Mehmet Akkaya: Kölelik planı nasıl püskürtülür?

Cumhuriyet tarihinin bütün kazanımlarını ortadan kaldıracak olan Ulusal İstihdam Stratejisi, Meclis’te dolaşan kölelik tasarıları... İşçi köle olacak, kıdem ve ihbar tazminatı ortadan kalkacak, sendikalaşma, toplusözleşme, grev, direniş, dayanışma gibi anayasal haklar çöpe gidecek ve sendikalar bitecek...

 

 

O halde Meclis’teki tasarının geri çekilmesi sağlanmalı, Ulusal İstihdam Stratejisi çöpe atılmalı.

 

 

Sendikalara bakıyorum, cılız basın açıklamaları, o kadar. Konfederasyonlar ise bir araya gelmediler.

 

 

Tasarılar son hızla komisyonları dolaşmaya devam ediyor.

 

 

Tehlike büyük, tehlike kapsamlı... “Dostlar alışverişte görsün” misali tepkilerle olacak iş değil. İşçiyi seferber etmek, toplumu aydınlatmak, en azından Ankara’da dev bir miting ile uyarmak, yetmez ise genel grevin hazırlıklarına başlamak gerek.

 

 

Zengin bir işçi tarihimiz var. Bir melanet nasıl savuşturulur, büyük tecrübeler var gerimizde. Mesela biri. Çok geriler de değil, 2003 senesi.

 

 

AKP “Kamu Reformu” adıyla üç kanun tasarısı hazırlamıştı. Merkezi devletin yetki ve olanaklarını yerel güçlere devretmeyi amaçlı- yordu. Üniter devlet dağıtılıyordu. ABD’nin ve AB’nin istekleri gerçekleşiyor, PKK’nın ve irticai güçlerin arzuları yerine getiriliyordu.

 

 

Millet hücrelerine kadar parçalanacak, topraklarımıza kan doğranacaktı. Denize döktüğümüz emperyalistler yeniden bey olacaktı. Emekçiler ise, hem birbirine düşman olacak, hem köleleşecekti.

 

 

Bütün milletin meselesiydi bu. Sadece işçilerin değil, topyekûn milletin ayağa kalkması gereken durumdu bu.

 

 

Oysa Türk-İş ve T. Kamu-Sen’in bile tepkileri cılızdı.

 

 

Tasarı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünü kapatmayı da amaçlıyordu. Köy Hizmetlerinde örgütlü sendika olan Yol-İş, konfederasyonların cılız tepkilerini görünce, bizzat kendisi sahaya indi.

 

 

Köy Hizmetlerinin kapatılmasını engellemek gerekiyordu. Böylece, tasarıyı toptan çöpe atacak kuvvetlerin ortaya çıkması da sağlanabilirdi.

 

 

2003 yılının ilk ayları... Sekiz yerde bölge toplantıları düzenlendi. Ankara, Bursa, Konya, İstanbul, Samsun, Trabzon, Adana ve İzmir... Ankara, Konya, Bursa ve İzmir’de olanını bizzat izlemiştim.

 

 

Binlerce işçi ile yapılıyordu toplantılar. İşçinin tartışmalara katılabilmesini sağlayacak salonları seçiyorlardı. Ankara’daki, Milli Eğitim’in Şura Salonu idi... Tıklım tıklımdı salon. En önce Onuncu Yıl Marşı... Cumhuriyet yıkılmak isteniyordu çünkü. Salon inliyor, Onuncu Yıl Marşı, daha derin bir anlam kazanıyordu işçinin ağzında. Tüyler ürperten bir coşku...

 

 

Yol-İş Genel Başkanı Fikret Barın açılış konuşması yapıyor, ardından sendikanın Eğitim Dairesi Müdürü Yıldırım Koç ve Prof. Birgül Ayman Güler, Türkiye’nin ve işçi sınıfının başına nasıl bir çorap örülmek istendiğini anlatıyorlardı.

 

 

İşçi çivi gibi idi. Bir teki bile kaytarmıyordu. Böyle bir eğitim toplantısı görmemişlerdi o güne kadar. Sonra soruyordu her biri uzmanlara. Anlaşılmayan bir tek ayrıntı bile kalmıyordu.

 

 

Broşürler, bildiriler, afişler de hazırlamıştı sendika.

 

 

Mücadeleye hazırlık böyle olurdu işte. Yasak savılmıyor, işçi ayağa kaldırılmak isteniyordu.

 

 

Ardından İzmir ve Ankara mitingleri geldi.

 

 

İşçiyi tabandan ayağa kaldırırsanız, konfederasyon da sarılır meseleye. Öyle de oldu. Sadece Yol-İş’in değil, konfederasyonun mücadelesiydi artık. Türk-İş’in düzenlediği 10 Mayıs 2003 İzmir ve 17 Mayıs Tandoğan Mitingleri... Mitinglerin adı da tehlikeyi anlatıyordu. “Ekmeğine, işine, haklarına ve vatanına sahip çık” mitingi.

 

 

Derken, tasarı çöpe atıldı, hem üniter devletin parçalanması, hem Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün kapatılması engellendi.

 

 

Yol-İş Sendikası manivela olmuş, işçi sınıfının topyekûn ayağa kalkmasını sağlamış, melanet püskürtülmüştü. Türkiye ve işçi sınıfı, Yol-İş Genel Başkanı Fikret Barın’a ve bu mücadelenin mimarı Yıldırım Koç’a teşekkür borçludur.

 

 

Bugünün tehlikesi de, sendikacılara böyle bir seferberlik görevi vermektedir. Aksi, yasak savmak olacaktır ve melaneti engellemeye yetmez.

 

 

Dostane bir hatırlatma.

 

 

Mehmet Akkaya / 10 Mart 2016, Aydınlık