Cengiz Çakır: Ders çıkarılmalı

1977 yılının yaz ayları. Bir araştırmanın arazi çalışmaları için Urfa’dayız. O zaman ilin adı Urfa idi. Kurtuluş Savaşı sırasında gösterilmiş olan kahramanlıklar nedeniyle, 1984 yılında çıkarılan bir yasa ile Şanlıurfa adı verildi.

 

Ege Bölgesinden giden ekibimiz için yakıcı bir çöl sıcağı. Termoslara doldurduğumuz soğuk su birkaç saatte bitiyor. Rastgele yerden su içmeye cesaretimiz yok. Mecbur kalınca kaynatılmış su içiyor ya da karpuz yiyoruz.

 

Ekibimize verilen sivil plakalı araçla Akçakale yönünde gidiyoruz. Ekip başkanı olarak sürücünün yanında ben oturuyorum. Şoför Hüsnü dümdüz yolda tam gaz giderken, önümüzde bir su birikintisi görerek “Yavaş ol Hüsnü göle düşeceğiz!” diye uyarıyorum. Hüsnü gaza biraz daha basıyor ve gülerek, çölün ortasında göl mü olur ağabey diyor?

 

Biz ilerledikçe göl de uzaklaşıyor ve hep öyle devam ediyor. Lisede ve fakültede en başarılı olduğum derslerden biri fizik idi. Kendimi toparladım ve sıcakta serap gördüğümüzü kavradım.

 

Bir fırsat oldu ekip olarak Harran’a gittik. Orada dünyanın ilk üniversitelerinden birinin taştan yapılma yüksek tavanlı dersliklerini ve gözlemevini gördük. Hemen yakında tepesi sivri kümbet şeklinde kerpiçten yapılmış eski evleri gördük. İçinde insanların yaşadığı bu evlerin tipik yapısı dikkati çekiyordu. İzin isteyip iç tarafına da göz attık.

 

Yol üzerinde yapılmış afet evleri vardır. Hangi gerekçe ile yapıldığını bilmiyorum ama çoğu boş idi. Üzeri incecik ve düz, koyu gri renkli betonla kaplanmış. Isı yalıtımı olmayan bu konutların içinin dayanılmaz derecede sıcak olacağı bellidir. İklim koşullarını göz önüne almaksızın ve yerel yapı tekniklerini gözardı ederek yapılan binaların benimsenmesi mümkün değildir.

Yıl 2002. Van’a bağlı Çatak ilçesindeyiz. Beş kişilik bir akademisyen grubu, yöreyi geziyoruz. Rehberimiz, ailesi ilçede oturan bir yüksek lisans öğrencisi. Güney cephesine bakan bir yamaçta tek katlı bahçeli evler yapılmış. Kiremitli ve hepsi toz pembeye boyanmış. Birkaç yüz ev var, ama ortada bir hayat belirtisi yok. Nazarlık gibi duran iki evin önünde tavuklar geziniyor. Yöreyi bilen arkadaşımız bilgi verdi. O iki eve, ağa hanımlarını yerleştirmiş. Köylüler buraya gelmemişler.

 

Çevreyi gezerken bayırı inip bir dereye geldik. Ağustos ayında paçaları sıvayıp dizboyu berrak bir sudan geçtik. Arkadaşımız karşı bayıra yapılmış ahırları gösterdi. Kışın veya baharda o sudan geçerek hayvanlara bakmaya, onlara yem ve su vermeye, sütünü sağmaya imkan olmayacağı kesindi. Hayvanların otlatılacağı mera da evlerle aynı yamaçta ama evlerden çok uzaktı. Ekilebilir arazisi olmayan bu yerde tek geçim kaynağı hayvancılık olacaktır. Evden ve meradan uzak, erişimi kolay olmayan ahırdaki hayvanın bakımını ve güvenliğini sağlamak mümkün olamazdı.

 

Bu yazı vesilesiyle internet üzerinden arama yaptığımda “Van Çatak’ta bu köy kayıyor”

 

başlığı altında 383 evin kaydığı duvarlarının çatladığı bildirilmekteydi. Bayırda ve toz pembe oluşuna bakılırsa bizim gittiğimiz yer olsa gerek. Doğru dürüst bir zemin etüdü bile yapılmadan evler kondurulmuş olmalı.

 

Yıl 2019. Iğdır’a bağlı Tuzluca ilçesindeyiz. İlçenin batı tarafında Aras ırmağına doğru giderken küme halinde yapılmış evler gözüküyor. Hiç kimse yaşamadığı halde ören yerine benziyor. Bakımsızlıktan harabolmuş evlerin hali hüzün verici.

 

Bunlar aklımda kalan örnekler. Hangi gerekçeyle ve ne zaman yapıldığını bilmediğim Ege ve Akdeniz bölgesindeki benzer yerleri de hatırlıyorum.

 

Bir arsa almış ve üzerine ev yaptırmaya kalkışmıştık. Bir mimarlık bürosuna başvurup proje hazırlanmasını istedik. Bir taslak hazırlandı. İnceleyince basmakalıp bir kibrit kutusundan ibaret olduğunu gördük. İzmir ili, Antalya’dan sonra Türkiye’nin en fazla güneş alan yeridir. Eşim ev eşyalarını güneşten korumak için üç kat perde çekiyor. Taslakta 90 metrekarelik evde 11 metre uzunluğunda pencere vardı. Camları silmek sorun, ısıtması güç, soğutması ayrı dert. Sözüm ona özel proje yaptırıyoruz. Ailede kaç kişi var? Kaç çocuğumuz var, kaç yaşında cinsiyeti nedir? Evin hanımı solak mı değil mi? Uzun boylu mu kısa mı? Özürlü var mı? Yaşlı var mı? Bu hususları hiç dikkate almadan özel proje yapmaya kalkışıyorlar.

 

Ege Bölgesinde Hititler döneminden beri pencereler dar ve yüksek yapılır. Böylelikle güneş ışığı odaların derinliklerine kadar nüfuz eder. Modern (?) yapılarda ise pencereler geniş ve alçak oluyor. Biraz da hocalık otoriterisini kullanarak kuzey Avrupa ülkeleri için geliştirilmiş projeleri kopyalayıp altına imza attıklarını söyleyip ayrıldım. Sözün kısası; yapılan konutlarda oturacak kimselerin sosyal durumu ve ihtiyaçları dikkatle saptanmadan masa başında yapılan projelerden hayır gelmez.