Ali Mercan: AfD eleştirileri ve Alman milliyetçiliği

Genel Başkan Yardımcımız Ali Mercan, tartışılan Alman Seçimleri ve AfD partisini yazdı

24 Eylül Almanya seçimleri ve AfD’nin zaferi çok tartışılıyor. Tartışmanın genişlemesinin birçok sebebi vardır. Öncelikle Türkiye-Almanya ilişkileri, içinde yaşadığımız süreçte büyük önem taşımaktadır. Avrasya’nın doğal bir parçası olan Almanya (AB)’nın ait olması gereken Avrasya ile bağlarının pekişmesi biraz da bu ilişkinin düzgün yürümesine bağlıdır. Türkiye, anahtar rolünü idrak etmeyen ve bu ilişkide edilgen, rastgele bir çizgi izlemektedir. Diğer taraftan düzgün ilişkiler Almanya’yı ikinci vatan olarak benimsemiş olan 3,5 milyonluk Türk toplumunun refah ve huzurunu yakından ilgilendirmektedir.

 

 

ALMANYA’DA MİLLİYETÇİ DALGA

 

Avrasya Atlantik saflaşmasının uluslararası ilişkilerde belirleyici olduğu günümüzde, Almanya’daki milliyetçi dalgayı ve AfD’nin zaferini nasıl değerlendireceğiz? Avrupa milliyetçiliği eşittir ırkçılık ve faşizm midir? Almanya’daki son seçimlerin galibi AfD tartışmaları bunları ele almayı gerektiriyor. Ayrıca bu konuları ele almak başka bir yazıda ele alacağımız, “Türkiye - Almanya ilişkileri” açısından da önem taşımaktadır. Şimdi ifade edilen, yazılan bazı görüşleri ele alalım:

 

“Bunları milliyetçi tanımlamak (AfD kastediliyor), doğru ve yerinde olmaz. Emperyalist bir ülkenin milliyetçiliği olsa olsa aşırı şovenizm ve ırkçılıkla tanımlanabilir.”

 

Uluslararası ilişkiler o kadar hızlı ve dolambaçlı yollardan ilerliyor ki, hem hızlı ama aynı zamanda olgulara dayanan tutumlar belirlemeliyiz. Olaylar hızla gelişirken, kitap sayfalarından yanlış cevaplar buluruz. Teori gri, hayat yeşildir. Emperyalizm tek bir kamp değildir. Bugün Atlantik liderliğinin hedefinde Avrupa’yı da dize getirmek vardır. Avrasya’ya (Kalpgâh) hakim olmak aynı zamanda Avrupa’nın Atlantik projesine arka çıkmasına bağlıdır. Bunu kabullenmeyen Almanya (AB), saldırı karşısında kendisini savunmakta ve milliyetçiliğe sarılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’nda, faşizme karşı Barış Cephesi’ndeki emperyalist ülkeleri nasıl değerlendireceğiz? Çeşitli politik güçler, devletler, değişen şartlara göre öncekilerden farklı tutumlar alabilir. Amerika anti-faşist savaşta, Barış Cephesi’ndedir, savaştan sonra Hitler’in çizmelerini giymiştir. Kaldı ki bu gün Atlantik hakimiyetine karşı çıkan milliyetçi akımlar ve kapitalist ülkeler de haklı konumdadırlar. Almanya ve Avrupa’da kuvvetli bir milliyetçi dalga vardır ve AfD bunun ürünüdür.

 

 

AfD PROGRAMI NE DİYOR?

 

AfD programındaki bazı maddeler: “Biz egemen, demokratik milli devleti korumak istiyoruz.” (Seçim programı Madde 1.1, S. 7.) Genel olarak değil bugün Almanya’nın egemen olmak istemesi ne anlama geliyor? Almanya Atlantik’ten bağımsızlaşmak, “Kaderini kendi ellerine almak”, bunu güvence altına almak için savunmasını güçlendirmek ve NATO’ya alternatif karargâh kurmak çabaları içindedir. Ekonomik olarak zaten Atlantik’ten kazık yiye yiye uzaklaşmaya başlamış, geleceğini Avrasya’da görmektedir. AfD’de Rusya ile yakın ilişkileri ve bölgeye bakışı açısından Atlantik’e karşıt bir konumdadır. Programa devam edelim:

 

“Küreselleşme ya da Atlantik İttifakına değil, Alman çıkarlarına uygun dış politika.” (3.1., S. 18.)

 

“ABD ile ilişkiler “karşılıklı eşitlik ve saygı temelinde” düzenlenmeli, NATO içinde Avrupa’nın etkisi artırılmalı, ittifak “salt savunma ittifakına dönüştürülmelidir.” (3.2., S. 18.)

 

“AB ordusunun kurulması ya da Alman silahlı kuvvetlerinin yabancı çıkarlar için kullanılmasını (Abç) AfD reddeder (3.2., S. 18-19) Rusya’nın ortak bir güvenlik yapısına dahil edilmesi Almanya’nın çıkarınadır. Rusya’ya uygulanan ambargo bitirilmeli, Rus-Alman ekonomik ilişkileri derinleştirilmelidir.” (Yunus Soner’in çevirisinden.)

 

Program çok açıktır: Atlantik’e karşı milliyetçi bir çizgidedir. Biz de Almanya’dan bunu istemiyor muyuz? Dış politika bölümünde AfD programı şu tutumu benimsemiş: “Türkiye ile ilişkiler zedelendi ve yeniden düzenlenmelidir. (3.2., S. 19.) Türkiye ile üyelik müzakereleri vb. koalisyon partilerinin görüşleri gibidir.

 

Programın yorumlanmasında doğru bulmadığım bir görüşü ifade etmeliyim:

 

Almanya seçimlerinin galibinin “Bay ve Bayan Trump”tır ve AfD’nin esas olarak Alman milliyetçisi programını Trump’ınki ile aynı nitelemesi pratiğe uymuyor. “Tartışmaya sunduğumuz tez, Almanya’da seçimleri Trump’ın temsil ettiği ideoloji ve siyasetin kazandığı”dır. “AfD’nin programının ABD Başkanı Trump’ın siyasetleri ile bir dizi noktada örtüştüğü dikkati çekiyor.”

 

“Özetle, AfD’nin Trump’a benzeyen yeni-milliyetçi bir çizgi izlediğini söylemek mümkün.” (Yunus Soner, Aydınlık, 28 Eylül 2017.) Bu görüşlere Alman Dışişleri çevrelerinin AfD yorumunu da ekleyelim:

 

Dış politika bülteni German Foreign Policy seçimin ertesi günkü yazısında şunu belirtiyor: “Belli başlı bütün partiler AfD ile mesafeli duruyor ve koalisyona yanaşmıyorlar. Ancak CDU-CSU, SPD, Liberaller, Yeşiller gibi partilerin hepsinin dış politika ve askeri alanlardaki programları büyük ölçüde örtüşüyor, paralellik gösteriyor. İnsan kendisine sormadan edemiyor; AfD muhalefette programı iktidarda mı? AfD programında ifade edilen dış politika ve savunma ile ilgili bütün maddeler diğer partilerin çoğunun da görüşleridir.

 

 

AFD VE TRUMP

 

Buradan şu noktaya geliyoruz: Benzer söylemler ülkelerin konumlarına göre farklı işlevlere işaret edebilirler. AfD çizgisini Trump’ın Avrupa’daki yansıması olarak yorumlamak çok yanlıştır. AfD Trump milliyetçisi değil Alman milliyetçisidir. Zaten bütün Avrupa’da milliyetçilik rüzgârı esmektedir. Amerikan milliyetçiliği şu an itibariyle hegemonyacılıktır, ezilen ve gelişmekte olan ülkelere kanlı saldırılar ve parçalama faaliyetleridir. Korumacılığı ve içe dönmeyi savunur gibi, Amerikan orta tabaka seçmenin oylarıyla iktidara gelen Trump, bugün derin devletin emrinde tarihlerindeki en kanlı ve hayasız saldırıları sürdürmektedir. Almanya ise Atlantik’e karşı kendisi savunmak ekonomik gelişmesini sağlama almak için milliyetçiliğe sarılmaktadır.

 

AfD aslında Atlantik’ten uzaklaşıp milliyetçiliğe sarılan Alman (AB) toplumunun duygularını açık olarak yansıtmaktadır. Bu partiye yapılan saldırılar aslında Almanya’nın Atlantik’ten uzaklaşmasına tepkinin örtülü ifadesidir. Atlantik bağlantılarına yatkın “Sol” eğilimli partiler, AfD karşıtı kampanyayı gönüllü olarak yürütürlerken, muhafazakâr CDU-CSU, AfD’yi rakip görüyor; düşman değil. Muhafazakâr Hristiyan Birlik Partileri ve kısmen Sosyal Demokrat politikacılar bugüne kadarki Atlantik karşıtı ve Avrasya’ya yönelim politikalarının taşıyıcısı oldular.

 

 

ALMANYA’DA NAZİZM İKTİDARA GELEBİLİR Mİ?

 

Bugünkü uluslararası durumda Almanya ve bütün Avrupa, Atlantik’ten Avrasya’ya evrilme sürecindedir. Konumu itibariyle de Almanya’nın bir dünya diktatörlüğü halini alması mümkün değildir. Bunu en açık olarak yazanlardan birisi Almanya’nın iz bırakan, daha 1960’larda Çin’i keşfeden Başbakanlarından Helmut Schmidt’tir. “Geleceğin Devletleri” kitabında, Almanya’nın bu günkü ara konumuna işaret etmiştir. Artık günümüz koşullarında Avrupa’nın Avrasya’ya yönelmekten başka olanağı yoktur. Avrasya’da faşizme yer yoktur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın boşluğa savurduğu Nazizm, faşizm suçlamaları olgulara dayanmamaktadır.

 

Almanya’da her milliyetçi fikir ve davranışa “Nazizm”, “faşizm” yaftasıyla yaklaşan akımların PKK’ya, PYD’ye, “Bağımsız Kürdistan” komplosunun şefi Barzani’ye ve benzerlerine en iyimser görüşle müsamahakâr davranmaları nedendir? Üstelik bu akımlar Suriye’nin kuzeyi ve Irak’ta etnik temizlik yapmakta, hem de itiraz edenleri kurşuna dizmektedir. Çünkü bunların Amerika ve şefi Trump gibi hamileri var. Burada bir soru akla geliyor: Sık sık bu eleştirilerin ileri sürülmesinin Amarika’nın, Almanya’yı köşeye sıkıştırma politikasıyla bir ilgisi var mıdır?