Tülin Oygür: YÖK Başkanı'na düşen görev

"Sayın Prof. Dr. Yekta Saraç'ın bir kadın üniversitesinin ülkemizde kurulduğu dönemin YÖK başkanı olmayı içine sindirememe ihtimali yüksektir"

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Sayın Prof. Dr. Yekta Saraç Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dan bir kadın üniversitesi kurulması için çalışma yapma talimatı aldı. Yeni sistemde birçok işin böyle yürüdüğünü görüyoruz: Cumhurbaşkanı o işin tepesindeki kişiye talimat veriyor, o işin esasları belirleniyor, varsa mevzuatı hazırlanıyor, sonrasında, işin türüne göre, ya teklif olarak TBMM’ne gidiyor ya da Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (CK) ile hayata geçiriliyor. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’na göre üniversite açılması Cumhurbaşkanınca yapılan yükseköğretim planlaması çerçevesinde kanunla kurulur. Anlaşılıyor ki Japonya ziyaretinde kadın üniversitelerini keşfeden Sayın Cumhurbaşkanı, yeni sistemde kendisine bırakılan yükseköğretimi planlama yetkisini kullanarak Türkiye’de de bu yolu açmanın düğmesine basmış bulunuyor.

 

Yeni sistemde Cumhurbaşkanının talimatlarından muaf bir tüzel kişilik (kurumsal) olabileceği düşünülemez ancak bu sefer verilen talimat bir bilim konusudur ve talimatı alan da Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) başındaki bilim insanı Prof. Dr. Yekta Saraç’tır. Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından, ortaya attığı kadın üniversitesinin Türkiye’nin tarihsel gerçeklerine yani bilimselliğe ne ölçüde uygun olduğu gibi bir sorun yoktur, hatta “Ben bilim milim anlamam!” dese kimse şaşırmaz. Ancak kendisi de Türk Edebiyatı alanında bilim insanı olan ve üst seviye eğitimi ve bilimsel ilerleme planlamalarını düzenleyen YÖK’ün Başkanlığını yapan Sayın Yekta Saraç’ın omuzlarına büyük bir sorumluluk binmiştir.

 

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu Madde 4’te yükseköğretimin amacı, “a) Öğrencileri Atatürk İnkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Türk milletinin milli, ahlaki, insani, manevi ve kültürel değerlerini taşıyan, Türk olmanın şeref ve mutluluğunu duyan, toplum yararını kişisel çıkarının üstünde tutan, aile, ülke ve millet sevgisi ile dolu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getiren, hür ve bilimsel düşünce gücüne, geniş bir dünya görüşüne sahip, insan haklarına saygılı, beden, zihin, ruh, ahlak ve duygu bakımından dengeli ve sağlıklı şekilde gelişmiş, ilgi ve yetenekleri yönünde yurt kalkınmasına ve ihtiyaçlarına cevap verecek, aynı zamanda kendi geçim ve mutluluğunu sağlayacak bir mesleğin bilgi, beceri, davranış ve genel kültürüne sahip, vatandaşlar olarak yetiştirmek, b) Türk Devleti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olarak, refah ve mutluluğunu artırmak amacıyla ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına katkıda bulunacak ve hızlandıracak programlar uygulayarak, çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı ve seçkin bir ortağı haline gelmesini sağlamak, c) Yükseköğretim kurumları olarak yüksek düzeyde bilimsel çalışma ve araştırma yapmak, bilgi ve teknoloji üretmek, bilim verilerini yaymak, ulusal alanda gelişme ve kalkınmaya destek olmak, yurt içi ve yurt dışı kurumlarla işbirliği yapmak suretiyle bilim dünyasının seçkin bir üyesi haline gelmek, evrensel ve çağdaş gelişmeye katkıda bulunmak” olarak tanımlanmıştır.

 

 

TÜRK KÜLTÜRÜNE AYKIRI

 

Bu satırları ne kadar okursak okuyalım, hiçbir yerinde kadınlara ayrı bir üniversite açılmasını gerekçelendiren tek bir ifade bulmamız mümkün değildir.

 

Yukarda söz ettiğimiz kanunun 5. Maddesine göre: Yükseköğretim, aşağıdaki "Ana ilkeler" doğrultusunda planlanır, programlanır ve düzenlenir: a) Öğrencilere, Atatürk inkılâpları ve ilkeleri doğrultusunda Atatürk milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması sağlanır. b) Milli kültürümüz, örf ve adetlerimize bağlı, kendimize has şekil ve özellikleri ile evrensel kültür içinde korunarak geliştirilir ve öğrencilere, milli birlik ve beraberliği kuvvetlendirici ruh ve irade gücü kazandırılır. c) Yükseköğretim kurumlarının özellikleri, eğitim - öğretim dalları ile amaçları gözetilerek eğitim - öğretimde birlik ilkesi sağlanır. d) Eğitim - öğretim plan ve programları, bilimsel ve teknolojik esaslara, ülke ve yöre ihtiyaçlarına göre kısa ve uzun vadeli olarak hazırlanıp sürekli olarak geliştirilir. e) Yükseköğretimde imkân ve fırsat eşitliğini sağlayacak önlemler alınır. f) Üniversiteler ile yüksek teknoloji enstitüleri ve bunlar içindeki fakülte, enstitü ve yüksekokullar, Cumhurbaşkanınca yapılan yükseköğretim planlaması çerçevesinde kanunla kurulur.

 

Yükseköğretimin nasıl planlanıp düzenleneceğini belirten bu kanun metninin de hiçbir yerinde kadın üniversitesi açılmasını mazur ve makul gösterecek bir ifade yoktur. Kadın üniversitesi açılması Atatürk inkılâpları ve ilkelerine aykırı olduğu kadar, “milli kültürümüzün örf ve adetlerimize bağlı, kendimize has şekil ve özellikleri ile evrensel kültür içinde korunarak geliştirilmesi” ilkesine de aykırıdır. Türk kültüründe kadını erkekten ayrı tutmak yoktur; bizim örfümüzde kadın ve erkek beraber yürür.

 

Dünyada Japonya dışında, ABD, Suudi Arabistan, Hindistan gibi başka bazı ülkelerde de kadın üniversiteleri vardır. Bunların istisnasız hepsi, o ülkenin tarihsel geçmişine dayalı, bazı ülkelerde bugün de devam eden, kadını erkekten aşağı gören anlayışlara karşı kadını kollamak amacıyla kurulmuştur. ABD’de kadın üniversiteleri bugün çoklukla boş kalmış, binaları başka okullara devredilmiş, sayıları çok azalmıştır. 80 adet kadın üniversitesi ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ilham veren Japonya, dünyanın zengin ve endüstrileşmiş ülkelerinden birisi olduğu halde 2018 Dünya Cinsiyet Uçurumu Raporu'nda “Kadınların politik ve ekonomik hayata katılımı” kategorisinde 149 ülke içinde sırasıyla 127 ve 115’inci sıralarda yer almaktadır. Kadın üniversitelerinin Japon toplumunda kadına ne kattığını anlamamız açısından bu veriler düşündürücüdür. (Aynı raporda 130. sırada bulunan Türkiye’nin G20’deki 17. büyük ekonomi konumunun bu yıl yirminciliğe gerilediğini belirtelim).

 

 

TOPLUMSAL GERÇEKLİĞİMİZE VE BİLİME UYGUN DEĞİL

 

Her ülkenin koşulları ayrıdır, kendine hastır. 1990’ların başında üç aylık bursla Japonya’da bir tıp fakültesine giden doktor arkadaşımız, dönünce ilk olarak, kendisini akşam yemeğine davet eden bölüm başkanının evinde eşinin sofraya oturmadığını, sadece hizmet ettiğini, yemek salonundan da geri geri yürüyerek çıktığını anlatmıştı. Hâlâ da ağırlığını hissettiren ağdalı Japon geleneğine karşı kurulduğu belli olan kadın üniversitelerini, yüzyıllardır kadın ve erkeğin birlikte yürüyüp, birlikte hayata tutunduğu Anadolu insanı için örnek almak büyük hatadır. Toplumsal gerçekliğimize ve bilime aykırıdır.

 

İşte bu noktada görev, talimatı alan YÖK Başkanına düşmektedir. Sayın Yekta Saraç bilim adamlığının ve yürüttüğü görevin sorumluluğuyla Cumhurbaşkanını, kadın üniversitesinin gerek tarihimiz, gerek toplumsal yapımız, gerekse yasalarımız yönünden mümkün olmadığını ve milletimizi birleştirme siyasetlerine de ciddi zarar vereceği yönünde açıklıkla bilgilendirmek zorundadır.

 

Evet, neticede YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. Yekta Saraç, 1981 Anayasası ile özerkliği bitirilmiş, iktidar emrinde çalışan bir üst kurulun başındadır. Ama kendisi bir bilim insanıdır ve hukuksal, toplumsal ve bilimsel temeli olmaksızın bir kadın üniversitesinin ülkemizde kurulduğu dönemin YÖK başkanı olmayı içine sindirememe ihtimali yüksektir.