Devlet Bahçeli: Türk'çe konuş Bahçeli

Devlet Bahçeli, Barzani flamasının asılması konusunda birkaç kelime edip Başbakan’ın ağzından cevabını alınca…


Daha birkaç yıl önce Kerkük’te bayram namazı kılmaya niyetlenmişti, şimdi Kerkük’te Türkçe konuşmak yasaklandı, ağzını bıçak açmadı.


Diyarbakır’da “evet demek Şeyh Sait’e fatiha okumaktır” diye pankart asıldı, tık yok.


Başbakan Binali Bey, Tunceli’de Seyyit Rıza ve Dersim ihaneti üzerinden açıkça Atatürk’ü suçladı, bundan tek kelime çıkmadı.


Ama Ermeni soykırımı yalanıyla, FETÖ ve PKK ile mücadele eden, Kıbrıs’ın bağımsızlığını, komşularının bütünlüğünü savunan Vatan Partisi’ne karşı ağzına geleni söylüyor. Aydınlıkçılar FETÖ'nün kâbusu olmuştur, bizi hapsedenler ise sizin kanatlarınızın altından savunulmuştur. Engin Alan neden terk etti sizi? Unuttunuz mu yoksa? Ya Ekmeleddin Bey? Adayınız değil miydi?


Başlıktaki “Türk’çe”, yıllar önce Yeni Hayat dergisinde yazdığım köşenin adıydı. Dikkat edilsin, Türkçe değil, Türk’çe... Türk milletinin sözü, sesi, kültürü ve karakteriyle Türk milletinin çıkarı için, edilen söze denir Türk’çe…


Bunları İngilizce, Fransızca, Rusça, Almanca ya da başka dilde de söyleseniz Türk’çe konuşmuş olursunuz, ama bu ölçülere aykırı edilen söz isterse en düzgün Türkçe ile edilsin, Türk’çe değildir…


Türk ise kana, soya, dile filan bakmaz, Türk’çe konuşana denir…


Bilmem anlatabildim mi?

 


BAŞKAN BİLİR

Kızılay’dan Konur Sokak’a doğru ilerlerken caddenin bir tarafında 'Hayır', diğer tarafında 'Evet' propagandası yapanlara rastladım. 'Evet' standına yaklaşıp el ilânı dağıtan gençlere sordum:


Neden 'Evet' demeliyim?


Şu bastırdığımız broşürleri okursanız anlarsınız…


Siz okudunuz mu o dağıttığınız broşürleri?


Evet…


O halde söyleyin bana neden 'Evet' demeliyim?


Sizi ilçe başkanlığımıza davet etsek, gelip bir çay içseniz, ilçe başkanımız anlatsa size…


Gençler yarın sizler ilçe başkanı olacaksınız, siz anlatamıyor musunuz?


Ama biz burada anlatmak için bulunmuyoruz, bunları dağıtın dediler o kadar…


Madem memlekete bu kadar faydalı ve gerekli, neden kolayca anlatamıyorsunuz?


Gencin suratındaki şaşkınlık ifadesi başkalarının da dikkatini çekmişti. Arkadan sohbete dahil olan başka biri konuşmaya katıldı:


Bakın Genelkurmay Başkanı’nın konuşma yetkisi oldukça vesayet bitmez, onun için 'Evet' demelisiniz…


Ama Genelkurmay Başkanı zaten Savunma Bakanı’na bağlandı, nasıl konuşma hakkı olabilir ki?


Siz bilmiyorsunuz, anayasada yazıyor onun değişmesi lazım…


Hayır değerli arkadaşım, Anayasa’da böyle bir şey yazmıyor, nereden çıkarıyorsunuz bunu?


Açın da anayasayı bir okuyun bakalım, orada yazıyor “Genelkurmay Başkanı konuşabilir” diye…


Adam saçmaladıkça coşuyor, coştukça saçmalıyordu. Bu kez ilçe başkanı olduğu anlaşılan takım elbiseli bir genç daha geldi yanıma ve beni son derece kibarca standın biraz ilerisine davet ederek:


Beyefendi, sizin konuyu bildiğiniz anlaşılıyor, eğer ilçe başkanlığımıza gelirseniz sizi hukukçu arkadaşlarımızla da görüştürürüz, onlar size anlatırlar.


İyi ama ben bunu sizden öğrenemeyecek miyim?


Ben grafik tasarımcıyım, bu işten anlamam, sadece broşür dağıtıyoruz burada…


Size iyi günler dilerim, dedim ve oradan ayrıldım.


Gördüm ki, bu saçma sapan başkanlık zorlamasını, sadece en tepedekiler değil, en alttakiler de anlatamıyor, “ben bilmem başkanım bilir” diyebiliyorlar ancak…


“Anayasada, Genelkurmay Başkanı’nın konuşma hakkı olduğu yazıyor” saçmalığına kaç kişi inanırsa, üstelik onların içinden çok sayıda: “Ne yani koca Genelkurmay Başkanı, konuşmasın mı?” diyenleri de çıktıktan sonra geriye ne kalırsa onu alacaklar…


Biz de hep birlikte bu sayının ne kadar olduğunu göreceğiz…

 


STRES SORUNU

Osmanlı yöntemiyle stresle başa çıkmanın yolları MEB tarafından etüt merkezleri ve kreşlerde çalışan öğretmenlere öğretiliyor.


Olay şöyle oluyor:


Başlangıç olarak, “Er rızkul Al’allah” diyorsunuz. Yani “rızkı veren Allah’tır.”


Olmazsa, hemen arkasından “Tevekkeltü Al’allah” demeye başlıyorsunuz. Bu da “vazifeni yap, sonra Allah’a tevekkül et” anlamına geliyor.


Defalarca tekrar ettikten sonra da bir şey olmazsa “Ya nasip” demeye başlıyorsunuz, “yani nasipte varsa olur…”


Baktınız yine bir şey olmadı, bu sefer “Ya sabır” çekmeniz lazım. Bu da sabretmeyi bil, vaktinden önce bahar gelmez” diye açıklanıyor.


Yine mi olmadı?


Artık katlanmaktan başka çare yok, ama onun da bir yöntemi var “Bu da geçer Ya hu” diyeceksiniz. Bunun anlamı da şöyle belirtilmiş: “Her şey gelip geçici, az önce aldığın nefes bile gelip geçti, sen baki olana razı ol…”


Böylece buluşlar yapan, uzaya çıkan nesiller yetiştireceğiz.


Milli Eğitim Bakanlığı’na kocaman alkış…

 


AB MESELESİ


Türk Ordusu’ndan hiç haz etmediler.


Yıl, 2002. AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Verheugen şöyle diyordu: “Ordu politikayı kontrol ettiği sürece, Türkiye’yi AB üyesi olarak düşünemiyorum.”


Türkiye-AB karma İşbirliği Komisyonu (KİK) Başkanı Thomas Etty’ye göre “Türkiye’nin AB üyeliğinin önündeki engel ordu” idi. Kıbrıs, Ortadoğu, PKK gibi konulardaki tutumundan, ayrıca, vatanı ve cumhuriyeti kuvvet kullanarak koruma yükümlülüğünden rahatsızdılar. (2004)


Türk milletinin birliği ile de başları hoş değildi. AB İlerleme Raporu’nda o zamanki nüfusu 70 milyon olan memleketin 43 milyonu farklı etnik ve mezhepsel isimlerle bölünüyordu. (10 Ekim 2004)


Kemalizmi daima düşman olarak gördüler. Raportör Oostlander “Kemalizm varsa AB’ye giremezsiniz diyordu (26 Eylül 2003). AB Komisyonunun dış ilişkilerden sorumlu yöneticisine göre ise “Atatürk derin devletin kurucusuydu (25 Mayıs 2004). Andrew Duff bir adım daha atıp “devlet binalarından da Atatürk resimlerinin indirilmesini” istiyordu (17 Eylül 2005).


Ermeni soykırımı yalanını kabul edip, PKK ile özerklik temelinde pazarlığa oturmalı, Kıbrıs’tan çekilip, Lozan’ı devre dışı bırakarak Patrikhaneye ekümeniklik vermeliydik.


Tarihleri özellikle yazdım, hepsi de AKP iktidarında oldu. Ordu hapse tıkıldı, sonra da Savunma Bakanlığı’na bağlandı. PKK ile pazarlığa oturulup sokaklar kan gölüne döndürüldü, istedikleri bütün anayasa değişiklikleri yapıldı, İç Hizmet Kanunu değiştirilip Ordumuzun “cumhuriyeti koruma ve kollama” görevi bile kaldırıldı. Kukla devlet için Irak’ı böldüler, Suriye’de de kurmak için uğraşıyorlar, Kıbrıs masada, fazladan Ege adaları da gitti, Lozan ise cumhurbaşkanı tarafından bile tartışılıyor…


Tayyip Bey ile aralarından su sızmazdı, onlar ister bu yaparken parmak sallıyorlardı, şimdi araları bozuldu yine parmak sallıyorlar…


Ve bizim memlekette hala bir AB Bakanlığı var…

 


HRANT’IN DOSTLARI

İstihbaratçı polis Muhittin Zenit “Her şey göz göre göre oldu” dedi mahkemede…


Ört-bas edilen raporlar, karakoldan kaybolan deliller, sorumluları birer birer gösteren Başbakanlık Teftiş Kurulu raporu orta yerdeydi…


Cinayette sorumluluğu olanları gösteren bu kanıtların gizlenmesinin tek yolu ilgisiz kişilerin suçlanmasıydı. Kendilerine “Hrant’ın Dostları” diyen medya operatörleri başladılar ört-bas çalışmalarına. Bunu büyük bir maharetle yaptılar medyada. Yetmedi ben ve Veli Küçük hakkında suç duyurusu yaptılar. Mahkeme, haberimiz bile olmadan yapılan bu suçlamaya takipsizlik kararı verdi. Durmadı bunlar, ona da itiraz ettiler.


Ve fakat…


İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebiyle, Fethullah Gülen, Zekeriya Öz, Faruk Mercan, Ekrem Dumanlı ve Adem Yavuz Arslan ile İbrahim Koca hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Soruşturmanın bütün şüphelilerinin de Baylock kullanıcısı olduğu ortaya çıktı…


Neredesiniz Hrant’ın dostları, nereye sindiniz Taksim goygoycuları?