Ferit İlsever: Türk kadını ‘sözleşmeyle’ değil devrimle yükseldi!

Bir toplum cinslerinden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur.

İstanbul Sözleşmesi'yle ilgili tartışmaları ilgiyle takip ediyorum. Cumhuriyet Devrimi kazanımları göz ardı edilerek konu tartışılınca sanki Türkiye, Cumhuriyet Devrimlerini yapmamış da yeni şeyler keşfetmişiz ve Batı bize “medeni” kanunlar bahşetmiş! Oysa Batı’nın önümüze koyduğu “sözleşme” Cumhuriyet devrimi kanunlarının çok gerisindedir. Türk kadınının 1930 ve 1935’lerde elde ettiği seçme ve seçilme hakkı, birçok Avrupa ülkesinde bile yoktu. Medeni Kanun ise başlı başına bir haklar manzumesidir…

 

Türk kadını bu hakları “bahşedilerek” almadı, bizzat emperyalizme karşı verilen bağımsızlık savaşında en önde savaşarak, o büyük savaşın bütün zahmetini sırtında taşıyarak kazandı. Medeni Kanunla da Ortaçağ cenderesini yırttı attı. Çağdaş haklara kavuştu. Bu da uzun yılların mücadelesinin sonucudur. 1908 Devrimi’nden sonra patlayan kadın hareketini unutmayalım. Türk kadını, Ortaçağ karanlığına hiçbir zaman teslim olmamıştır. Anadolu kadınının yaşam şekli en önemli güvencemiz olmuştur. Tarlada çalışan kadına kimse kara çarşaf giydirememiştir. Cumhuriyet Devrimi Türk kadınına yeni bir kişilik ve yaşam şekli kazandırmıştır. Sanayileşerek de kadınımız şehirlerdeki üretimin bir parçası olmuş, erkeğiyle yan yana hayata katkı sunmuştur. Bugün elimizde ne varsa hepsini iki büyük devrim sayesinde kazandık. Devrim bizim için ekmek, bağımsızlık ve şahsiyetli insan demektir.

 

 

İKİ CİNSİN EŞİTLİĞİ


İstanbul Sözleşmesi tartışmasına özellikle Medeni Kanun çerçevesinde bazı önemli bilgileri aktararak katılmak istiyorum:

 

M. Kemal Atatürk daha 1923 yılında, Cumhuriyet'in ilanından sonra kadınlarla ilgili şunları söylüyordu: "Bir toplum cinslerinden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur. Kadınlar içtimai hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek, birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır... Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir... Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir."

 

"Güçlü bir millet olmak için" atılacak ilk adım, emperyalizmin tasfiyesinden sonra, Ortaçağ kurumlarını ortadan kaldırmaktı. Bu amaçla 3 Mart 1924'te çıkarılan "Şeriye ve Evkaf Vekâleti'nin Kaldırılmasına Dair Kanun" ve "Hilafetin Kaldırılmasına Dair Kanun"la bu adım atıldı. Yine aynı gün bu kanunlarla birlikte, "Tevhid-i Tedrisat Kanunu" da çıkartılıyordu. Bu Kanun'un da bir amacı, "Kadınlarımızın ilim ve fen sahibi olmalarını ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçmelerini" sağlamaktı.

 

 

MEDENİ KANUN


Bu ilk adımdan sonra sıra, Devrim Kanunları'nın en önemlilerinden olan, Medeni Kanun'la, "Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun"un çıkartılmasına gelmişti. Yine M. Kemal Atatürk bu konuda 1925 yılında şöyle diyordu: "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin? Kadınlarımız için asıl mücadele alanı... ışıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle süslenip donanmaktır."

 

Kadınlarımızın "Işıkla, bilgi ve kültürle, gerçek faziletle donanımları için... Şubat 1926'da Medeni Kanun çıkartıldı. İlginçtir, "Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun" da, bu Kanundan iki ay arayla çıkartılıyordu. (30 Kasım 1925). En önemlisi, M. Kemal Atatürk bu Kanunun gerekçelerini açıklarken, "Bu Kanun çıkartılmasaydı, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Medeni Kanun'u uygulayamazdık" diyordu.

 

Medeni Kanun'un hazırlanmasında en önemli görevi üstlenmiş olan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Kanunun gerekçesini, laikliğe de vurgu yaparak şöyle açıklıyordu: "Din devlet gözünde vicdanlarda kaldıkça saygındır ve masumdur... Türk Tarihinin en hazin siması Türk kadınıdır. Bu yasa bir esir gibi yerden yere vurulan, fakat ezelden beri bir hanım olan Türk annesini değerine uygun, saygın konuma getirecektir. Böylece Türk Toplumu en kuvvetli bir şekilde sağlamlaştırılmış olacaktır."

 

 

MİLLETİN TEMEL DİREĞİ


Aynı toplantıda Dışişleri Bakanı Şükrü Kaya ise, şöyle diyordu: "Bir millet ki, temel direği olan kadını hukukundan yoksun bırakır, hayattan uzaklaştırırsa, kendi kendine yarısını felç eder. Türk kadınının yaptığı fedakârlık, gösterdiği erdem, kendisine karşı saygıya hak kazandırmıştır. Artık bu eşitsizlikleri kaldırmanın zamanı çoktan geçmiştir."

Aksaray Milletvekili Besim Atalay ise, "Cumhuriyet'in saltanat ve hilafet artığı yasalarla yönetilemeyeceğine" vurgu yapıyordu.

 

Medeni Kanun'un Şubat 1926'da kabulüyle, kadın hakları konusunda şu kazanımlar elde edildi: Kadınlar evlenme, boşanma, mal varlığı, miras gibi özel yaşamlarına ilişkin haklar açısından erkeklerle eşit yurttaş konumuna geldiler. Evlilik yaşı kuralı getirildi. Erkeğin birden çok kadınla evlenebilmesi yerine tek eşlilik ve evlilik birliğinin "resmi nikâhla kurulması" kabul edildi. Hâkim kararıyla boşanma, kız ve erkek çocuklara eşit miras payı gibi kurallar kadın haklarının güvencesi oldu. Kadınlara işlerini seçme özgürlüğü ve mahkemelerde erkekle eşit tanıklık hakkı tanındı.

 

1930 yılında çıkartılan bir dizi yasa ile de, kadınlara önce Belediye Seçimlerine katılma hakkı, daha sonra da köylerde muhtar olma, ihtiyar meclislerine seçilme hakkı tanındı. 5 Aralık 1934'te ise, Anayasa ve Seçim Kanunu'nda yapılan değişiklikle, kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakları tanındı. M. Kemal Atatürk 1935'te bu konuda da şöyle diyordu: "Bu karar Türk kadınına sosyal ve siyasal hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak gerekecektir... Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu yetki ve liyakatle kullanacaktır."

 

Kadına tanınan bu hak ve yetkiler İstanbul Sözleşmesi'nden sonra tırpanlanmaya başladı. Türkiye Barolar Birliği Kadın Hukuku Komisyonu, 15 Şubat 2019 tarihli raporunda bu konuda şöyle diyordu:

 

 

RAPORUN VURGULARI


"1. Nüfus Hizmetleri Kanunu'nda 17 Ekim 2017 tarihinde yapılan değişiklikle, Medeni Kanun'daki 'Resmi Nikâh' yetkisi, 'Müftülere resmi nikâh yetkisi' verilmesiyle değiştirilmiştir.

 

2. Medeni Kanun'un 175. ve 176. maddelerinde düzenlenen 'yoksulluk nafakası' hükmünün, 'erkeğin hayatının ipotek altına alınmaktan kurtarılması' gerekçesiyle kaldırılması gündeme gelmiştir. Yasada, 'her iki eş de nafaka talep edebilir" hükmü yer alıyordu. Oysa uygulamada nafaka alan taraf genellikle kadındır.

 

3. Kadın sorunlarına çözüm üretecek 'Kadın Bakanlığı' kaldırılmıştır.

 

4. Arabulucuk Kanunu'nda arabuluculuğun ihtiyari olduğu belirtilmesine rağmen, İstanbul Sözleşmesi'nden sonra Adalet Bakanlığı'nca, 'Aile Hukuku'nda zorunlu arabulucuk' düzenlemesi getirilmiştir. Bunun kadınlar açısından mağduriyetlere yol açacağı kesindir."