Mehmet Akkaya: Eniştem niye öptü?

22 Mart günü Başbakan Davutoğlu’nu dinleyince şaşırdım. 14 yıldır işçiyi ezen AKP değildi sanki. Başbakan, “asıl ve yardımcı iş ayrımı yapmadan kamudaki bütün taşeron işçilerini kadroya geçireceklerini, mahalli idarelerdeki taşeron işçilerini de belediye şirketlerine aktaracaklarını” söylüyordu.

 

 

Kamuda yaklaşık 700 bin, mahalli idarelerde (belediye ve İl Özel İdareleri) ise 1,5 milyon dolayında taşeron işçisi vardı.

 

 

Oysa daha bir hafta öncesine kadar ve defalarca ÇSGB, Maliye ve Ekonomi Bakanlarının açıklamaları, “ancak 100-150 bin kişinin kadroya alınacağı” yönünde idi.

 

 

Şimdi ne oldu da, 100-150 bin kişi, bir anda sadece kamuda 700 bin kişiye çıkıverdi?

 

 

Bir şeyler değişmişti.

 

 

Şaşırtıcı olan, bir haftadaki bu önemli değişiklikti önce.

 

 

İkinci ve daha şaşırtıcı olanı, bir haftada “işçisever” görüntüye bürünmüş olmaktı. Hem de halen Meclis’te görüşülen kölelik tasarısına rağmen.

 

 

Hatırlayalım.

 

 

-Taşeron işçilik AKP döneminde çoğalmış, sayıları 4 milyona yaklaşmış, TBMM, Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve İŞKUR bile taşeron cehennemine dönmüştü.

 

 

-”Esnek çalışmanın” bütün biçimleri İş Yasası’na AKP döneminde sokulmuştu.

 

 

-İşçi sınıfı kiralık işçilikle AKP döneminde tanışmıştı.

 

 

-İŞKUR, Özel İstihdam Bürolarına kuruluş izni veren, hatta bizzat işçi kiralayan merkez haline getirilmişti. “Toplum Yararına Çalışma Programı” adıyla her yıl kiralanan işçi sayısı 200 bin dolayında idi.

 

 

- “Denetimli Serbestlik” adlı çalışma biçimi üretilmişti. Kölenin bile ölmemesi ve yeniden çalışabilmesi için karnı doyurulurken, beş kuruş bile ücret, yol parası ve yemek verilmiyordu.

 

 

- Belediyelerde, İş Kanunu’nun işletilmediği, “Ek Ücretliler” denilen güvencesiz çalışma başlatılmıştı.

 

 

- “4-C” diye bilinen “geçici personel” uygulaması başlatılmıştı.

 

 

- Taşeron sistemini bütün kurumlara yaymış, kamu kurumlarını ve belediyeleri taşeron cehennemine çevirmişlerdi. Taşeron işçilerinin sayısı 4 milyonu aşmış, AKP İl ve İlçe Başkanlıkları yandaş taşerona iş bulma ve taşeron işçisi pazarlama bürosuna dönüşmüştü.

 

 

- Kıdem ve ihbar tazminatının olmadığı “belirli süreli çalışma” biçimi daha da yaygınlaştırılıyordu.

 

 

- “Mezarda emeklilik” daha da ilerletilmişti.

 

 

- 30 kişinin altında işçinin çalıştığı işyerindeki işçiye iş güvencesi yasaklanmıştı. On binlerce işçinin iş güvencesi gasp edilmişti.

 

 

- “Serbest Bölge” sayısı 19’a, devletin bile giremediği bu cehennemlerdeki işçi sayısı 52 bine çıkarılmıştı.

 

 

- Daha da önemlisi, şu sırada Meclis’te bir tasarı vardı ki yasalaşırsa, Özel İstihdam Bürosu adlı köle tacirleri işçileri köle gibi satabileceklerdi ve işçiler yasanın ve anayasanın verdiği bütün haklardan mahrum olacaklardı.

 

 

- Ve AKP, işçi sınıfını köleleştirmeyi “stratejik plan” olarak ilan etmiş, adına “Ulusal İstihdam Stratejisi” demişti. Plana göre, kıdem tazminatı primleri özel şirketlere aktarılacak, işçi simsarlığı yasalaştırılacak, esnek çalışma ve taşeron işçilik yayılacaktı.

 

 

Ne değişti şimdi?

 

 

İşçilerin elindekileri gasp etmeyi amaçlayan “stratejik plandan” vaz mı geçildi? Halen Meclis komisyonlarındaki işçileri köleleştirme niyetinden mi vazgeçildi? Tasarı geri mi çekildi?

 

 

Hayır, hem kölelik planı TBMM’de ilerlemeye devam ediyor, hem Ulusal İstihdam Stratejisi yürürlükte.

 

 

O halde eniştem niye öptü?

 

 

İki olasılık akla geliyor.

 

 

Meclisteki kölelik tasarısı, taşeron sistemini bile aratacak ölçüde işçileri köleleştirecektir. Taşeron işçisine kadro şamatası, bu tehlikeye karşı gardı düşürebilir, bu sırada da kölelik tasarısı Meclis’ten geçirilir.

 

 

Başka bir sebep, Anayasa referandumu ya da sürpriz bir seçim için oy biriktirme planı olabilir. Kamuda ve mahalli idarelerdeki taşeron işçileri, aileleriyle beraber asgari 5-6 milyon seçmen etmektedir ki, ciddi bir sayıdır bu.

 

 

AKP işçiyi öpüyorsa, bir sebep vardır mutlaka.

 

 

Not: Taşeron işçilerine nasıl ve hangi koşullarda kadro verileceği ise yakında belli olacak ve bunu ayrıca konuşup yazacağız.

 

 

Mehmet Akkaya / 23 Mart 2016, Aydınlık