. Yaşayacak tek imkan da ellerinden gidiyor. Hem de göz göre göre, hem de HES denilen canavarlarca...

 

Kuyu vurmaya başlamışlar. Önceleri iki metreden çıkıyormuş su. Gel zaman git zaman yer altındaki sular da çekilmeye başlamış. Derine, daha derine kazmaya başlamışlar sonra. Beş metre, sekiz metre, on metre... “12 metreye indi” diyorlar. Seneye, 15 metre, sonra 30 metre...

 

Dahası da var. Dördüncü HES’in inşaatı sürüyor. Halk kara kara düşünüyor şimdilerde. “Ne yaparız, nerelere gideriz?”

 

E bir de gökten gelen kül serpintileri var!

 

Çatalağzı Termik Santralı’nın külleri bütün ovaya yayılıyor. Filtreyi çalıştırmıyor santral. “Kapatırım arkadaş” diyen de yok.

 

Üzeri kapalı sebze ve meyvelerin bile kuruduğuna tanık olduk. Açık havada sebzecilik yapan bahçelerde ise yapraklar kupkuru idi.

 

Kanunlar ne diyor bakalım:

 

Anayasanın 56. Maddesi, “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama, hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir” diyor.

 

2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 8 maddesi ise, “Her türlü atık ve artığı, çevreye zarar verecek şekilde, ilgili yönetmeliklerde belirlenen standartlara ve yöntemlere aykırı olarak doğrudan ve dolaylı biçimde alıcı ortama vermek, depolamak, taşımak, uzaklaştırmak ve benzeri faaliyetlerde bulunmak yasaktır.

 

Kirlenme ihtimalinin bulunduğu durumlarda ilgililer kirlenmeyi önlemekle; kirlenmenin meydana geldiği hallerde kirleten, kirlenmeyi durdurmak, kirlenmenin etkilerini gidermek veya azaltmak için gerekli tedbirleri almakla yükümlüdürler” diyor.

 

Yükümlülüğünü yerine getirmeyip, örneğin bacaya filtre takmayana ne yapılırmış? Çevre kanununun 20. maddesi, “her bir ihlal için 13.226 Türk Lirası para cezası” diyor. Mahkemeye vereceksiniz, ihale ve şirket mafyalarını geçip haklılığınızı ispatlayacaksınız, kazanırsanız 13.226 lira ceza.

 

Ya sizin zararınızı kim ve nasıl telafi edecek? 

 

“Ulusal Kanal gelsin buralara. Toplanıp cümle aleme haykıralım” diyorlar. Yakınlarda, Zonguldak’ın Çukurova’sından sağır kulağın duyacağı sesler yükselirse şaşırmayın.

 

Mehmet Akkaya / 26 Ağustos 2015, Aydınlık