Son iki yıldır yaşadığımız gelişmeler ve son 10 Kasım tablosu, bu ‘zafer’in bir ‘Pirus Zaferi’ bile olmadığını; son çarpışmada yenilenin ve teslim olanın AKP dinciliği; yenenin de Atatürk olduğunu gösterdi
24 Kasım günü gün boyunca öğretmenler ve öğretmenlik mesleği hakkında kimi içten kimi duygu yüklü, kimi yüzeysel, klişeleşmiş ve içeriksiz, kimi dolu ve anlamlı epey söz işittik, yazı okuduk, demeç dinledik. Geçiyorum bunları...
Biz de bugün dolayısıyla, bu sayfanın okurlarına başka bir öğretmen değerlendirmesini aktaracağız.
İlkokul öğretmenim Muammer Karataş, 3’üncü sınıfı okuduğumuz 1958 yılının “24 Kasım Öğretmenler Günü”nde kara tahtaya, özdeyiş niteliğinde bir söz yazmıştı.
Muammer öğretmenin el yazısı çok güzeldi. O güzel yazısı ile tahtayı dolduracak şekilde yazdığı ve aradan geçen 50 yılı aşan süre içinde belleğimden silinmeyen söz şuydu: “Eğer Tanrı gökten yere inip bir meslek seçseydi, kesinlikle öğretmen olurdu.”
MENDERES DÖNEMİ
Bu tarihten 1,5 yıl sonra, iktidarının son yıllarını yaşayan Demokrat Parti hükümeti devrildi. 1958-59’da Meclisi de devreden çıkararak faşist bir diktatörlüğe yönelen Celâl Bayar-Adnan Menderes yönetimi, 10 yıllık iktidarlarında Soğuk Savaş’ın en kirli, en gerici siyasetlerini uygulamaya kalksa da, eğitim alanı başta olmak üzere, Cumhuriyet Devriminin kazanımlarını dinciliğe dayanarak tasfiye etmede büyük mesafeler alamamıştı.
DİNCİLİKTE YARIŞ
27 Mayıs Devrimi’nin önünü açtığı ilerici yükseliş ve o yükselişin yarattığı demokratik iklim ise, “dinci ihyayı” 1970’lere kadar frenledi.
1970 sonrasının 12 Mart’lı ve MC’li, 1980 sonrasının 12 Eylül’lü ve Özal’lı, 1990 sonrasının Küreselleşmeci yılları, dinci yobazlığın tırmandırılışında her biri bir öncekini aratan dönemeçler oldu.
Bu yıllarda Türkiye’nin emperyalizm işbirlikçisi egemenleri, ABD’nin akıl hocalığında dinciliğe daha çok sarıldılar ve “Allah’ı Tanrılaştırıyor, Tanrıyı da insanlaştırıyor” diyerek bu özdeyişin üstüne beton döktüler.
ÖĞRETMENLİĞE BAKIŞ
Özdeyiş, öğretmenliği kutsallaştıran bir sözdü. Ve Cumhuriyet Devrimi’nin öğretmenlik mesleğine bakışını yansıtıyordu.
Öğretmenin işlevi bilgi öğretmek, bilgi taşımak olduğuna göre, devrimci cumhuriyet aslında, öğretmenlik mesleği üzerinden, “bilgiye” ve “bilgilenmeye” (bilgiye ulaşmaya) verdiği önemi ortaya koyuyordu. Bu tutum, tarih boyunca toplumları ileriye taşımak ve taşırken değiştirip dönüştürmek isteyen her ileri atılımın, her ilerici hareketin tutumu olmuştu.
‘KUL OLAYIM KALEM TUTAN ELLERE’
Hz. Ali’ye atfedilen, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözü de, yükselme dönemindeki İslâm’ın bilgiye olan ihtiyacını ve ona verdiği önemi vurguluyordu.
Aynı şekilde, kadı, molla, vali yobazlığından ve bağnazlığından yaka silken Pir Sultan da, “Kul olayım kalem tutan ellere” derken, reaya olan halkın bilgiye ve bilen’e saygısını ve açlığını dile getiriyordu.
CUMHURİYET’İN ÖĞRETMENİ
Cumhuriyet Devrimi bilgiye, bilime ve onların taşıyıcısı olan öğretmene verdiği değeri anlatmada, öğretmene tanrısal bir kutsallık verip, tanrısal kutsallığı da insanileştirerek, çağdaş bilimden ayrılmamıştı.
Bir köy çocuğu olan Muammer öğretmen bize öğrettiği sözü, bitirdiği İvriz Köy Enstitüsü’nde öğrenmişti. Geçerken belirteyim, şimdi sonsuz uykusunda olan Muammer öğretmenimiz kendisine ve diğer öğretmenlerimize “Hoca”, “Hocam” diye hitap edilmesini istemezdi. Döneminin bütün öğretmenleri gibi, “öğretme” eylemini, en açık, en duru ve en anlaşılır şekilde ifade eden Türkçenin öz malı “öğretmen” ve “öğretmenim” sözcüklerini kullanmaya ve kullandırmaya özen gösterirdi. Onun bu tutumunda, Farsça kökenli ve “din öğreticisi” anlamına atfen kullanılan “hoca” sözcüğünün, amacı “öğretmen” sözcüğü kadar ifade etmemesi yanında, Türkçenin gelişmesine verdiği önemin de payı vardı.
İMAM ÖĞRETMENİ YENDİ (Mİ?)
45 yıllık Soğuk Savaş gericiliğinin ardından gelen Küreselleşme saldırısı, gericiliği ve onun özel bir biçimi olarak dinciliğe sarılmayı dünya çapında doruğa çıkardı.
Küreselleşme gericiliği 2002’de Türkiye’de de, Cumhuriyet Devrimi düşmanı tarikat ve cemaatler koalisyonunun “Ilımlı İslâm” (“Amerikan İslâmı”) partisi olarak tasarımlanmış AKP’yi iktidara taşıdı.
AKP eliyle Cumhuriyet Devrimi’ne öldürücü darbeler indirmeye girişti. Bu yolda önemli “başarılar”a da imza attı. Cumhuriyet Devriminin kazanımlarında büyük hasarlara yol açtı. En önemli “başarılarından” birini, ünlü Nurculuk profesörü ve liberal dinciliğin akıl hocası Şerif Mardin, Amerikancı irticanın Ergenekon-Balyoz tertipleriyle “başarısının” doruğunu yaşadığı günlerde, 25 Mayıs 2008’de şöyle ifade etti: “İmam öğretmeni yendi!”
CUMHURİYET DÜZENİNDE ÖĞRETMEN VE İMAM
Şerif Mardin, Cumhuriyet Devrimi’nin Osmanlı düzenindeki din adamı egemenliğine son vermesini, “İmam’ın Öğretmen’e yendirilmesi” olarak değerlendiriyordu.
Kuşkusuz ki Cumhuriyet Devrimi, Şerif Mardin’in liberal dinci bakış açısıyla Öğretmen’le İmam’ı birbirinin rakibi olarak görmemiş ve konumlandırmamıştı. Ama büyük çoğunluğu okuma yazma bile bilmeyen bir toplumun yaşamında, Öğretmen’i ve onun rolünü öne çıkarmıştı. Ayrıca bu durum, toplumsal yaşamın ve devletin laikleştirilmesinin doğal ve zorunlu bir gereğiydi.
“Ilımlı İslâm”ın tarikatlar ve cemaatler partisi AKP, Amerikan siyaset sosyolojisinin temsilcilerinden olan Şerif Mardin’lerin akıl hocalığında, bilimsel-lâik eğitimden geçmiş ve bilimsel-lâik eğitim veren Öğretmen’i ve onun kişiliğinde bilgi’yi, bilim’i diplere itti.
ATATÜRK AKP’Yİ YENDİ
Yine AKP, tarikat cemaat kadrolarına imam cüppesi giydirerek, toplum, devlet ve eğitim yaşamında onlara dayanmaya kalktı. Bu gerici ve en sonunda püskürtülecek kalkışmayı da, Şerif Mardin’ler ile Tarikat Şeyhleri ve Cemaat İmamlarının ağzından, “İmam’ın Öğretmen’i yenmesi” zaferi olarak ilân etti.
Ama son iki yıldır yaşadığımız gelişmeler ve son 10 Kasım tablosu, bu “zafer”in bir “Pirus zaferi” bile olmadığını; son çarpışmada yenilenin ve teslim olanın AKP dinciliği; yenenin de Atatürk “İki ayyaş”ın birincisi) olduğunu gösterdi.
Önümüzdeki dönem, Atatürk devrimciliğinin dinci-liberal gericiliği de, liberal-laik-mandacı gericiliği de süpüreceğini yaşayıp göreceğiz.
Türkiye’nin ve Türk halkının ihtiyacı budur. Ve toplumun ihtiyacı zorunluluk düzeyine yükseldiğinde, nur topu gibi devrimlere yol açar.