Semih Koray: Asya’nın milli uyanışı

Teori dergisinin “100 yıllık gerçek: Asya’nın milli uyanışı” üst başlığıyla çıkan Haziran sayısı, tarihin önümüzü aydınlatan ışığını günümüze taşıyor. Yüzyıl, tarih açısından kısa, ama tarihsel öngörüleri sınamak açısından uzun bir süredir. Aslında tek başına Haziran ayının ilk on gününde yaşanan gelişmeler bile derginin ele aldığı Asya Çağı’na tanıklık etmektedir.



ASYA ÇAĞI EZİLEN-GELİŞEN MİLLETLERİN ÇAĞIDIR

20.yüzyılın başları, Asya’nın yeniden tarih sahnesine çıktığı dönemdir. 1. Dünya Savaşı’nın en önemli sonucu, Türk ve Rus Devrimleridir. 2. Dünya Savaşı’nı izleyen dönem, Mao’nun betimlemesiyle “devletlerin bağımsızlık, milletlerin kurtuluş, halkların devrim” istediği bir dönem olmuş, 1980’lere kadar dünya üstünde sömürge kalmamıştır. Günümüze damgasını vuran ise, Ezilen Dünya’nın içinden çıkardığı Gelişen Dünya’nın emperyalist sisteme toplumsal bir seçenek oluşturma sürecini başlatmış olmasıdır. Dünyamızın yüz yıldır içinden geçmekte olduğu “Asya Çağı”nın özeti, budur.

 


MİLLİ EGEMENLİK KAVRAMINA İLİŞKİN İKİ KARŞIT TUTUM


1980’lerde başında ABD’nin bulunduğu emperyalist sistemin başlattığı küreselleşmenin temel hedefi, Ezilen Dünya’nın milli devletlerini yıkarak bütün dünyayı Amerikan hegemonyası altında tek bir küresel pazara indirgemekti. Bu saldırıya karşı koymanın da, uluslararası bir cephe inşasını gerekli kıldığına kuşku yoktur. Bugün böyle bir cephe, Asya’nın Latin Amerika ve Afrika’yı kazanarak ve Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkelerini de ABD’den uzaklaştırıp yanına çekmesiyle oluşmaktadır.


Ama daha da önemlisi, Avrasya’da birleşmenin temelini tek tek ülkelerin milliegemenliklerinin kısıtlanması değil, tam tersine korunması ve güçlendirilmesi oluşturmaktadır. Birliğin şiarı, her ülkenin kendine özgü yoldan gelişme hakkına saygıdır. Onun için uluslararası işbirliğinin her ülkenin gereksinim ve kaygılarını karşılayan bir çizgi izlenmesi gerekmektedir. Emperyalizmin ektiği ve beslediği nifak tohumları nedeniyle kuruluşlarından bu yana yıldızları barışmayan Hindistan ve Pakistan’ın Şanghay İşbirliği Örgütü’nde buluşmaları, işte bu çizginin zaferidir. Dünyaya barış, huzur ve istikrar getirerek bir “büyük uyum dünyası”nı kurmaya aday yegâne uluslararası düzen, ifadesini bu çizgide bulmaktadır.


Emperyalist siyasetler ise, ülkeler arası anlaşmazlıkları çözüme kavuşturma değil, bunlardan zora dayanarak beslenme üstüne kuruludur. ABD’nin İran düşmanlığını körüklemesi, “Sünni Nato” kurma girişimleri, Katar’a tecrit uygulaması, Barzanistan’ın “bağımsızlık” ilanının gündeme taşınması, bu emperyalist çizginin en yakın örneklerini oluşturmaktadır. Terör, “emperyalist zorun dünyaya hükümdar olamasını” sağlamanın en önemli araçları arasındadır. Bugün dünyadaki çatışma ve savaşların ana kaynağı, emperyalist sistemdir.

 


STRATEJİK YAKLAŞIMIN KAÇINILMAZLIĞI


Türkiye’nin milli çıkarlarını savunması, ancak bu gerçekleri temel alan stratejik bir yaklaşımın benimsenmesiyle olanaklıdır. Ülkemizde son zamanlarda yapılan tartışmalarda sıkça “ülkeler arası ilişkilerin çıkarlar temelinde şekillendirilmesi” gereğine atıfta bulunuluyor. Bu söylem, stratejik bir yaklaşımla bütünleştirilmediği sürece, dış siyaseti taktik düzleme kısıtlamaya hizmet etmektedir. Kısa erimli getirileri temel almak, ABD’yi de, Avrupa’yı da, Rusya ya da Çin’i de, bölge ülkelerini de stratejik konumları açısından eşitlemeyi beraberinde getirmektedir. Bu söylemin yaygınlaşması, bir yandan “Batı’yla bütünleşme stratejisi”nin ülkemizde artık açıktan savunulamaz hale geldiğinin bir göstergesidir. Aynı söylem, öte yandan da, stratejik olarak Batı’dan Avrasya’ya yönelmeye engel olma çizgisinin çekilmek zorunda kaldığı bir “savunma mevzii”ni yansıtmaktadır.


Teori dergisinin Haziran sayısında ele aldığı “Asya Çağı” ülkemiz açısından stratejik ve yaşamsal bir öneme sahip olduğu için, önümüzdeki haftalarda da bu konuyu çeşitli yönleriyle ele almayı sürdüreceğiz.