Cengiz Çakır: Zor günler (2)

Her ülkenin gönenci ve kalkınması öz kaynaklarına dayanmak zorundadır

Bu köşede 23 Kasım 2020 tarihinde yayınlanan yazıda içinde bulunduğumuz zor koşullardan yakınmak yerine, “Ne yapmalıyız?”, “Nasıl yapmalıyız?” sorularına yanıt verilmesi gerektiği belirtilmişti. 
 
Bu köşede 23 Kasım 2020 tarihinde yayınlanan yazıda içinde bulunduğumuz zor koşullardan yakınmak yerine, “Ne yapmalıyız?”, “Nasıl yapmalıyız?” sorularına yanıt verilmesi gerektiği belirtilmişti. Ürkü (panik) yaratılmaması, kendimize güvenmemiz gerektiği, iç ve dış güvenliğin sağlanacağı, kimsenin aç bırakılmayacağı, temel besin maddelerine erişimi mümkün kılacak ücret ve fiyat politikaları uygulanması gerektiği belirtilmişti.

 

 

KENDİ KAYNAKLARIMIZA DAYANACAĞIZ


Her ülkenin gönenci ve kalkınması öz kaynaklarına dayanmak zorundadır. Türkiye doğal kaynakları, insan kaynakları, altyapısı ve teknolojisi ile bütün zorlukları aşacak durumdadır.

 

Van’da konuk öğretim üyesi olarak iki yıl görev yaptım. İzmir’den kalkan yolcu otobüsü Van’a 27 saatte ulaşıyordu. Saatte 800 kilometre hızı olan jet uçağıyla yapılan yolculuk iki saatten fazla sürüyordu. Aşağıda yemyeşil ormanlar, ayna gibi göller ve akarsular, tarlalar, bahçeler, ışıl ışıl yerleşim alanları, bozkırlar, çıplak tepeler, karlı dağlar... Koskoca bir ülke... 777 bin kilometrekare. Bunun yarısı kadar da Mavi Vatan! Üç tarafımız denizle çevrili. 520 gölümüz var. Su kısıtı olan bir ülke olmamıza karşın, akıllıca kullanırsak verimli bir tarımsal üretimi sürdürebiliriz.

 

 

DOĞAL KAYNAKLAR


Ilıman iklim kuşağındayız. 3 binden fazlası yurdumuza özgü olmak üzere 13 bin çeşit bitki ve 80 bin dolayında hayvan türüne sahibiz. Muz ve benzeri tropik meyvelerden çaya kadar hemen herşey yetişiyor. Fındık, çekirdeksiz üzüm, incir, kayısı, kestane, turunçgiller, ayva gibi meyvelerde dünyanın en başta gelen ülkelerinden biriyiz. Domates grubu ürünlerin en önemli dış satımcısıyız. Bu listeyi uzatmak mümkün. Türkiye’nin tarımsal arazi miktarı 24 milyon hektar, ancak ekili dikili arazi 18 milyon hektar. Yani tarımsal arazinin dörtte biri kullanılmıyor.

 

 

İNSAN KAYNAKLARI


Nüfusumuzun 50 milyon olduğu dönemlerde Türkiye’de 3,5 milyon çiftçi vardı. Şimdi nüfus 85 milyon ama ÇKS’ye kayıtlı çiftçi sayısı 2,2 milyondur. Çiftçilerin üçte biri ortalıktan kaybolmuş. Geriye yaşlı nüfus kalmış. İş yapacak genç yok. Tarlaları eken, davarları güden yok diye yakınılıyor. Kentlerde işsiz olan yığınla insan var. Bir yanda hasat edilmeyen ürünler dururken öbür yanda pahalılıktan, besin maddeleri dış alımından yakınıyoruz.

 

Tarım ve gıda kesiminde kolayca ve bol miktarda iş alanı yaratılabilir. Burada sağlığı yerinde olan herkese iş verilebilir. Emek yoğun olan bu sektörde yaşlılara ve çocuklara bile uygun olan işler vardır. Küçük aile işletmelerinde işgücünün esas kaynağı ailedir. Dışarıdan işçi çalıştırılması gerektiğinde bile komşular ödünç olarak birbirinin işine yardımcı olur. Aile işletmelerini koruyucu önlemler alınırsa bunların kendilerini beslemeleri bile kazançtır. Kendi ihtiyaçları ötesinde ürettiği ürünleri değer pahasına satın alacak bir sistem kurarak üretimi artırabiliriz. Yerinde tutabildiğimiz her çiftçi ailesi ve köylere yerleşmeyi göze alan herkes kentlerdeki yığılmayı ve işsizlik baskısını azaltacaktır.
 
Tarımda gelenekler yoluyla aktarılan ve deneyimle kazanılan bilgilerin önemi büyüktür. Ancak günümüzde tarım biyoloji, genetik, kimya, fizik, jeoloji gibi fen bilimlerine dayanmaktadır. Temel bilimler eğitimini almamış kişilerin bir tarım ilacı ambalajında, bir gübre veya yem çuvalındaki etikette yazılı bilgileri anlaması ve kavraması zordur. Kimya okumamış bir insan N harfinin azot, P’nin fosfor, K’nin ise potasyum anlamına geldiğini nereden bilecek? Özverili davranan ana-babalar sayesinde, genellikle gençler onlardan daha iyi eğitim görmüşlerdir. Çağdaş teknolojiyi kullanarak iletişim ve bilgiye erişim konusunda beceri kazanmışlardır.

 

Deneyimli bir öğretim üyesi olarak, işsizlikten yakınan eğitimli gençler arasında kırsal kökenli ve tarımsal faaliyetlere aşina olanların bulunduğunu biliyorum. Bunların kökenlerine dönerek yeni bilgi ve teknolojileri kırsal alana taşıyıp, topluma önderlik etmeleri ve tarım kesimine dinamizm kazandırmaları mümkündür. Yakın çevrelerinden başlamak suretiyle mevcut kaynakların daha iyi değerlendirilmesini, üretimin ve pazarlama sürecinin örgütlenmesini sağlayabilirler. Gençlerin ve kadınların tarım alanında yapacağı projeye bağlı girişimler kamu eliyle desteklenmektedir.

 

Köy Enstitüleri dünyaya örnek olmuş eğitim kurumlarıdır. Sistem, köy çocuklarının yatılı okullarda uygulamalı olarak eğitilerek, öğretmen ve sağlıkçı olarak köylere atanması esasına dayanıyordu. Yurdun bütün bölgelerine dağılan 20 köy enstitüsü kademeli olarak açılabilmiştir. Bu okullar temel ilkelerine uygun olarak 7 yıl açık kalmış ve 17 bin mezun vermiştir. Ancak bu insanlar eğitim, tarım ve kültür-sanat alanında büyük katkılar yaparak Türkiye’nin çehresini değiştirmiştir. Köy Enstitüleri’nin kurucularından Ferit Oğuz Bayır’ın bir sözünü anımsatmak isterim. “Aydınların mezar taşları, köy mezarlıklarına dikilmedikçe Türkiye’nin kurtuluşu yoktur” demiştir o büyük eğitimci.

 

Lokallerde okey taşıyla oyalanan emekli öğretmenler, subaylar, astsubaylar, mühendisler, teknisyenler imeceye siz de katılın. Bilginizle, deneyiminizle, yöneticilik yeteneğinizle örgütlenin ve üretimi örgütleyin.