Soğuk Savaş döneminde ‘Yeşil Kuşak’ askerliğini kabul ettirmek için uydurulan ‘Amerika gitsin Rusya mı gelsin’ sloganı bazı kesimler tarafından sürdürülüyor.
Sonunda söyleyeceğimizi en baştan bir atasözümüzün mealiyle söyleyelim: “Sen eşek olmayı kabul edersen, sırtına semer vuran çok olur!”
Kafalarını ve ruhunu Batı’ya teslim etmiş aydınlarımız ve siyasetçilerimiz, “Avrasya seçeneğini inşa etme” atılımına şiddetle “Çin’in, Rusya’nın uydusu mu olacağız” diye itiraz ediyorlar. Soğuk Savaş döneminde “Yeşil Kuşak” askerliğini kabul ettirmek için uydurulan “Amerika gitsin Rusya mı gelsin?” sloganı bilinç altında sürüyor.
Bu tutum, Türk milletine ve Türk devlet geleneğine açıkça hakarettir.
Mehmet Akif İstiklal Marşı’nda Türk milletine şu çağrıyı yapıyor:
“Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım!”
TÜRKİYE İKİNCİ İSTİKLAL SAVAŞINI VERİYOR
Bu kesimler aslında, ABD ve NATO güdümünden kurtulma iradesine karşı çıkmayı göze alamadıkları için, Rusya’yı, Çin’i, İran’ı suçlayarak görevlerini ifa ediyorlar. Örneğin Kılıçdaroğlu, Akşener gibi dar ufuklu siyasetçiler, Türkiye’nin gerçek müttefikleriyle sorunlarını büyütüp, Türkiye’yi ittifaksız bırakmanın hayalini kuruyor.
Oysa gerçek gün gibi ortada! Türkiye için vatanın bütünlüğü ve üretim ekonomisi programının tamamlayıcısı olan Avrasyacı dış politika stratejisi, 2017’de Barzanistan referandumunu boşa çıkarmada, 2020’de Karabağ’ın ve Maraş’ın özgürleştirilmesinde gördüğümüz gibi başarı üzerine başarı kazandığını görmüyorlar.
Fakat değişim devam ediyor. Son olarak, Doğu Akdeniz’de dengeleri değiştirecek Mısır ile anlaşma hamlesi geliyor. Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin bağımsızlaştırmasının koşulları olgunlaşıyor. Türkiye, “İkinci İstiklal Savaşı”nı başarıyla yürütüyor.
BEŞ BİN YILLIK UYGARLIK TARİHİNDE ÜÇ YÜZ YIL
Batı muhiplerinin, dünyanın sonu gelmişçesine çırpınışları çok komik. İnsanlığın 5 bin yıllık uygarlık tarihinde, Batı hâkimiyetinin toplam tarihi üç yüz yıl. Hun, Roma, Cengiz Han, Çin, Selçuklu, Osmanlı gibi kıtaları kapsayan imparatorluklar kurulmuş, yüzlerce yıl egemenliklerini sürdürmüşler.
Her imparatorluk, değerli Marksist Andre Gunder Frank’ın “Yeniden Doğu/ Asya Çağında Küresel Ekonomi” (1) kitabında analiz ettiği gibi kuşkusuz bir dünya sistemine dayanıyordu. 16. yüzyılda dünyanın en büyük ekonomisi Osmanlı İmparatorluğu, dünyanın en büyük şehri ise 750 bin nüfusuyla İstanbul’du. Ancak, 19. yüzyıla kadar, tek bir devletin egemen olduğu bir dünya sistemi yoktu. Dünyaya nizam veren imparatorluklar, bölgesinde büyük güç olan rakipleriyle barış içinde yaşamının koşullarını yaratmıştı. Tarihi İpek Yolu’nun başarıyla işlediği yüz yıllar “Çok kutuplu” dünyanın bir yansıması idi.
Görüldüğü gibi, tarihte tek kutuplu dünya kural değil. Hatta arizî.
Aslolan, farklı uygarlıkların, birbirine saygı ve karşılıklı yarar temelinde barış içinde bir arada yaşamaları.
ÇİN, ABD’NİN YERİNİ ALIR MI?
Çin şu anda ABD'nin sahip olduğu küresel liderlik rolünü üstlenir mi? Bu iki faktöre bağlı: Birincisi, Çin'in böyle bir arzusu var mı? Mao Zedung, Deng Xiaoping, Jiang Zemin, Hu Jintao ve Xi Jinping gibi Çin liderlerinin hepsi açıkça “Çin'in asla hegemonya peşinde koşmayacağını” belirttiler.
Xi ayrıca hem 2015’teki İngiltere ziyaretinde hem de 75. kuruluş yıldönümünde BM kürsüsünden Çin'in “sözde dünya polisi” olmaya istekli olmadığını da belirtti. (2) Bu, Çin'in ABD'nin küresel rolünün yerini alma arzusuna sahip olmadığı anlamına gelebilir.
Çin Sosyal Bilimler Akademisi’nin Dünya Ekonomi ve Politika Enstitüsü Başkanı Xue Li The Diplomat dergisi için kaleme aldığı makalesinde “Çin, ABD'nin yerini almak için ne isteğe ne de kapasiteye sahiptir” diyor. (3)
Bununla birlikte, bazıları bir ülkenin arzularının değişken olduğunu ve kapasitenin daha önemli olduğunu söyleyebilir, yani Çin'in kapasitesi arttığında arzularını değiştirir ve dünya hegemonyası peşinde koşabilir diyebilir. Yabana atılmaması gereken bir uyarı. Ancak, 1. Çin'in kapasitesi Amerika Birleşik Devletleri'ninkini aşabilir mi? 2. Köprülerin altından çok sular aktı. ABD sürecinden dünya devletleri büyük dersler çıkardı.
Biraz açarsak: İkinci Dünya Savaşı, Amerika Birleşik Devletleri'ne dünya hegemonu olmak için olağanüstü bir fırsat sağladı. ABD, savaşın yıkımlarını yaşamadan savaş ekonomisi yürüterek devasa bir hızla kalkındı. Avrupa ve Japonya dahil olmak üzere gelişmiş dünyanın geri kalanı kargaşa içindeydi. 1944'teki Bretton Woods toplantısında dünya liderleri daha sonra ABD dolarına bağlanacak olan döviz kurlarını altına sabitlemeyi kabul etti ve sonuç olarak ABD doları dünyanın en önemli para birimi oldu ve ABD süper güç statüsüne yükseldi.
İkinci Dünya Savaşının sonunda, Amerika Birleşik Devletleri küresel GSYİH'nin yüzde 60'ını oluşturuyordu ve endüstriyel üretim kapasitesi dünyanın yarısıydı. Petrol ve çelik üretimi sırasıyla dünya toplamının yüzde 70'ini ve yüzde 64'ünü oluşturuyordu ve Amerika Birleşik Devletleri, o zamanlar tüm kapitalist dünyanın altın rezervlerinin yüzde 73,4'ünü elinde tutuyordu. ABD'nin ileri üretim kapasitesi ve teknolojik gelişimine ek olarak, İkinci Dünya Savaşı'nın sonunda ABD askeri gücü dünyanın dört bir yanında yüzlerce üs kurdu.
ABD, sömürgeler aracılığıyla uluslararası nüfuz sahibi olan İngiltere, Fransa ve diğer ülkelerden farklı olarak, bir dizi uluslararası sistem kurarak dünyayı yönetmeyi tercih etti: Birleşmiş Milletler, DÜNYA BANKASI, IMF gibi ABD denetiminden çıkmaması öngörülen uluslararası kuruluşlar; NATO ittifak sistemi ve askeri arenada üs ağı; finans için Bretton Woods sistemi ve ticaret için Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) ve DTÖ. Ve hepsinden önemlisi ABD, 1971’den sonra dolar saltanatını kurdu.
ÇİN EKONOMİK OLARAK ABD’Yİ GEÇER AMA TEK SÜPER GÜÇ OLAMAZ
Çin, GSYİH, patent sayısı, teknolojik yenilikler, yapay zeka kullanımı ve uluslararası öğrenci sayısı vb. gibi bazı özel konularda ABD’yi geçebilir. Ancak, müttefik sayısı, küresel askeri üsleri ve küresel finans sektörü üzerindeki etkisi değerlendirildiğinde Çin'in ABD'ye rakip olması çok zor.
Forbes dergisinde analizleri yayımlanan Prof. Sarah Hsu, haklı olarak kayıt düşüyor: “Öncelikle, hegemon statüsünün en çok ticaret yapan veya en hızlı büyüyen ülkelere otomatik olarak verilmediğini belirtmek gerekir, öyle olsaydı, Japonya'ya 1970 yılına kadar dünya süper güç statüsü verilecek ve Tayvan 1980'de süper güç statüsüne kavuşacaktı.” (4)
EMPERYALİZM İNSANLIĞI MAHVEDİYOR
Ülkeler yöneticilerinin tercihi öyle olduğu için, yayılmacı olmazlar. Yayılmacılığı, hegemonya kurmayı besleyecek bir toplumsal/ekonomik sisteme sahip olmaları gerekir. Kapitalizmin emperyalizm aşamasına geçmesi, emperyalizmin küresel tek hakimiyet peşinde koşması, sistemin zorunluluklarıdır.
Ama her çıkışın bir inişi vardır. Emperyalizm artık, insanlığın başındaki en büyük bela haline gelmiştir. Bireysel kâr sistemi, artık Dünyamızı tehdit eden noktaya varmıştır. İnsanlık, yeryüzünde varlığını sürdürmek için bu sisteme isyan ederek, kamucu, insanlığın ortak geleceğini inşa etmeye yönelmek zorundadır.
Çin Halk Cumhuriyeti, satın alma gücü açısından dünyanın en büyük ekonomisi olmasına rağmen hala gelişmekte olan bir ülkedir. Çin’in tek iktidar seçeneği olan Çin Komünist Partisi, önceliğini Çin halkının refahını geliştirmeye vermektedir.
Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, “Orta halli refah toplumu” inşa etmenin sadece ekonomik değil Çin’e özgü sosyalizmin temel politikası olduğunu vurguluyor. Nitekim, dünya tarihinde ilk kez, Çin’de kentlerden kırlara sistemli olarak kaynak aktarılıyor. Çin son 8 yılda 100 milyon kişiyi mutlak yoksulluktan kurtarmayı, çok kazanandan alıp, günde 2 doların altında geliri olan yoksullara aktararak gerçekleştirdi. Şimdi de Çin kırsalını canlandırmak için kapsamlı bir reform kampanyası başlatıldı.
Bu satırları okurken, Çin’de dünyanın geleceğini etkileyecek önemde iki toplantı başlamış durumda. 3000 delegeli Çin Ulusal Halk Meclisi ve 2200 delegeli Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı 2021 yılı olağan toplantısı 10 Mart’a kadar sürecek. Çin’in 2021-2025 yıllarını kapsayan 14. Beş Yıllık Planı kabul edilecek. Aynı zamanda 2035 yılına uzanan dönemin ekonomik politikaları belirlenecek. İki toplantının gündemi için yapılan vurgu: “Halkın ekonomik refahını artırmak!”
ÇİN ADİL VE EŞİTLİKÇİ DÜNYA İÇİN MÜCADELE EDİYOR
Nükleer silahlar çağında dünya düzenini savaş yoluyla yeniden inşa etmek gerçekçi değil. Bu zorunluluk, ABD saldırganlığını dizginlemenin tek yolunun, bölgesel ittifaklar kurarak ABD’nin çılgınlığa başvurmaktan caydırılması olduğunu gösteriyor. Daha adil ve eşitlikçi yeni uluslararası düzenin kurulması, tek tek ülkelerinin bağımsızlıklarına cesaretle sahip çıkmasından geçiyor.
Çin’in dış politikada, BM’nin ABD’nin hâkimiyet aracı olmaktan çıkarılması için mücadeleye öncelik verme kararı, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin yararınadır. “Dünya beşten büyüktür” haklı itirazına Çin gibi BM Güvenlik Konseyi üyesinin katılması, Türkiye’nin BM’de etkin bir konum almasına hizmet eder.
SONUÇ: TÜRKİYE YENİ DÜNYADAKİ YERİNİ ALIYOR
Çin uluslararası alanda yeni işbirliği modelini geliştiriyor.
Yeni model ‘üstün’ güçlerin ideolojik ve siyasi müdahalesini kabullenmiyor.
Bu model mevcut sistemi gelişen ülkelerin yararına kullanmayı önemli bir politika olarak değerlendiriyor.
Farklılıklara ve siyasi tercihlere saygının altını çizerek ülkelerin içişlerine karışmaya şiddetle itiraz ediyor.
Farklı modelleri birleştirerek herhangi bir gelişim stratejisinin tek ve mutlak ilan edilmesine karşı çıkıyor.
Bu başlıkların hepsi Türkiye’nin dış politika ilkelerini de oluşturuyor. İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü, 5 Haziran 1964 tarihli Johnson’un, Türkiye’nin Kıbrıs’taki kardeşlerine yasak koyan mektubunu aldığında “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye’de orada yerini alır” demişti. İşte şimdi o oluyor!
Kaynaklar:
1. Andre Gunder Frank, Yeniden Doğu/ Asya Çağında Küresel Ekonomi, İmge Yayınları, Çev. Kamil Kurtul, 1. Baskı, Mart 2010.
2. http://www.china.com.cn/news/2015-10/19/content_36838756.htm
3. https://thediplomat.com/2018/04/will-china-replace-the-us-global-role/
4. https://www.forbes.com/sites/sarahsu/2017/02/02/why-china-wont-replace-the-u-s-as-the-worlds-superpower/?sh=4293ecd8234d
5 Mart 2021 Cuma / Aydınlık