Utku Reyhan: Hilafet tartışmaları ve Ak Parti

Ak Parti, eğer milleti kaybetmek istemiyorsa, kendisini “hilafet” gazına getirmek isteyen bu gruplara çeki düzen vermelidir.

Yeni Şafak Grubuna bağlı Gerçek Hayat dergisi ve Abdurrahman Dilipak gibi bazı isimler Ayasofya gelişmesinin ardından “artık zincirlerin kırıldığı” iddiasıyla Hilafet çığlıkları atmaya başladılar. Ak Parti sözcüsü Sayın Ömer Çelik bu talebi net ifadelerle reddetti. Türkiye’de bir rejim tartışması yapılamayacağını ve kendilerinin Cumhuriyet’e olan bağlılıklarını açıkça ifade etti.

 

 

HALİFELER BİRLİĞİ SAĞLAYABİLDİ Mİ?


Hilafetçiler, Müslümanların bütün dünyada başsız olduğunu, aralarındaki sorunları çözecek bir otoritenin olmadığını iddia ediyorlar. Onlara göre eğer bir halife olsaydı, İslâm dünyası kolayca birleşebilir ve Hristiyan Batı’nın karşısında daha dik durabilirdi.

 

Hâlbuki İslâm tarihi açısından bakarsak halifelik makamı neredeyse hiçbir zaman Müslümanların siyasi ve ruhani birliği sağlamamıştır. Belki Dört Halife de denilen Hulefa-i Raşidin dönemi için bu biraz söylenebilir. Ancak halife olan Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin katledilmiş olmaları o dönemde bile birliğin sağlanamadığını göstermektedir. Hatta İslam dünyasındaki Sünni-Şii kırılmasının kökleri bile bu dönemdedir.

 

Dört Halife dönemi sonrası Hilafet Makamı gittikçe itibarını kaybetmiştir. Dört Halife döneminde önde gelenlerin seçtiği halife, Emevilerle birlikte saltanata (babadan oğula) dönüşmüştür. Ve artık hiçbir zaman Müslümanların tamamını temsil eden bir niteliğe sahip olamamıştır. Şii dünyası kendi ruhani ve siyasi imametini yaratırken, Sünni dünyasında hilafet iç savaşlarla, yabancı istilalarla ya da fetihlerle sürekli el değiştirmiştir. Paralel halifelikler de oluşturulmuştur.

 

 

HALİFELER MÜSLÜMANLARI TEMSİL EDEBİLDİ Mİ?


Ama halife hiçbir zaman bütün Müslümanlar için ruhani ve siyasi bir lider olamamıştır. Öyle olsaydı Abbasilerin Emevilerden hilafeti almaması gerekirdi. Demek ki Emevi hilafeti, Abbasileri temsil etmiyordu. Abbasi hilafeti de Emevi Müslümanlarını temsil etmedi. Gittiler Endülüs’te hilafetlerini paralel biçimde devam ettirdiler. Eğer halife İslâm’ı temsil ediyor olsaydı kendisi de Müslüman olan Yavuz Sultan Selim’in Memlukler üzerine yürüyüp, Mısır’ı fethedip hilafeti İstanbul’a taşımaması gerekirdi. Demek ki Mısır’daki İslâm Halifesi, Osmanlıları temsil etmiyormuş.

 

Osmanlı, yükselme döneminde İslâm dünyasının bayraktarlığını yaptı. Coğrafi olarak da Müslümanların yaşadığı alanların büyük çoğunluğuna hükmetti. Tarihi ilerletti. Ancak gerileme döneminde Osmanlı içerisindeki bazı Müslüman unsurların ayrılıkçılık yaptıklarını biliyoruz. Mısır ve Arabistan’da, yabancı parmağı olsa bile önde gelen liderlerin Osmanlı’ya isyan etmesi ve Osmanlı’dan ayrılması, halifenin İslâm Dünyası üzerindeki otoritesi hakkında bize bir fikir vermektedir.

 

 

HİLAFETİN KALDIRILMASI BİR ZORUNLULUKTU


Hilafet, Hz. Muhammed’in vefatının ardından henüz yeni olan İslâm medeniyetini bir arada tutmak için zorunlu olan siyasi bir makamdı. İslâm’ın devletleştirilmesinde ve bürokrasisinin kurulmasında özellikle Hz. Ömer döneminde önemli adımlar da atıldı. Ancak İslâm’ın en parlak dönemlerinde dahi, İslâm dünyası içerisindeki nesnel çelişkileri önleyemedi. Zaman içerisinde İslâm içerisindeki kavgaların kaynağı oldu. İlk dönemi dışında İslâm dünyasının siyasi ve ruhani birliğini sağladığı da söylenemez.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin işlevi kalmayan bu makamı 1924’te kaldırması, halk egemenliğine dayanan yeni yönetim biçimi için olmazsa olmaz bir karardı. Bugünden bakınca bu devrimci adımın anlamını daha iyi anlıyoruz. Hilafetin varlığı ülkede ikili iktidar demekti.

Kimi yeniden tarih yazma meraklıları Halife Sultan Vahdettin’in Mustafa Kemal Paşa’yı vatanı kurtarmak için bilerek Samsun’a görevlendirdiğini söylemektedir. Sondan bir önceki halifenin İngiliz baskısıyla Mustafa Kemal Paşa hakkında idam fermanı yayınlaması, Ali Galip Bey eliyle Mustafa Kemal’i Sivas’ta ortadan kaldırmaya çalışması ve Ankara’da kurulan Meclis’i Kuvvayı İnzibâtiye ve yerel isyanlar kışkırtarak boğmaya çalışması, hilafetin İngiliz-Yunan işgalinden çok, Anadolu’daki kahramanları düşman kabul ettiğini göstermektedir. Demek ki hilafet, kendi varlığını sürdürebilmek için, yabancı işgalcilerle işbirliği bile yapabilmektedir.

 

 

HİLAFETÇİLERE SORULAR


Geçmişte anlamlı bir işlevi bulunmayan hilafeti aradan bir asır geçtikten sonra savunabilmek, bugünün Türkiye ve dünya gerçekliğini hiç anlamamak anlamına geliyor. Bugün dünya hâlâ millî devletler çağındadır. Dolayısıyla İslâm dünyasında da çıkarları birbirleriyle aynı olmayan onlarca millî devlet bulunmaktadır.

 

Türkiye’den seçilecek bir halifeyi, dünyada hiçbir devlet ve Müslüman tanımayacaktır. Ne İran, ne Suudi Arabistan, ne Filistin, ne Suriye, ne Çin, Rusya, ABD ya da Avrupa Müslümanları bu halifeyi takip etmeyecektir. Takip etmeleri için ne dini ne de siyasi bir neden bulunmamaktadır.

 

Diyelim, mümkün değil ama, bütün dünya İslam ülkelerinin ortak belirleyeceği bir halife olsun. Bu halife örneğin Türkiye’nin Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ya da Barış Pınarı harekâtlarına veya Libya’daki varlığına “işgal” derse biz ne yapacağız? “Halifedir, ne derse doğrudur” mu diyeceğiz yoksa millî çıkarlarımız için savaşmaya devam mı edeceğiz? Bu çelişki pekâlâ mümkün, İslam İşbirliği Teşkilatı ya da Arap Devletler Ligi’nin tutumlarına bakarsanız bunu görürsünüz. İslam ülkelerinin ortak hareket etmesi, başta Batı Asya olmak üzere, emperyalist saldırganlığa direnmesi, ortak gelişme ve ilerleme yollarını bulması çok önemli. Ama hilafet bırakın bunu sağlamayı, rekabeti ve gerilimleri körükleyecektir.

 

Sonra, halife nasıl belirlenecek? Seçimle mi? Babadan oğula mı? Babadan oğula ise ilk “baba” kim olacak? Kadın halife olabilecek mi? Olamayacaksa neden? Bu çağda kadınların hangi özelliği halife olmalarına engel olacak? Babadan oğula hilafetin sakıncası yok mu? Bir delinin halife olmayacağının garantisi var mı? Seçimle olacaksa kim seçecek? Genel seçim mi? Adaylar mı olacak? Partiler duruyorsa, ki demokrasi olacaksa partiler olacak, onlar halife adaylarını mı destekleyecek? Parti grupları karar mı alacak? Böyle bir halife nasıl dünya Müslümanlarını temsil edecek? Cumhurbaşkanı ne olacak? TBMM ne olacak? Halife bunların üzerinde mi olacak? Halifenin kendi bürokrasisi mi olacak? Ayrı hukuku? Kim denetleyecek? Kimse mi? İkili bir iktidar mı olacak? Çelişmede ne olacak? Adaylık için nasıl kriterler olacak? Halifelik için objektif kriterler koymak mümkün mü? Genel seçim değil de, bir zümre tarafından mı seçilecek? Ya da bir şura? Bu şura kimlerden oluşacak. Şura üyeleri seçilecek mi? Neresinden bakarsanız bakın aklınızı peynir ekmekle yemediyseniz cevap verilemeyecek sorular.

 

 

İSLÂM’IN PAPASI OLABİLİR Mİ?


Kimileri nasıl Hristiyan dünyasının bir Papası varsa İslâm Dünyasının da bir halifesinin olabileceğini iddia ediyor. Hâlbuki Papa, Katolik dünyasının ruhbanları arasından seçiliyor. Kişilerin günahlarını bağışlama ve dinden çıkarma yetkisine sahip olan ruhbanlar. İslâm’ın böyle bir zümresi yok. Ve bu İslâm’ın üstünlüğüdür. İslâm’da günah bağışlama ve dinden çıkarma gibi sadece Allah’ın yapabileceği işler başka birine havale edilmiş değildir. Kaldı ki Papa, Hristiyan dünyasının sınırlı bir kesimini temsil etmektedir. Bugün Hristiyanların yarısı Katolik diğer yarısı Protestan ve Ortodokslardır. Üstelik çoğu Katolik için de Papalık dalga geçilen ya da nefretle anılan bir kurumdur. Herhangi bir ağırlığı olduğu söylenemez.

 

İslam dünyası, Hristiyan dünyası gibi parçalı bir yapıdadır. Buradan “evrensel” niteliğe sahip bir halife çıkarmak mümkün değildir. Bu halifeyi ne dünya ne de İslam dünyası tanır. Bırakın İslam dünyasını, Türkiye halkı da ezici bir çoğunlukla tanımaz. Ak Partiye oy verenlerin de çok büyük çoğunluğu tanımaz. Milyonlarca Cumhuriyetçi tanımaz. Alevi tanımaz. Caferi tanımaz. Açık söyleyelim, Ayasofya’da Cuma’ya gidenlerin bile büyük çoğunluğu tanımaz. Bu milleti iyi tanıyın.


 
HİLAFETÇİLERLE İKTİDAR OLUNMAZ


Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Ak Parti önderliğinin bu gerçeğin farkında olduğunu zannediyoruz. Onlar farkında çünkü kendi içlerine kapanmış ve sadece birbirleriyle arkadaş olan hilafetçilerin aksine Parti yöneticileri gerçeğe dayanmak zorundadır. Sizi nutuklar, hamasetler değil, gerçekler iktidarda tutar. Nitekim Parti Sözcüsü Ömer Çelik şu ifadeleri kullanarak, hilafetçilerle aralarına kalın bir çizgi çekmiştir:

 

"Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Bu nitelikleriyle Cumhuriyetimiz hepimizin ortak çatısıdır. Ülkemizin siyasal rejimi büyük sosyal ve siyasal tecrübelerden geçmiş ve geleceğe yürümektedir. Türkiye’nin siyasal rejimiyle ilgili siyasal kamplaşma üretmek yanlıştır. Cumhuriyetimiz tüm nitelikleriyle gözbebeğimizdir. Dünden beri sosyal medyada siyasal rejimimizle ilgili ortaya çıkan sağlıksız tartışma ve kamplaşma, Türkiye’nin gündemi değildir.

 

Türkiye Cumhuriyeti güçlü ve büyük bir devlet olmasının yanı sıra, tüm dünyada “bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.” Sorumluluğumuz ahlaki ve siyasidir. Siyasal temeli olmayan kamplaşmalar yerine ortak ideallerimizle geleceğe yürümeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Milletimizin duası ve desteğiyle, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde ülkemiz ve insanlık için erişilmez denilen hedeflere yürüyoruz. Cumhuriyetimiz parlamaya devam edecektir. Milletimizin tüm fertleri bu gelecekte pay sahibidir.

 

Kurtuluş Savaşı’mızın başkomutanı, devletimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve İstiklal Savaşı kahramanlarını rahmetle ve saygıyla yad ediyoruz. Tarihten bugüne kesintisiz bir halka olarak devam eden mücadele azmimizi daha da kuvvetli kılıyoruz. Cumhuriyetimiz, milletimizin asırlara dayanan büyük devlet geleneğinin birikimi ve billurlaşmış halidir. Mensubu olmakla şeref duyduğumuz milletimiz, insanlık ailesinin seçkin ve saygın mensubudur. Buna layık olmak hepimizin borcu ve kaderidir. Cumhuriyetimiz ilelebet payidar kalacaktır. Cumhurbaşkanımızın dirayetli yönetimiyle milletimizin özlemlerine sağlam adımlarla ulaşacağız. Duamız milletimizledir. Gayretimiz biricik ülkemiz içindir. Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti... "

 

Sayın Çelik’in “hilafet” isteyen dar gruplara yönelik bu çıkışı gerçeklere dayanmaktadır. Çünkü Ak Parti, eğer iktidarını devam ettirecekse, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e bağlı milletin ezici çoğunluğunun güvenini kazanmak zorundadır. Hilafetçiliği okşayarak, bazı fanatiklerin sınırlı oyunun sağa sola kaçmasını engellenebilir belki ama bu tavır milletin kaybedilmesiyle yani iktidarın kaybedilmesiyle sonuçlanır.

 

Hilafet, Türkiye’nin güvenliği ve ekonomisi için yeni tehlikeler demektir. Millî Mücadele, Cumhuriyet ve topyekün Atatürk programı, bir nostalji değildir. Bugün yaşananlara “İkinci İstiklal Harbi” diyorsak bunun bir anlamı var. PKK, FETÖ ve döviz terörüne karşı mücadele, Atatürk’e sarılmayı gerektirir. Atatürk, bağımsızlık, üretim ve kalkınma programıdır. Başka türlü olmaz. Başka türlü Vatan Savaşı başarıya ulaştırılmaz. Ak Parti, eğer milleti kaybetmek istemiyorsa, kendisini “hilafet” gazına getirmek isteyen bu gruplara çeki düzen vermelidir. Yoksa yanında ne milliyetçi kalır, ne vatansever ne de millet.