Doğu Perinçek: Türkiye-ABD savaşında FETÖ’nün darbe girişimi

Ağustos 2016, Teori Dergisi'nde yayımlanan yazısı.

Genel Başkanımız Doğu Perinçek, 19 Temmuz 2016 Salı günü Ankara’da Öncü Gençlik yöneticilerine Amerikancı FETÖ’nün darbe girişimini anlatan bir konferans verdi. Konuşma metnini yayımlıyoruz.

 

I
YAŞADIĞIMIZ SÜREÇ

 

Bu süreci anlamanın anahtar kavramı, “Türkiye-Amerika Savaşı”dır. 2007 yılından bu yana yaşadığımız olayları açıklayan budur.

 

Tayyip Erdoğan-Fethullah çarpışması değil, Türkiye-ABD savaşı


Türkiye’yi darbe girişimiyle yüz yüze bırakan süreç, AKP ile FETÖ arasındaki çarpışma çerçevesinde açıklanamaz. Bugün en yanlış fikir budur. Bazı yazarlarımızı okuyoruz, “Ben, Tayyip Erdoğan ile Fethullah Gülen arasındaki savaşta yokum” diyorlar. Türkiye, ABD emperyalizmiyle savaşıyor, bu yazarlarımız orada yoklar! Daha ürkütücü olanı, Tayyip Erdoğan düşmanlığı üzerinden ABD ile, PKK ile, FETÖ ile aynı safta yer alıyorlar. Düşü- nün darbe başlamış, hâlâ Tayyip Erdoğan’a karşı savaşıyorlar. Partimizin içinde de var bu tavır. Düne kadar vardı, bugün de var. Daha birkaç gün önce “Niye taraf tutuyoruz, Tayyip Erdoğan’ın yancısı konumuna düşmeyelim” deniliyordu. Bu Tayyip Erdoğan’ın yanında gözükmekten korkan tavır, ABD’nin yanında olmaktan niçin korkmuyor?

 

Mevzilenmenin nesnelliği


Nesnel bir mevzilenme var. İstediğiniz kadar, “Tayyip Erdoğan’ın yanında değiliz, vallahi billahi değiliz. Biz aslında ona karşıyız” diyelim. İşte, hayat getirdi yan yana koydu. ABD emperyalizminin Gladyo darbesine karşı Tayyip Erdoğan ile yan yana değil miyiz?

 

Bilimseliz, olgulara bakacağız. Mevziler istekle belirlenmez. Mevziler nesnel olarak kurulur. İstediğiniz kadar o mevziden kaçma- ya çalışın, hayat size sormuyor. Vatan Savaşı oluyor, Tayyip Erdoğan senin yanına gelmiş, vatan mevzisi güçlenmiş, devlet güçleri PKK’nın ve FETÖ’nün üzerine yürüyor, daha ne istiyorsun?

 

“Hayatta en hakiki mürşit bilimdir” diyenler bu mevzilenmelerin nesnel olduğunu göreceklerdir. Stalin, Hitler ile saldırmazlık paktı yaptı, nesnel olarak onunla yan yana düştü. Ondan sonra Amerikan, Fransız, İngiliz emperyalizmi ile yan yana, omuz omuza üç  yıl Hitler’e karşı savaştı. 1945 yılından sonra bu kez Amerika ile karşı karşıya geldi. Bunlar nesnel süreçlerdi.

 

Nesnel süreçleri anlamamız için programımıza bakmamız gerekiyor. Vatanı bütünleştireceğiz diyoruz, o zaman PKK’nın üzerine yürüyen veya Suriye’nin kuzeyindeki koridorda ABD’ye direnen herkesle yan yanayız. Dahası o kuvvetleri yanımıza çekme, yanımızda tutma, onları daha dirençli hale getirme görevimiz var. Mücadelede önderlik budur!

 

Gerçek mevzilenme, son darbe  girişiminde apaçık ortaya çıktı. Türkiye ile Amerika arasında bir savaş var. ABD’ye karşı mevzilenirsen, darbe sırasında Tayyip Erdoğan’ın yanında olduğunu görürsün. Tayyip Erdoğan’a kör düşmanlık mevzisine saplanır kalırsan, ABD’nin piyonu konumuna düşersin.

 

II
SAVAŞIN AŞAMALARI

 

Birinci aşama: Ergenekon-Balyoz savaşı

 

Savaşın birinci aşamasında, ABD, silah kullanmadan Türk Silahlı Kuvvetleri komutanlarını ve Vatan Partisi yöneticilerini esir aldı. Bakın silah kullanmadan diyoruz, çok önemli.

 

Sun Tzu gibi Çinli strateji uzmanları, binlerce yıl önce “Savaşta öncelik, düşmanı silah kullanmadan yenmektir.” diyorlardı. Çünkü silah kullandığınız zaman bir maliyeti var. İnsanlarınız ölüyor, araçlarınızı kaybediyorsunuz. Ama silah kullanmadan, teslim alırsanız savaşın faturası çok ucuz olur. Tarih boyunca kaleyi silah kullanmadan teslim almak, birinci seçenektir.

 

ABD, Türk Devletinin içine yerleştirdiği Fethullahçı Gladyo‘yu kullanarak, TSK’ya operasyon yaptı. Kalenin içine girmişti. İktidar ABD’nin elindeydi. Tayyip Erdoğan 34 yerde “Ben BOP Eşbaşkanıyım” diyordu. Amerikan Devleti içinde bir görev tanımıydı bu. ABD, BOP Eşbaşkanlığını Türk Devletine, Türk Ordusuna, Vatan Partisi’ne, Atatürk Devrimi‘ne, Türkiye’nin millî birikimine karşı kul- landı. Ve o savaşı başlangıç döneminde kazandı. Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki Atatürk Devrimcisi, vatansever subayları temizledi. Onların yerine işte son darbe girişimini yapanlar geldi. Evet biz en sonunda Silivri duvarlarını yıktık, ancak TSK’nın içerisine bu darbe girişimini yapanları o süreçte yerleştirdiler.

 

ABD’nin TSK içindeki yuvalanmasını 1970’lerden beri bütün kanıtlarıyla açıklıyoruz. Sınav kağıtlarını dağıttılar. Harp Okullarına sızdılar. Askeri liselere girdiler. Hele Ergenekon-Balyoz sürecinde Fethullah Gülen Askerî Şura’nın fiilen başına geçti. Beşiktaş Terör Örgütü adını verdik onlara. Beşiktaş Adliyesi‘ndeki F Savcıları ve F Yargıçları Atatürkçü subayları içeri attılar. Terfileri bu şekilde yönettiler.

 

İkinci aşama: Silivri savaşı


Türkiye’nin millî güçleri, Amerika’nın silahsız teslim alma stratejisine Silivri duvarlarını yıkarak yanıt  verdiler.  2014  yılında  biz içeriden, siz dışarıdan Silivri duvarlarını yıktık. Halk geldi, gençlik geldi ve Vatan Partisi önderliğindeki o mücadeleler sonucunda duvarları yıkarak inisiyatifi ele geçirdik. Duvarlardan çıkarken, “Kınından çıkmış kılıç gibiyiz!” diyerek önümüzdeki eylem planını açıkladık: Türk Devrimine düşman olan cemaatler temizlenecek! Artık “Biz kılıcı çektik, insiyatif  bizde” dedik.

 

Türkiye, 2014 yılından başlayarak Fethullahçı Terör Örgütü’nün üzerine yürüdü. Bizim içimizde bile, “FETÖ’nün temizlenmesine hizmet edersek Tayyip Erdoğan’a yararlı oluyoruz” diyenler yok muydu? İşte şimdi bu sorunun yanıtı da çıktı. FETÖ o darbeleri yemese, devlet içindeki o birikimiyle bugün bambaşka bir kuvvete sahipti. Fethullahçı Terör Örgütü, Vatan Partisi’nin kararlı tavrıyla yargıdan, polisten büyük ölçüde temizlendi. Şimdi son artıkları da temizleniyor.

 

Üçüncü aşama: Hendek savaşları


24 Temmuz 2015 günü, Türkiye’nin Millî Güçleri, PKK’yı silahla temizleme siyasetini Tayyip Erdoğanlara kabul ettirdi. Batı basının- da son zamanlarda çıkan önemli tahlillerde hep bu gerçeğe değiniliyor: Kemalistler, Tayyip Erdoğan’ı teslim aldı. Tayyip Erdoğanlar, “Biz Açılım yapacağız, barışçı çözüm yapacağız, Kürt meselesini karşılıklı konuşarak, koklaşarak çözeceğiz” diyorlardı. O siyasetle Türkiye’nin bütünlüğü sağlanamazdı. Gerçekçi olan, Vatan Partisi’nin programında saptadığı üzere, devletin yaptırım gücünü kullanmaktı. TSK da o gerçekçi siyaseti paylaşıyordu. En sonunda 24 Temmuz 2015 günü TSK, Türk Polisi ve korucularımız, bölücü teröre karşı silahla bastırma harekâtını başlattı. Bizim dilimizle belirtirsek “Vatan Savaşı” başladı. AKP organları “İkinci İstiklâl Savaşı” diyorlar. PKK hendeklere gömüldü. Şimdi savaş sınırlarımızın ötesine yayılmıştır. Suriye’nin kuzeyindeki Koridor’da ABD ve İsrail ile cephe cepheye geldik. Herkes orada mevzilendi. O Avşar Beyleri türküsündeki gibi “Düşman karşıda bakıp durur.” Orada Amerika-İsrail koridoru açılıyor. İnsanlık cephesinde Suriye var, Irak var, İran var, Rusya var. Türkiye’nin yeri de onlarla birlikte.

 

Amerika, Türkiye’nin iç cephesinde Hen- dek Savaşlarını kaybettikten sonra, Koridorda sıcak çatışma alâmetleri belirince, bu kez iç cephede üzerimize canlı bombalarını sürdü. En son Atatürk Havalimanı’ndaki o patlamayı yaşadık. Amaç, Türkiye’nin iç cephesinde zaaf yaratmak, bizleri yıldırmak, kararsızlığa yöneltmekti. Ve patlayan her canlı bombadan sonra Amerika’nın mesajları geliyordu: “PKK ile barış yapın!” Ne var ki, Türkiye bombalara teslim olmadı.

 

III

FETHULLAHÇI GLADYO’NUN
DARBE GİRİŞİMİ

 

ABD, Gladyosunu ateşe sürdü

 

ABD, Türk Ordusu içinde 60 yıldır örgütlediği silahlı gücü ateşe sürdü: Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle kurulan ve o günden beri kullanılan silahlı örgüt. Ordu içinde, MİT içinde, polis içinde, yargı içinde kurulan cihaz! Yeraltındaki NATO da diyebilirsiniz. Son haliyle Fethullahçı Gladyo.

 

Hani Gladyo neredeymiş diyorlardı, işte Gladyo‘yu gördünüz. 15 Temmuz’daki darbe girişimini gözünü karartarak ve şiddet kullanarak sahneledi. Bu gözü kara girişimi Türk Ordusunun gelenekleri içinde anlayamazsınız, ama CIA uygulamalarını hatırlarsanız anlarsınız. İşte bu Gladyo’nun ta kendisidir!

 

Ancak başaramadılar, halkları yoktu. ABD’nin kritik taaruzu bozgunla sonuçlandı. Türk Ordusu ve Türk Milleti ABD’yi bozguna uğrattı. Abartma yok. ABD’nin Türk Ordusu içindeki silahlı gücü ezildi.

 

Darbe girişimini kim yaptı?


Darbeyi Türk Ordusu içindeki Fethullahçı Terör Örgütü yaptı. “Bir takım komutanlar memleket elden gidiyor diye darbeye katıldı” veya “aldatıldı” görüşüne de rastlıyoruz. Bunları ayrı bir grup olarak saymaya gerek yok. Çünkü ayrı bir örgütleri yok.  “Vatanseverler de vardı, menfaatçiler de vardı” denecek olursa, hedef genişletilir ve bundan FETÖ yararlanır.

 

Darbe girişimini kim bastırdı?


Bu darbe girişiminde kritik konu, TSK’nın durduğu yerdi. Herkes şu soruyu sordu: Bu darbe girişiminde TSK bütün olarak var mı? Yoksa sadece FETÖ mü var? “Biz, TSK’yız” diyenler darbecilerdi. Çünkü ancak o zaman kazanma umutları olabilirdi. Darbeciler geçmişte görmediğimiz bir silah kullanma kararlı- lığı içindeydi. Bu darbe girişiminin en önemli özelliği, darbecilerin silah kullanmada gözü kara olmasıdır. Çünkü ancak yıldırarak, sindirerek başarı kazanabilirlerdi. TSK’yı silahla kendi arkalarında toplayabileceklerini sandılar.

 

Daha darbecilerin bildirisi TRT’de okunmadan biz Vatan Partisi olarak, uçak gürültüleri altında açıklamalarımıza başladık. Darbeyi bozguna uğratmak için, kamuoyuna şunları duyurduk:

 

1.  Bu darbe girişimi TSK’yı temsil etmiyor. Amerikancı FETÖ’nün darbe girişimiyle karşı karşıyayız.

 

2.  Türk Ordusu, bu darbe girişimini ezecektir, kimsenin kuşkusu olmasın.

 

3.  Millet olarak Türkiye Cephesinde birleşmeli ve darbecilere karşı ordumuzu desteklemeliyiz.

 

4.  Ordu ile polis arasında ikilik yaratan kışkırtmalara izin vermemeliyiz. Ordu ile polisin birliği şarttır.

 

5. Darbecilerin görevi, PKK’yı hendeklerden çıkartmak ve FETÖ’yü Cumhuriyetin pençesinden kurtarmaktır. Yurtta Sulh Konseyi’nin “sulh” dediği PKK ile sulhtur, FETÖ ile sulhtur. Darbeciler, “Yeni anayasa yapacağız” diyerek ABD’nin planına bağlılıklarını açıklıyorlar. “Yargıdan atılanları yeniden alacağız” diyerek, F tipi yargıyı yeniden kurma amaçlarını dile getiriyorlar.

 

6. Türk Ordusunun aldatılan subay ve askerleri derhal silahlarını teslim etmeliler. ABD’nin Türkiye’yi bölme planlarına hizmet etmek vatana ihanettir ve şerefsizliktir.

 

7.  Vatan Partisi görev başındadır.

 

Bu yedi maddenin özeti, millî güçleri birleştirmek ve özgüveni sağlamlaştırmak, ABD güçlerini bölmek ve zaafa uğratmaktır.

 

Darbe girişiminin olduğu gece Vatan Partisi, kim ağır basacak diye beklemedi. Darbecilerin TRT’de bildiri okumasından  önce  ve bildiri okunduğu anda, elimizdeki bütün araçlarla kararlı tavrımızı açıkladık. Öyle “dar- beler zararlıdır” veya “darbe kabul edilemez” türünden boynu eğik bir üslupla değil, “Bu Amerikancı darbe girişimini Millet ve Devlet birlikteliğiyle ezeceğiz” dedik. “Ya istiklâl ya ölüm” tavrıdır bu.

 

TRT’de darbecilerin bildirisi okununca, kimi televizyonlar Yurtta Sulh Konseyi’nin emirlerine uymaya başladılar. O bildiriyi seslendirmek, bomba atmaktan daha önemli. Çünkü darbeciler, TSK adına konuşuyordu.

 

İşte o kritik anda Vatan Partisi’nin kararlı müdahalesi geldi. İlan ettik: “Türk Ordusu bunları ezecektir.” Çok önemliydi. Çünkü kamuoyunun duruşunu belirleyecek olan bilgi buydu. Türk Ordusu’nu ele geçiremediler. Ve darbecileri ezen esas güç, Türk Ordusu’ydu.

 

Böylece hem halkın direncini sağlamlaştırdık, hem de orduya görevini bildirdik. Çünkü  o anın sorusu bellidir: Hangi kuvvet ezecek bu darbecileri?

 

Peki o açıklamayı Vatan Partisi Genel Başkanı değil de herhangi bir yurttaş veya kurum yapsaydı, o sözün o ağırlığı olur muydu?

 

Partimize emekli general, amiral, subay ve astsubay arkadaşların katılması üzerine “Militarist parti mi oluyoruz?” sorusunu soranlar vardı. “Oy vermezler bize” diyenler vardı. Bu arkadaşlarımız, Türkiye-Amerika Savaşı için- de olduğumuzu anlamadılar.

 

Vatan Partisi Genel Başkanı o açıklamayı yaptığı zaman, hükümet dahil, ordu dahil darbe girişimini önleyecek önemli güçler, açıklamanın doğruluğuna güvendiler. Bu tecrübe de göstermiştir ki, Türkiye’nin 200 yıllık sivil-asker öncü geleneğini sürdürmek canalıcı önemdedir.

 

AKP Gaziantep Milletvekili Mehmet Erdoğan kameraya söylüyor, televizyonlarda yayımlandı: “Sizin sağlam duruşunuz olmasaydı, darbe önlenemezdi.” Süreci izleyen herkes bu gerçeği saptamış bulunuyor.

 

I. Ordu Komutanı’nın, Özel Kuvvetler Komutanı’nın ve diğer komutanların dirayetli tutumları, Vatan Partisi’nin bildirisini doğrulamıştır. Güvenilecek bir ordumuz vardır ve daha önemlisi ordumuz harekete geçmiştir.

 

Halk, Türk Ordusu‘nun darbecilerin yanında olmadığını gördü. Bizim “Devletçe ve Milletçe topyekun mücadele” formülümüz hayata geçti, sınandı ve doğrulandı.

 

Darbe girişimi niçin başarıya ulaşamadı?


Darbecilerin halkı yok. Fethullah Terör Örgütü’nün halkı yok.

 

12 Mart, 12 Eylül darbesinde, darbeye razı olan bir halk vardı. Türkiye çok büyük bir şiddet ortamı içine itilmişti. Halk içinde “Bir otorite gelsin ve ülkede barışı sağlasın” talebi imal edildi. Halk darbeyi ülkeye huzur getirecek bir çözüm olarak karşıladı. Nitekim 12 Eylül 1980 darbecilerinin yaptıkları Anayasa- ya halk yüzde 92 oranında evet oyu vermişti.

 

Fethullah Terör Örgütü’nün halkı yok. 15 Temmuz darbe girişiminin de zemini ve halkı kazanma şansı yoktu. Eylül’ü bekleselerdi, ekonomide ağırlaşan zorluklar nedeniyle  şikayetler artacaktı. Ancak bekleyecek halleri yoktu. Çünkü silahsızlandırılıyorlardı. Birincisi YAŞ geliyordu ve tasfiye edileceklerdi. İkincisi ordu içindeki FETÖ soruşturmaları nedeniyle tutuklamalar başlamıştı. Bu nedenlerle ya bir hafta içinde yapacaklardı, ya da yapamayacaklardı. Sıkıştılar, mecbur kaldılar. Toplumda zemini olmayan bir ortamda bu çıkışı yapmak zorundalardı. Yaptılar ve altında kaldılar.

 

Ordu içinde FETÖ’nün temizlenmesi, planladığı gibi Ocak ayında başlasaydı, bu kanlı girişim önlenebilirdi. Hatta 15 Temmuz günü 16.00’da darbe girişimi haberi alındıktan sonra, Ankara’da silahlı kuvvet kullanılarak duruma hakim olunsa, en azından bu kadar kan dökülmezdi. Bu tür hatalar üzerinde şimdi durmuyoruz. Ancak Genelkurmay Başkanı’nın zorbalığa karşı koyarak o imzayı atmaması son derece önemli. O imzayı atsaydı başka bir tablo ortaya çıkardı. O zaman bu darbe girişimi TSK adına yapılıyor olurdu. Bugün tank edebiyatı yapanlar da o edebiyatı yapamazlardı. Onlar da TSK’nın tamamı bu girişimin içinde mi değil mi sorusunun yanıtını arıyorlardı.

 

Başarının sırrı: Devletçe ve milletçe topyekûn mücadele


FETÖ’nün darbe girişiminden 14 gün önce, Vatan Partisi’nin açıkladığı Millî Dayanışma Programı’nın birinci maddesinde, ABD’nin PKK’ya teslim olacak bir hükümet kurma planına karşı Türkiye Cephesinde birleşme çağrısı yapmıştık. O programın başlığı: “Devletçe ve Milletçe Topyekûn Mücadele”ydi.

 

Niçin hep Devletçe ve Milletçe diyoruz, bu çok önemli. 2003 yılındaki Genel Kurultayı- mızın duvarında şu yazılıydı: “Millî Devlet Direnir, Millî Ordu Direnir.”


20. Yüzyılın temel yasası diyebileceğimiz çok önemli bir saptamadır bu. Sınıfsal bir saptama. Çağımızın ezen-ezilen millet saflaşmasında devrimci çözüm işte bu sınıfsal sloganda dile getiriliyor. Emperyalizm sınıftır. Emperyalizm karşısında ezilen millet de sınıflardan oluşuyor. Çağımızın deneyimlerinden çıkarıyoruz: “Millî Devlet Direnir, Millî Ordu Direnir.” İşte Türkiye’de de direndi! Duvarda- ki o yazı bir kez daha ispatlandı.

 

Bizim kendi içimizde bile “Millî devlet neymiş, millî ordu neymiş, hani biz emekçiydik, işçiydik?” diyenlerimiz vardı. İşçiler, genel olarak emekçiler, o millî sınıfların temel gücüdür ve önder sınıfıdır.

 

Millet ve ordu birliği


Millet, devletiyle ve ordusuyla direnebiliyor. Tankı olmayan halk yenilir. Ordunun büyük kısmı darbecilerin karşısında tavır aldığı için, darbe girişimi bastırıldı. Ordu-Millet birlikteliği darbe girişimini başarısız kıldı.

 

Diyarbakır’da yaşadım. Vedat Aydın cenazesinde 15-20 bin kişi gidiyoruz, HEP yöne- ticileri otobüslere binmiş, biz en öndeyiz. Mardin Kapı’da kitleyi taradılar, bir iki dakika içinde onbinlerce kişi kayboldu.

 

Darbe girişimini bastırmada elbette halkın çok önemli katkısı oldu. Ama tankı olmayan halkı en sonunda dağıtırlar. Bu tür silahlı hesaplaşmalarda ordu desteği olmayan halkla üstün gelme beklentileri içinde olanlar var. Unutmayalım “İktidar namlunun ucundadır.” Darbe girişimi de, bir iktidar kapışmasını gündeme getirmiştir. Halkın tavrı kuşkusuz en sonunda belirleyicidir. Ancak ABD’nin silahlı darbecilerine karşı üstünlük, millet ve ordu birliğiyle sağlanmıştır. Tarihe bakıyoruz, silahı gücü olmasa Atatürk olur muydu? Silahlı gücü olmasa, Ankara’daki devrimci hükümet gerici isyanlarla baş edebilir miydi? Silahlı gücü olmasa, cumhuriyet kurulabilir miydi?

 

Tarihî sonuç: ABD Türk Devleti içindeki silahlı gücünü kaybetti

 

Savaşın bu aşamasında Amerika’nın Türkiye’deki silahlı gücü yerle bir oldu. Önümüzdeki süreçte ABD yeni bir güç inşa eder veya edemez o ayrı bir tartışma. Ama şu anda ABD Gladyosu‘nun beli kırıldı. Altından zor kalkarlar.

 

Bugün geldiğimiz yeri, son MYK toplantısında Şule Perinçek çok iyi özetledi: “Eskiden iddianameleri CIA yazıyordu. Şimdi iddianamelerde CIA suçlanıyor. CIA, savcı ve yargıç konumundan sanık konumuna düştü.”

 

Yeni durumu çok iyi anlamamız gerekir. Son darbe girişiminde ABD çok ağır bir yenilgi aldı. Silahlar konuştu. Helikopterler, uçaklar, tanklar konuştu. Ve ABD’nin mavi kuvvetleri ağır bir yenilgi aldı.

 

Vatan Partisi saflarındaki başlıca hata

 

Son Merkez Karar Kurulu raporunu hazırladığımız sırada, bir grup arkadaş, “Raporda partinin hatalarını yazmamışsınız” demişlerdi. Biz de, “Tamam, partinin hatasını mı istiyorsunuz?” dedik ve oraya partinin hatasını da yazdık: Vatan Savaşı’nı anlayamamak!

 

Partinin hatası bu ama onlar bizden başka bir şey istiyordu: Biz niye Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuyruğunda değiliz, niye Tayyip Erdoğan'la yan yana düştük vb.

 

Biz Tayyip Erdoğan‘la, Fethullah Terör Örgütüyle mücadele ettiğimiz için yan yana düştük. O arkadaşlarımızın önerdiği çözüm, Fethullah Terör Örgütüne karşı mücadeleden vazgeçmekti. Peki o zaman darbe karşısında bu tavrı alabilir miydik?

 

PKK ancak silahlı mücadeleyle bastırılır dedik. Tayyip Erdoğan yönetimi oraya geldi. Bu durumda yan yanayız. Peki çözüm? PKK ile mücadeleden vazgeçelim, vazgeçersek Tayyip Erdoğan ile yan yana düşmeyiz, ama vatan hainliğine kadar giden bir yola gireriz. Çözüm mü bu!

 

Tayyip Erdoğan ile yan yana düştük, onun yancısı olduk diye bir özeleştiri yaptığınız zaman, doğal sonucu şudur: PKK’ya karşı mücadeleyi CHP’nin yaptığı gibi desteklemezsin, hatta PKK’yı desteklersin. FETÖ’ye karşı mücadeleden vazgeçersin, Amerika’yla mücadeleden de vazgeçersin, darbe karşısında dik duramazsın, hatta darbeyi desteklersin.  Darbegirişimi başarılı olsaydı, kimlerin alkışlayacağını herkes biliyor.

 

Partimiz saflarındaki esas hata, bugün çırıl çıplak meydandadır: Vatan Savaşını anlayamamak, Vatan Savaşının mevzisinde duramamak, bu konudaki acabalar, ikircikler, tutukluklar. Bugün Partimizin bazı üyelerini halk hareketine yöneltmekte zorlanıyorsak, bir tek sebebi var: Dilimizin ucuyla ne kadar Vatan Savaşı desek bile, daha tam içselleştirememek, pratiğimize yansıtamamak. Vatan Savaşını anlayanlar halk hareketine koşuyor. Anlama- yanlarsa anlayacak.

 

Vatan Savaşının önümüze koyduğu pratiğe girmekte karşılaştığımız sorunların bir nedeni de, devlet ve ordu düşmanlığıdır. Başka deyişle anarşizm.

 

Vatan Savaşında devletle, orduyla, polisle yan yana gelmekten korkanlarımız var. Oysa ne diyoruz: Millî devlet direnir, Millî Ordu direnir.

 

2003 yılındaki Kurultayımızın duvarındaki pankarta bunu yazmıştık. Emperyalizme ve Bölücü Teröre karşı mücadelenin temel sloganı da aynıdır: Devletçe ve milletçe topyekûn mücadele!

 

Milletin güçlerini devletle ve orduyla birleştirdiğimiz için, PKK’yı hendeklere gömdük, emperyalizme karşı dik durabiliyoruz. Devlet ve orduyla yan yana geldiğimiz için partimiz ayakta. Emperyalizmin güdümünde devlet ve ordu düşmanlığı yapanların hepsi silindi gitti.

 

IV

ÖNÜMÜZDEKİ SÜREÇ


Türkiye Büyük Karara ilerliyor

 

Türkiye nereye gidiyor?

 

Türkiye Büyük Karara gidiyor. Türkiye-ABD savaşından Türkiye devrimle çıkacak. Vatan bütünlüğü ve üretim ekonomisi, bu sistemin içinde olmaz. Bu bir devrim süreci.

 

Evet, Türkiye devrime gidiyor. Türkiye, Atlantik sisteminden kopuyor, Asya'daki yerine yerleşiyor. Bu olay, ancak sistem değişikliğiyle tamamlanır.

 

Hangi devrim? 1960’lardan beri Millî Demokratik Devrim diyoruz. Emperyalizme karşı devrim, ortaçağa karşı devrim.

 

Yargının, polisin, ordunun Fethullahçı Örgütten temizlenmesi, Türkiye’nin Amerika’yla karşı karşıya gelmesi, üretim ekonomisinin gelip kapıya dayanması, bunların hepsi devrime giden bir süreçte olduğumuzu gösteriyor.

 

Ve devrimin içerisindeyiz. Bakın tankların, helikopterlerin, silahların, mitralyözlerin sahneye çıktığı bir süreç yaşıyoruz.

 

Türkiye artık eskisi gibi yaşayamaz. Borçlanma ekonomisi içinde yaşayamaz, vatanın bölündüğü, hendeklerin kazıldığı, haraç toplandığı koşullarda yaşayamaz. Türkiye, FETÖ darbesiyle barış içinde, koyun koyuna yaşayamaz. Temizlenecek bunlar! Temizlenmelerinde geciktiğimiz için bu hallere düştük.

 

Mecburiyetler dediğimiz olay gündeme geliyor. Yani, Millî Demokratik Devrim. Özeti de ülke bütünlüğü sağlanacak, üretim ekonomisine geçilecek. Üretim ekonomisine geçmek bir devrim. Sınıfsal ilişkilerde bir altüst oluş. Belli sınıflar biçilecek, onun yerine belli sınıflar gelecek.

 

Bugün Türkiye, Suriye‘nin kuzeyindeki koridorda emperyalizmle cephe cepheye gelmiş. İktidar, ABD’ye Fethullah’ı iade edeceksin diyor. “Sağ” denen kesimden İncirlik kapatılsın talepleri yükseliyor. Bütün bunlar, devrimin programıdır, devrimin pratiğidir.

 

Geçmişin solcuları arasında NATO’yu sorgulayan var mı? Ama NATO “muhafazakâr” denen kesimlerin gündeminde. Adam NATO’ya karşı çıkıyor. Bu senin programın. AKP’yi kendi programımıza çektiğimiz zaman, o programı savunmaktan korkar hale gelenler var. O zaman devrim nasıl olacak ve devrimi kimle yapacağız?

 

Son günlerde Türk milleti, silahların konuştuğu bir çarpışmadan başarı ile çıktı. Vatan bütünlüğü savaşında büyük bir zafer kazandık. Emperyalizmin denetimi ağır darbe yedi. Ortaçağ yobazlığı da ağır darbe yedi. Şimdi bağımsız Türkiye’ye daha yakınız.


Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu, Devlet Bahçeli, sürece doğru tanıyı  koymuyorlar. “Demokrasi kazandı” diyorlar. ABD ve Almanya gibi Batılı devletler de yaşanan süreci demokrasi ekseninde açıklıyorlar. Onlar da darbenin bastırılmasından kaygılı. “Artık Türkiye’ye güvenmiyoruz” diyorlar. “Türkiye’de bir zamanlar demokrasi vardı” diyorlar.

 

Biz, Türkiye’nin belirleyici çelişmesinin bugün bağımsızlık ya da vatan bütünlüğü ekseninde olduğunu saptıyoruz. Bu savaş, vatan bütünlüğü için mücadele eden Türkiye ile vatanı bölmek isteyen Amerika arasındaki savaştır. İyi anlayalım bunu.

 

CHP ile MHP’nin muhalefet olmadığı ortaya çıkıyor. Sistemin içindeler. AKP ile aynı konumdalar. Bağımsızlık savaşı yok söylemlerinde.

 

PKK’nın ve FETÖ’nün devlet ve toplum içinden temizlenmesi

 

Türkiye olarak, ABD’nin güdümünde olan üç terör örgütüyle mücadele ediyoruz, hatta savaşıyoruz. FETÖ, PKK ve IŞİD’in temizlenmesi, Millî Demokratik Programın ve mücadelenin önemli bir başlığıdır.

 

“FETÖ devletin içinden temizlenince, yerine Tayyip Erdoğan’ın güçleri gelir” kaygısı dillendiriliyor. Bu tavır, FETÖ’yü devlet kurumları içinde savunmaktan başka hangi pratik sonucu verecektir?

 

Şunu göremiyor muyuz: Bugün Türk Ordusu‘nun, polisinin ve yargısının içinden FETÖ’yü temizlediğiniz zaman, kimi temizlemiş oluyorsunuz ve kimlerin önünü açıyorsunuz?

 

Ordunun içinde, evet Tayyip Erdoğan’a yakın bir güç vardı. Ve işte o güç bu darbeyi yaptı. Fethullahçıydı onlar. Onlar, oylarını Tayyip Erdoğan’a veriyorlardı, ama örgütsel bağları Fethullah Gülen’leydi. Bunlar tasfiye edildiği zaman, Ordumuz yeniden geleneksel vatansever, Atatürkçü kimliğine kavuşuyor. Başka bir seçenek var mı? Yok!

 

Hiç kimse hele bu koşullarda İmam Hatip Ordusu kuramaz! Ne kuruyorlar, turşu mu kuruyorlar?

 

Bu tartışmaları yargıda da yaşadık. “Temizlenenlerin yerine Menzilciler alınacak” türün- den görüşler vardı. Ne yargı kurumlarını biliyorlar, ne de yaşanan süreci! Olay apaçık meydanda:  Ergenekon-Balyoz davalarının F Savcıları ve F Yargıçları artık hapisteler, Cumhuriyetin savcıları ve yargıçları ise görev başında. Uygulamalara bakmak yetiyor.

 

Poliste de gördük. Polis temizlendiği ölçüde darbeyi bastıran kuvvet oldu. Ordu açısından da böyle. Bize düşman olan, bizi kurşuna dizecek olan adamlar şimdi hapse düştü. Onu da görelim.

 

ABD’nin iktidar seçeneği kaldı mı?


Türkiye siyasetinde eskiden bir formül vardı: İktidarları ABD belirliyordu. Politikacılar iktidar olma ümidiyle ABD’ye koşarlardı. Şu anda ABD’nin bir iktidar seçeneği yok. Yarın belki olabilir ama şu anda yok. Zaten olsa, o seçenek denenirdi. Darbe o nedenle gündeme geldi.

 

Sistemin denetimi altındaki muhalefet partileri, muhalefete mahkumlar. Bir seçenek olmadıkları darbe girişimi sürecinde bir kez daha ortaya çıktı.

 

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, “Darbe kabul edilemez” dedi. Evlilik teklifi mi yapıyorlar, “kabul edilemez” ne  demek?  Mesela, Yunan çıkmış İzmir’e siz diyorsunuz ki, “kabul edilemez”. Fransız girmiş Adana’ya, Antep’e siz “kabul edilemez” beyanatında bulunuyorsunuz.

 

Askeri darbe oluyor, uçaklar uçuyor, bombalar atılıyor, 50 Özel Harekat Polisi şehit olmuş… Bu koşullarda “kabul edilemez” lafının hangi ağırlığı vardır? O kadar esen, gürleyen, bağıran, çağıran MHP’yi düşünün, darbe koşullarında o bağırtıların, o çağırtıların bir karşılığı olmadığı ortaya çıktı.

 

Hani Meral Akşener diye bir seçenek vardı, Türkiye’yi o kurtaracaktı? Neredeydi o kurtarıcılar darbe sırasında? Meral Akşener ve Ümit Özdağ’ı göremedik.

 

Hani Türkiye’yi yönetecektiniz siz, mitingler yapıyordunuz, Türk bayrakları sallıyordunuz. Bayrakların dalgalandırıldığı gün yoklar.


Silahlı güçlerin konuştuğu bir ortamda, sürece müdahale eden en küçük tavır ve pozisyonları yok.

 

Kemal Kılıçdaroğlu, “Darbeler hiçbir zaman iyi olmamıştır” diyordu. Konferans mı veriyordu? Darbelerin tarihi hakkında kürsü mü kurulmuştu?

 

Parlamentoda bağırarak, Salı günleri konuşarak yapılan bir muhalefetin geçerli olmadığı bir döneme girdiğimiz bu olayla ispatlandı. Muhalefet, yaşanan Türkiye-ABD savaşının kurallarına ve ihtiyaçlarına uygun bir muhalefet olmak zorundadır. Bu açıdan bugün Türkiye’de iki parti kaldı: AKP ve Vatan Partisi. Bu iki parti dışında savaş koşullarına göre davranan parti kalmadı. Seçmen de bunu kendi deneyimleriyle anlayacaktır.

 

Bir zamanlar devrim laflarını ağzından düşürmeyen, “solcuyum” diyen kimi örgütler vardı. Bunlar, militarizme karşı olduklarını söylüyorlardı, “Darbede tanklarının üstüne çıkarız.” diyorlardı. Hani nerede onlar? Yoklar. Çünkü onlar, ABD’nin stratejik piyonu PKK’nın emir komutası altındalar. Amerikan tanklarının yolunu açma hizmetindeler. Türkiye’de emekçilerin iktidarına yönelik bir programları, bir eylem çizgileri hiçbir zaman olmamıştı.

 

Yeni dönemin halk hareketi


24 Temmuz 2015’te Bölücü Terörün üzerine silahla yürünmesinden bu yana mevzilenme, Vatan Savaşı’nın mevzilenmesidir. Halk hareketi de artık Vatan Savaşı mevzisindedir. Bunun ilk örneği 17 Eylül 2015 günü Ankara’da yapılan “Teröre Hayır, Kardeşliğe Evet” yürüyüş ve mitingiydi.

 

2013 yılının halk hareketi arkada kaldı. 24 Temmuz 2015 günü başlayan yeni takvimde “Gezi” yok. Artık Vatan Savaşı var. Toplumdaki güçler de o Vatan Savaşı‘na göre konumlanıyor. Amerikancı FETÖ darbe girişimine karşı alanlara çıkan milyonlar emperyalizme karşı bayrak açıyorlar. 70 yıldır ABD merkezli sistemin sigortası olan sağ seçmen kitlesi, şimdi ABD’nin zincirini kırıyor. Amerikancı darbe girişiminin en önemli sonuçlarından biri budur. Türk milleti şimdi büyük çoğunluğuyla ABD denetiminin dışına çıkıyor.

 

Gezi hareketi “çağdaş toplum” özlemiyle başladı. Bugün halkın başlıca talebi, terörün bitirilmesi, ülkede barışın sağlanması ve vatan bütünlüğüdür. Önümüzdeki aylarda ekonomik taleplerin öne çıkacağı emekçi hareketleri de gündemdedir. O hareketler de, küresel dayatmalar ve kışkırtmalarla mücadele ederek ilerleyecektir. Vatan Savaşı‘nın ekonomik cephesi gündemdedir. Karşı güçler “Turuncu Devrim” heveslerini hayata geçirmeyi umut edebilirler ancak Vatan Partisi buna olanak tanımayacaktır.

 

Bazı arkadaşlarımızın “Biz Gezi’yi terk ettik ve HDP’ye bıraktık” gibi görüşleri var. Gezi’yi terk etmedik. Gezi arkada kaldı. Tarih Gezi’yi terk etti. O bir dönemdi. Gezi, çiçek böcekle başladı. O mücadeleye bir süre Batı çevreleri bile olumlu bakıyorlardı. 2013 Haziran-Temmuz Ayaklanması, bizim etkimizle “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” çizgisine geldi ve Türk bayrağına kavuştu. Bu olay, aslında vatan mevzisindeki yeni dönemin işaretlerini veriyordu. Ne var ki, Gezi‘ye damga vuran saflaşmayı iyi hatırlayalım: Gençlik ve polis karşı karşıyaydı. Polis, gençliğe biber gazı sıkıyordu. Oysa artık yeni dönemde polis, orduyla birlikte halkın kurtarıcısıdır. PKK’yı hendeklere gömen, asker ve polistir. Darbeye karşı canını vererek savaşan yine asker ve polisti. Artık bu gerçekleri kavramadan halk hareketine önderlik yapılamaz.

 

Bugün meydanlara çıkan halka, öcü gibi bakan ilericilerimiz var. Eğer emperyalizme karşı vatan mevzisinde mücadele edersek, “öcü” kuruntularından kurtuluruz, onların halk olduğunu anlayabiliriz.

 

Kimi arkadaşlarımız halk hareketine karşı öyle kuşkular içindeydiler ki, “Oraya Atatürk‘lü bayrak götürürsek bizi linç ederler mi?” gibisinden kaygılar bile vardı. Orada Atatürk biz olamasak da var. Atatürk, Türkiye’nin bütün toplumsal hareketlerinin bayrağıdır. Çünkü o hareket, ancak Atatürk’le ilerler.

 

Şuna da dikkat etmeliyiz: Atatürk bayrağını halk hareketine bir sopa gibi mi götüreceğiz, yoksa  “Kardeşim şu bayrağı birlikte taşıyalım.” diye mi? İkisi de Atatürk bayrağı, ama tavırlar farklı. Amaç birleşmek mi, yoksa gerginlik çıkartmak mı? Atatürk’te birleşmek ile, Atatürk’ü kavga nedeni haline getirmek arasındaki farkı kavrarsak, herkesi Atatürk bayrağı altında birleştiririz. Türk bayrağı ve Atatürk bayrağı aynıdır.

 

Halk, kendi tecrübeleri içinde değişir, mücadele içinde yeni toplumun insanı haline gelir. Öncü Partinin görevi, halkı kendi eylemi içinde dönüştürmektir. Öncünün kendisi de halk eylemi içinde dönüşür, öncü karakterini geliştirir ve tarihsel görevini yerine getirir.

 

Halk hiçbir zaman tertemiz değildir. Yakup Kadri’nin Yaban romanında anlatılan, Kurtuluş Savaşı’ndaki halkı hatırlayınız. Savaşı, kerpiç duvarların dibine çömelmiş bitini ayıklayan halkla başardık.

 

Kendisine “laik” diyen ama halka yukarıdan bakan bir kesim var. Atatürk adını sık sık ağzına alan ama Atatürk’le ilgisi olmayan bir kesim. Onlar halkı hor görüyor. Çünkü onların gardrobuyla halkın gardrobu farklı.

 

Oysa vatanı o halk ile savunuyoruz ve savunacağız. Milletin yüzde 80’e yakın bir kesimini öcü görerek Vatan Savaş‘ı olmaz. “Bunlar Mehmetçiği yatırıp boğazını kesiyor, kellesini koparıyor” türünden propagandalara teslim olarak, hiçbir zaman halkla birleşemeyiz ve halkı dönüştüremeyiz.

 

Türk Devriminin iki yüzyıllık deneyimlerini hatırlayalım. Türk milleti o mücadeleler içinde zihnindeki ortaçağ kafeslerinden kurtuldu.

 

Marx çok önemli bir soru atıyor: Devrim niçin gerekli? “Devrim” diyor, “yalnız çürümüş olan iktidarı yıkmak için değil, daha önemlisi devrime katılan kitlelerin dönüşmesi için gerekli.” Çünkü devrim son kertede toplumun değişmesidir. Toplum değişince devrim oluyor, yoksa sırf iktidarın değişmesi yetmiyor. Sen, ben değişeceğiz.  Eskiyen  sisteme  ait kurumlardan, ilişkilerden kurtulduğumuz zaman devrim oluyor.

 

Bugün meydanlara çıkan insanlar nasıl değişecek? 80 milyon nasıl değişecek? Kendi tecrübeleri içerisinde değişecek, mücadele içinde değişecek. Yanında sen olduğun zaman, beraber olduğumuz zaman değişecek. Sen nasıl değişeceksin? Sen de o mücadelenin içerisinde değişeceksin. O mücadelenin dışında kaldığımız zaman, hem kendimizi dönüştürmekten vazgeçiyoruz, hem de toplumu dönüştürmekten vazgeçiyoruz.

 

2013 Haziran-Temmuz Ayaklanmasında bunu yaşadık. Gezi’ye katılanların içinde “Mustafa Keser’in askerleriyiz” diyenler vardı, yanımızdaydılar. “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye müdahale ettik sürece, en sonunda Mustafa Kemal’in askerleri ve Türk bayrağı galip geldi.

 

Bugün Türkiye’de Amerikancı FETÖ darbe girişimine karşı halk hareketine katıldığımız zaman, önyargılarımızın kırıldığını, o insanlarımızın bizi bağrına bastığını göreceğiz. Önümüzdeki zorluklar ve zorunluluklar sağ-sol diye bölünen vatansever kitleyi birbirine daha fazla yaklaştıracak, birleştirecek, kaynaştıracaktır.

 

Yeni Şafak gazetesi orta sayfasında kocaman harflerle “İkinci İstiklal Savaşı” diyor. Bunu 1960’lardan beri hep savunduk. Mehmet Ali Aybar, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli hepimiz “İkinci İstiklal Savaşı” dedik, “Yeniden Kuvay-i Millîye” dedik. İşte bu slogan şimdi milletin sloganı oldu.

 

İç yıkıcılığa karşı mücadele

 

Önümüzde ne var? Türkiye-Amerika savaşı devam ediyor, daha da keskinleşebilir. Suriye’nin kuzeyindeki koridorda cepheleşme sıcak. Zaten her şey en sonunda ona  bağlı. Amerika, bizi iç cephede bozarak başarı kazanmaya çalışıyor.

 

Darbe girişiminden sonra ABD ne yapabilir? Elinde PKK var, IŞİD var, başka terör örgütleri var. Bunları sürebilir Türkiye’nin üzerine. İç kargaşalıklara düşen Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde direnmekte zorlanır.

 

Esas mücadele odağı, bugün Suriye’nin kuzeyidir. Onun için iç cephe ile dış cephe arasındaki ilişki günceldir. Atatürk ilk başta içteki isyanları ezdi ki İngiliz emperyalizmine karşı savaşabilsin.


Bugün yeniden iç cephe-dış cephe ilişkisine geldik. Atatürk’ün dediği gibi, “Aslolan dahilî cephedir.” İç cepheyi sağlam tutacağız ki, dış cephede kazanalım.

 

Emperyalist güçler, Ordumuzun itibarını sarsmak istiyor. Bugün Vatan Savaşı mevzisinde olan muhafazakâr güçlerin içinde, son  iki yüzyılın bilinçlerde bıraktığı gerici tortular nedeniyle ordu düşmanlığı yapanlar var. AKP iktidarının kimi liderlerinin Taksim’de Topçu Kışlası yapma iddiaları var.

 

31 Martçı FETÖ, 15 Temmuz günü aslında 31 Mart gerici hareketini sahneledi. Topçu Kışlası‘nı bu millete dayatmak, FETÖ’nün girişiminden farklı değildir ve farklı sonuç vermez. AKP yöneticilerinin iç cepheyi bölecek iddiaları, yalnız Türkiye için değil, AKP’nin kendisi için de ciddî tehlikeleri içeriyor.

 

Topçu Kışlası’nı tarihî bir hesaplaşma ve kin konusu haline getirenler kesinlikle kaybeder. Topçu Kışlası‘nı yapmaya kalkanlar kaybeder. Topçu Kışlası kalkışmasını bir kez daha sahnelemenin âlemi yok. Sonuçlarını herkes biliyor. Vatan Partisi buralarda son derece kararlı duracak.

 

Türk Ordusunun itibarını kırmaya çalışanlar da kaybeder. “Tankı yenen halk” edebiyatıyla Türk Ordusuna karşı kuşku, güvensizlik, düşmanlık kışkırtanlar bu tehlikeli tekerlemelerden vazgeçmeliler. Vatan Partisi AKP yöneticilerine şu uyarıda bulunuyor: “Türkiye’nin iç cephede birliğe ihtiyacı var.”

 

Hiçbir fark gözetmeden bütün partileri, bütün sendikaları, bütün kitle kuruluşlarını, meslek odalarını, bütün Türk Milletini dış tehdide ve içeride bölücü ve yobaz teröre karşı birliğe çağırıyoruz. Özellikle Suriye’nin kuzeyinden gelen Amerika-İsrail tehdidine karşı birlik olmamız lazım. Bugün Türkiye’de liderlik, devlet adamlığı o birliği sağlamaktır.

 

Ekonomik darbe ve halk hareketi


Türkiye’nin önümüzdeki sonbaharda ciddî ekonomik sıkıntılar içine gireceği görülüyor. Bu nedenle ekonomik taleplerin öne çıkacağı emekçi hareketleri gündemdedir. Küresel güçlerin de, ellerindeki ekonomik baskı araçlarını devreye sokacaklarını hesaba katmalıyız.

 

Vatan Partisi’nin Üreten Türkiye Programı, yakında Türkiye’nin çözüm programı olacaktır. Türkiye, küresel güçlerin terör örgütleriyle mücadele ederken, yine küresel güçlerin dayattığı borçlanma ekonomisinden kurtulma mücadelesine de girecektir. Geniş emekçi kitlelerin ekonomik talepli mücadelesi ile teröre karşı barış ve emperyalizme karşı vatan bütünlüğü mücadelesini birleştirme yeteneğine sahip olan tek örgüt, Vatan Partisi’dir.

 

Vatan Savaşından Millî Hükümete


Vatan Partisi önümüzdeki dönemde bu savaşın doğasına uygun tavırlarla iktidara ilerliyor. Vatan Partisi’nin “Vatan Savaşından Millî Hükümete” planının geçerliliği son darbe girişimi sürecinde kanıtlanmıştır.

 

ABD’nin şu anda bir iktidar seçeneği yoktur. Çünkü, artık iktidar seçeneği millî güçlerdir, Vatan Partisi’dir.

 

Türk tarihine bakıyoruz. Sivil ve asker devrimcilerin oluşturduğu öncü örgütlenme, bütün dönüm noktalarında ülkenin önünü açmıştır.

 

1876 Birinci Meşrutiyet‘inde Mithat  Paşa ve Namık Kemal, 1908 Hürriyet Devrimi‘nde ve Birinci Cihan Savaşı‘nda İttihat Terakki, Talat Paşalar, Enver Paşalar. İstiklâl Savaşı ve Cumhuriyet Devrimi‘nde Mustafa Kemaller.

 

Bütün bu tarihsel atılımlarda sivil ve asker birlikteliğini görüyoruz. Vatan Partisi de bu geleneği sürdürdüğü için dayanıklı bir önderliğe ve örgüte sahiptir. Silivri duvarlarını yıkan, Ermeni Soykırımı dayatmasını bozan, Gladyo‘nun darbe girişimine karşı sağlam duran önderlik ve örgüt, Vatan Partisi’nin Millî Hükümet hedefinin gerçekçi olduğunu kanıtlamaktadır.

 

İktidar kuvvetle olur. İktidarın iki unsuru vardır:

 

1.  Yaptırım gücü. Devletin ayırt edici niteliği, zor gücüne sahip olmasıdır. Yasaları o güçle uygulayacak.

 

2. Halkın rızası, halkın desteği, halkın katılımı.


Halkın rızası olmadan iktidar olunmaz ve iktidarda kalınamaz. Obama da halkın rızasıyla iktidardadır. Hitler şiddet kullandı ama halkın rızasıyla iktidara geldi. Şimdi, biz ancak kuvvetimizi büyüterek iktidar olabiliriz. İktidar olmak için, seksen milyonluk toplum için- de anlamlı bir gücümüzün olması gerekli. Ellerinde al bayraklarla meydanlara çıkan on milyonlar da bu milletin önemli bir kesimi. Sol taban denen yüzde 25’lik bir kesim içine kapanarak iktidar olunmaz. Elbette o kesimi reddedelim, onlardan vazgeçelim görüşü büyük yanlıştır. Ancak o kesimin içine kapanarak, sırf oradan kuvvet toplayarak iktidar olma şansı bulunmuyor. AKP ve MHP tabanındaki halkı kazanabilecek tek güç Vatan Partisi’dir. Onun için Vatan Partisi’nin iktidar şansı var. Ama Cumhuriyet Halk Partisi’nin iktidar şansı yok. MHP’nin de iktidar şansı yok. Görüyoruz parçalanıyorlar, çünkü program ve siyasetleri geçerli değil. Çözümleri yok. Bu ülke için ümit olmadıkları ortada. Zaten ümit olsalar, bölünmezler. Bizim açımızdan kritik sorun bu yüzde 25’lik kesime kapanmaktan kurtulmaktır. Seksen milyonluk Türkiye içinden kuvvet toplayacağız. Onun içinden de öncelikle en vatansever ve en emekçi kesimlerinden kuvvet toplayacağız. Yakında üretim ekonomisi meseleleri gelecek, ekonomik problemler gelecek. Oralarda da bizim üstünlüğümüz var.

 

AKP’nin borçlanma ekonomisi iflas etti. O koşullarda bizim çözümlerimiz geçerli. Biz, AKP’den üstün konumdayız.

 

Birincisi, sınıfsal temeller açısından farklıyız. AKP’ye yön veren, sıcak para komisyoncuları, büyük faizciler, borsa vurguncuları, tarikat rantçıları vb. AKP, onların programını uyguladı. Bunların bir geleceği yok. Yani sıcak para komisyoncularının Türkiye’de iktidarları- nı sürdürme şansı yok. Çünkü Türkiye’yi borç batağına ittiler. Biz ise üretim ekonomisini savunuyoruz.

 

İkincisi, işte görüyoruz Türkiye darbeyle boğuşuyor, dış tehditlerle karşı karşıya, Tayyip Erdoğan “Topçu Kışlası yapacağım” diyor. Bu da bir çıkmaz. Türkiye’nin önündeki süreçle ilgili kavrayışları çok yetersiz. Peki, bunlar mı Türkiye’yi yönetecek?

 

İktidar sahiplerine kamuoyu önünde açıkça söylüyoruz: Topçu Kışlası’nı yapamazsınız! Topçu Kışlası‘nı yaparsan iç cepheyi bölersin, milleti birbirine kışkırtırsın. İç kavgaların yollarını döşersin.

 

Türk Milletini anayasadan çıkartmaya kalktıkları zaman da AKP ve CHP’ye aynı uyarıyı yaptık: Türk Milletini anayasadan çıkartmaya kalkarsanız PKK’ya karşı mücadeleyi baltalarsınız. Özerklik istiyorsunuz, özerkliği getirirseniz Türk milletini bölersiniz ve PKK’ya karşı mücadele edemezsiniz.

 

Şimdi gelinen noktada AKP ve CHP bunları ağızlarına bile alamıyorlar. Taktik dediğimiz olay bu. Meseleyi milletin birliği ve teröre karşı mücadele açısından koyarsak, AKP ve MHP tabanını da kazanırız.

 

Türkiye’de herkes Atatürk’e mecbur. Atatürk, bir mecburiyet. Kimse ona karşı savaşarak ayakta duramaz, yıkılır.

 

Atatürk’ün ağırlığı her yerde. Toplumda, devletin içinde, orduda, poliste, her yerde. Dışa karşı direnebilmek için de herkes Atatürk’e mecbur. Atatürk’e meydan okuyanlar, ABD’ye direnemez. Biz Vatan Partisi olarak bu gerçeklerden kuvvet alıyoruz ve bu gerçekleri herkesin önüne koyuyoruz.

 

AKP’lilerle de konuşuyoruz. “Milleti bölen iddialardan vazgeçin.” diyoruz. “Haklısınız.” diyorlar. Hiç kimse kibire kapılmasın. Türkiye savaş tehditleri altındayken, bu tereddütleri, bu tutarsızlıkları sırtında taşımayacaktır.

 

Bir hata da şudur: Tayyip Erdoğan’la kapışmayalım, ABD onu yıkmak istiyor sineye çekelim. O zaman iktidar olamazsınız, Türkiye’ye de ihanet edersiniz. Biz kendi programımızda direnerek vatana hizmet ediyoruz ve çeşitli kuvvetleri İstiklâl Savaşı cephesine çekiyoruz. Tayyip Erdoğan’ın BOP Eşbaşkanlığına karşı mücadele ettik. Bir zamanların BOP Eşbaşkanı şimdi ABD’ye karşı mücadele ediyor. PKK ile işbirliğinden vazgeç dedik, şimdi PKK’ya karşı mücadele ediyor. FETÖ’nün üzerine yürümek zorundasın dedik, yürüdü. Şimdi de “Topçu Kışlası’nı yapamazsınız” diyoruz. Göreceksiniz yapamayacak! Yine “TürkiyeRusya ile işbirliği yapmak zorundadır” dedik. Şimdi Rusya ile yakınlaşıyorlar. Ancak, “Sen Rusya’ya iki gün evvel düşman değil miydin?” diye geçmişi hatırlatmanın bir anlamı yok. Yapıcı tutum almaya önem veriyoruz. Geçmişte değil, gelecekte bir olmaya dikkat ediyoruz.

 

Bizi iktidara götüren siyasetler bunlardır. Biz kendi programımızda sağlam duracağız. Orada taviz yok, orada duruyoruz. Orada dururken geniş güçleri kazanmaya yönelik bir üslup içindeyiz.

 

Bu siyasetlerle sürece önderlik ettik ve ediyoruz. Çeşitli güçler ve partiler, Vatan Partisi ile yan yana geliyorlar. Peki biz bunlarla yan yana gelerek nasıl iktidar olacağız? En yakın, Atatürk örneği var. 1914’te savaş patladı, savaş cephesinde mevcut iktidarla, hatta padişahla yan yana değil miydi? Yani İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusya’sına karşı savaşta yan yanaydılar. Süreç 1918 yılında İttihat Terakki’yi çıkmaza soktu. Padişah ise İngiliz emperyalizmine teslim olarak karşı tarafa geçti. Yeni Türkiye’yi kuracak kuvvet, iktidar olacak kuvvet, Çanakkale Savaşı karşıtları içinden, İstiklal Savaşı düşmanları içinden çıkmadı, çıkamazdı. Cihan Savaşı‘nda yer  alan kuvvetlerin içinden çıktı. Mustafa Kemal Paşa, millî devlet programı, tutarlılığı, doğru siyasetiyle iktidar oldu. Alman güdümüne girmemek, Türklerin ve Kürtlerin çoğunluk olduğu coğrafyanın ötesindeki çözümlerden uzak durmak gibi akıllı siyasetler yürüttü.

 

Önümüzdeki süreç de benzer olacak. Artık ABD yanlıları ancak Ankara’yı silahla işgal ederek iktidar olabilirler. Bu nedenle iktidar Vatan Savaşı safında olanların arasından çıkacak. Şimdi isimlerini anmayalım, Vatan Savaşı safında olmayanlar iktidar olamaz.

 

Kriz dönemindeyiz, çalkantılar, sarsıntılar dönemindeyiz. Vatan Partisi gibi döneme göre örgütlenmiş, kafası, beyni ve vücudu o döneme göre hazırlanmış bir partinin büyüme şansı var.

 

Sonuç olarak AKP ile bizim aramızdaki rekabette, gelecek bizimdir. Zaten hayat da bunu gösteriyor. Örneğin onlar bir yandan Suriye düşmanlığı yapıyor, bir yandan Suriye ile dostluk kuracağız diyorlar. Birkaç hafta önce Rus uçağının düşürülmesiyle övünüyorlardı, şimdi Rus uçağını düşüren pilotları tutukladık diye övünüyorlar. Bu olaylar, onların çıkmazlarını yansıtıyor.

 

Bütün bunlar, önümüzdeki dönem kimin büyüyeceğini, kimin iktidar olabileceğini, kimin siyasetlerinin ve programının geçerli olabileceğini gösteren önemli işaretlerdir.

 

Yobaz tabanı kaşıyarak Türkiye’de kimse iktidarda kalamaz. Sünnî ile Alevî arasında kavgalara zemin yaratanlar, Türkiye’yi yönetemez. Bu süreç, onları sırtında taşımaz. Vatan Partisi’nin milleti birleştiren, Sünnî ve Aleviyi kucaklayan, kaynaştıran, milleti birleştiren siyasetleri geçerlidir.

 

Öyle bir çağda yaşıyoruz ki, iktidarları yalnız ülke sınırları içindeki kuvvet dengeleri belirlemiyor. Elbette iktidar olmak için asıl güç Türk milletidir. Ancak Türk milletinin de ABD’ye direnmek için dostlara ihtiyacı var. Komşularla dostluğa, Asya ülkeleriyle dostluğa, hatta Avrupa’nın ABD denetiminden kurtulmak isteyen kesimiyle dostluğa ihtiyacı var.

 

Vatan Partisi, bu açıdan Millî Hükümet yolunda çok önemli mesafe aldı. Putin diyor ki, “Türkiye’de Kemalistler yönetimde olsun.” Çinliler diyor ki, Türkiye’de Atatürkçüler yönetimde olsun. İran diyor ki, Türkiye’de ABD emperyalizmine karşı dik duran vatanseverler yönetimde olsun. Suriye diyor ki, Türkiye’de Atatürkçüler iktidarda olsun. Bölge güçleri ve uluslararası ağırlıklar da, Vatan Partisi iktidarını tarif ediyorlar.

 

İktidar mücadelesi, somut, pratik, bugünkü zemindedir. Kuvvet toplama aşamasındayız. Halk hareketinin içinden kuvvet toplayacağız, örgütümüzü büyüteceğiz, halka önderlik yeteneklerimizi geliştireceğiz, vatanı bütünleştirme, Üretim Ekonomisini kurma yeteneğimizi kanıtlayacağız.

 

Somut olarak, milletimizin önemli bir kesimi şimdi meydanlardadır. Önce onların içinde olacağız. Önyargılar kırılacak. Onların bizleri iyi karşıladığını görüyoruz, görmeyenler de görecek.

 

Bu harekete, İstiklal Savaşı’na niçin katıldıysa insanlar onun için katılacağız. Burada hareket noktası Vatan Savaşı’dır.

 

Birleşen Türkiye ve Üreten Türkiye mücadelesinde kuvvet toplayacağız.

 

Başarıya yönelik mücadelelere gireceğiz ve demiri tavında döveceğiz.

 

Doğu Perinçek / Ağustos 2016, Teori