CHP, İyi Parti ve HDP’nin kılavuzu

Genel Başkan Yardımcımız Serdar Üsküplü, RAND Corporation'un yayımladığı raporun tamamını inceledi ve ABD'nin Türkiye'ye fitne raporunu yazdı

RAND CORPORATION RAPORU

CHP, İYİ PARTİ VE HDP’nin KILAVUZU

 

 

RAND Corporation’ın “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” başlıklı raporunun yayınlanmasının üzerinden tam altı ay geçti. Kimi köşe yazarları raporu küçümseyerek önemini gizlemeye çalıştı, kimileri içinden alınmış birkaç cümleyle raporun yaratmak istediği fitneye bilerek veya bilmeyerek destek veren yorumlar yaptı. Ancak bugüne kadar raporla ilgili kapsamlı bir değerlendirme yapılmadı.

 

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek 16 Şubat’ta katıldığı televizyon programında raporun “Gölge CIA’nın Türkiye’ye Fitne raporu olduğunu” açıkladı. Vatan Partisi, 24 Şubat 2020’de “Uyarıyoruz Tuzak Var” başlıklı Merkez Yürütme Kurulu kararıyla RAND Corporation raporunda “İç cepheyi bölmek amacıyla tezgâhlanan fitne ve fesadı bütün çıplaklığıyla” ortaya koydu.

 

Vatan Partisi MYK kararında, “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Türk Ordusu arasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Kemalistler arasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Millî Savunma Bakanı arasında kışkırtma girişimi belgelenmiştir.” denilmekteydi.

 

RAND Corporation raporunun kapsamlı değerlendirilmesi, ABD’nin Türkiye ve komşularımız için önümüzdeki dönem ne planladığını anlamak ve buna karşı siyaset üretmek açısından büyük önem taşımaktadır.

 

RAND raporları sadece tahlil ve ABD’ye siyaset belirleme kaynağı değildir; devletlerin politikalarını etkileme gücüne sahip merkezlere Amerika’nın tercihlerini gösterir; Amerika’ya direnenleri tehdit eder; ABD çıkarlarını koruyacaklara da büyük vaatlerde bulunur.

 

 

RAND’IN ÖNGÖRÜLERİ

 

RAND 1996’da yayımladığı raporla, Türkiye’nin altı yıl sonraki başbakan ve dışişleri bakanının isimlerini açıklamıştı. Aydınlık bunu 20 Ekim 1996’da kapaktan duyurmuştu. Doğu Perinçek, 16 Şubat 1997’de Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği röportajda, “ABD Tayyip Erdoğan’ı Başbakan, Abdullah Gül’ü de Dışişleri Bakanı yapacak. CIA’nın yan kuruluşlarından RAND Corporation’ın yayın organında da bu yazıldı" demişti.

 

RAND’ın 1997’de yayımladığı “Türkiye’de Etnik ve Dini Gerilimler” isimli raporda “Eğer Refah Partisi liderliğinde bir gençleşme gerçekleştirilebilirse, partideki radikalleşme eğilimi, ideoloji ve pragmatizm arasında dengeye dönüştürülebilir.” “Refah Partisi’nin kapatılması bu değişimi zorunlu hale getirir.” değerlendirmelerini yapar. 1998’de Refah Partisi kapatılır.

RAND, Şubat 2010’da yayımlanan “Sorunlu Ortaklık – Küresel Jeopolitik Değişim Çağında ABD-Türkiye İlişkileri” isimli raporda “Yirmi yıldır CHP Genel Başkanlığı yapan Deniz Baykal’ın değişmesi gerektiğini” belirtmişti. Baykal üç ay sonra, Mayıs 2010’da “kaset operasyonuyla” istifa ettirildi. 2010 raporunu yazan Stephan Larrabee, 2020 RAND raporunun da yazarlarından biridir.

 

 

RAPOR ÖNÜMÜZDEKİ ON YILI PLANLIYOR

 

RAND raporunda önümüzdeki on yılı planlamak için yazıldığı belirtiliyor: “Bu raporda, RAND araştırmacıları, önümüzdeki on yıl içinde ABD-Türkiye ortaklığının karşılaşacağı temel sorunları değerlendirerek ve türbülanslı olması muhtemel bu dönemde ortaklığı ayakta tutmak için olası adımlar önermektedir.”

 

RAND’ın “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası” başlığını taşıyan son raporu da bir siyaset aracıdır. ABD adına düşman ve dost kuvvetleri belirlemektedir. Düşman kuvvetler (ABD karşıtı cephe) arasına nifak sokmayı, ABD yanlısı kuvvetleri (Atlantik Cephesi) birleştirmeyi ve cesaretlendirmeyi hedeflemektedir. Erdoğan’a karşı “en zorlu adayın Ekrem İmamoğlu” olduğunu söylemekte, üç büyük muhalefet partisi bir araya gelirse “otoriter Erdoğan yönetimini” devirebilir ve Batı yanlısı demokrasi tekrar kurulur demektedir.

 

 

RAND CORPORATION’IN KİMLİĞİ

 

Raporun öneminin tam olarak kavranması için RAND Corporation’un ne olduğunu ve bugüne kadar neler yaptığını incelemek gerekir.

 

 

PENTAGONUN BEYNİ RAND CORPORATION

 

Bütün dünyada “gölge CIA” olarak bilinen RAND Corporation’un internet sitesinde yayınladığı verilere göre 357 milyon dolarlık resmi bütçesinin % 84’ü Pentagon, Amerikan Ordusu, Hava Kuvvetleri, Savunma Bakanlığı ve İç Güvenlik Bakanlığı tarafından karşılanmaktadır.

1950 çalışanı, 50 ülkeden gelen 80 farklı dili konuşan uzmanı ve Amerika, İngiltere, Brüksel ve Avusturalya’da bulunan toplam dokuz merkeziyle RAND Corporation dev bir istihbarat, güvenlik politikaları ve siyaset geliştirme ve operasyon kurumudur. Amerikan Devleti’ne yön veren kurumlardan biri olarak kabul edilir.

 

Görevini “Araştırma ve analiz yoluyla politika ve karar vermenin iyileştirilmesine yardımcı olmak” diye tanımlayan RAND, bugüne kadar sayısız araştırma yürütmüş ve elde ettiği sonuçları askeri ve sivil alana aktararak ABD hegemonyasının devamına yardımcı olmuştur.

 

2. Dünya savaşından hemen sonra 1945 yılında “Project RAND” adıyla Douglas Havacılık Şirketi tarafından kurulan Rand Corporation, ABD Hava Kuvvetleri’ne askeri planlama, araştırma ve geliştirme çalışmaları yapmaya başlar. Kısa süre sonra Hava Kuvvetlerine bağlı, görünürde bağımsız bir yapı haline gelir. Rockefeller, Carnegie, Ford ve daha birçok vakıf ile sıkı bir işbirliği yürütür.

 

RAND Corporation Soğuk Savaş dönemi boyunca Amerikan hegemonyasının dünya ölçeğinde yayılması için önemli görevler üstlenmiştir. Sovyetler Birliği’yle rekabet için teknoloji ve bilişim alanında önemli çalışmalar yürütür. İnternetin temelini atan çalışmalar yapar. İlk bilgisayarlardan birini inşa eder.

 

Dünyanın ilk uydu projesini yaparak casusluk faaliyetlerinde bulunur. Corona isimli bu uydu on yıl boyunca Sovyetler Birliği’nin ayrıntılı casus fotoğraflarını çeker. 1951’de “Polit Büro’nun Çalışma Tarzı” başlıklı raporu yayımlar, 1964’te Sovyetler’i kuşatmak için NATO’nun güç planlaması raporunu hazırlar. Pravda, RAND’ı “Bilim, ölüm ve imha akademisi” olarak adlandırır.

 

1969’da Vietnam’da Amerika’ya karşı savaşan iki binden fazla vatansever esiri sorgulayarak “motivasyon ve moralleri” üzerine rapor yayımlar. 1982’de Sovyetler’i kuşatmak için balistik füze üssü alternatifleri üzerine rapor yazar. Sovyetler’in çöküşüyle birlikte NATO’nun genişlemesi üzerine raporlar hazırlar.

 

Tek kutuplu dünya oluşturma çabasındaki Amerikan emperyalizminin hizmetinde Balkanlar, Kafkaslar, Batı Asya ve Uzak Asya üzerine çalışmalar yapar. Amerika’nın bölgesel çıkarları için kritik öneme sahip olduğunu düşündüğü Türkiye’ye özel önem verir. Türkiye hakkında çalışmalarıyla tanıdığımız Graham Fuller, Ian Lesser, Paul Henze, Stephen Larrabee, Morton Abramowitz, Henri Barkey, Zalmay Khalilzad, Alan Makovsky, Philip H. Gordon gibi istihbaratçı ve uzmanlara uzun yıllar boyunca onlarca rapor, kitap ve makale yazdırır.

 

Bununla kalmaz, hedef aldığı ülkelerden “uzmanlar” devşirir. RAND’ın tezgahından geçenlerin önü medyada, akademi dünyasında, siyasal alanda açılır.

 

RAND raporları tahlil ve tahminden ibaret değildir. Devletleri Amerikan çıkarları doğrultusunda yöneten, yönlendiren, liderler belirleyen kapsamlı projelerdir. RAND Corporation hafife alınacak bir kuruluş değil, Amerikan Devleti’ni yönlendiren aktörlerden biridir.

 

Üstelik, ABD’nin Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA), Ulusal Güvenlik Ajansı (NSA), Uyuşturucuyla Mücadele Ajansı (DEA), Askeri İstihbarat Ajansı (DIA) resmi kurumlar oldukları için Amerikan yasasının sınırlamalarına uymak zorundadır. Rand Corporation gibi, “düşünce üretim kurumları”, bu ajansların işlerini yasal sınırlama olmadan yerine getirme lüksüne sahiptir.

TÜRKİYE'NİN MİLLİYETÇİ ROTASI

 

RAND’ın Ocak 2020’de yayımladığı rapor “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” adını taşıyor. Raporun alt başlığı ise, “Türkiye-ABD Stratejik İlişkileri ile Amerikan Ordusu İçin Çıkarımlar”.

 

Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon’un sipariş ettiği çalışmanın amacı şöyle özetlenmiş: “Türkiye'nin iç, dış ve savunma politikalarındaki eğilimlerin Amerikan savunma stratejisi ve güç planlaması üzerindeki etkileriyle olası sonuçlarını analiz ve değerlendirme.”

 

Giriş kısmında, “Rapordaki düşünceler, Amerikan devletinin değil bu çalışmaya katkı sunan kişilerin şahsi görüşleridir” denilmesine rağmen Türkiye'ye yukarıdan bakan, emperyalist bir yaklaşımla kaleme alınan rapor, RAND'ın Arroyo Strateji, Doktrin ve Araştırma Programı Merkezi’nde hazırlanıyor. Arroyo, Pentagon’un denetiminde olan ve Dışişleri Bakanlığı tarafından resmi fonlarla beslenen bir araştırma kurumu.

 

276 sayfalık raporda Türk-Amerikan ilişkilerinin gelecekteki seyri tartışılıyor. Rapor, Erdoğan yönetiminde Türkiye’nin Batı’dan uzaklaştığını ve bu durumun önümüzdeki beş on yıl boyunca süreceği belirtiyor. FETÖ operasyonları sonucunda ordunun Amerika’yla işbirliğinin azalmasından yakınıyor. Sorunlu bir müttefik olarak kabul edilen Türkiye’nin nasıl hizaya getirileceğini tartışıyor. Hizaya sokulamayan Erdoğan’ın devrilmesi için muhalefetin birleştirilmesi gerektiğini söyleniyor.

 

RAND raporu hazırlarken bütünsel bir yaklaşımla kapsamlı bir çalışma yapıyor: “Araştırmacılar, Türkiye'nin iç dinamiklerini ve küresel çıkarlarını değiştiren siyasi, sosyal ve ekonomik eğilimlere odaklanıyor; Türkiye'nin kilit komşuları ve ortaklarıyla değişen ilişkilerini araştırıyor ve Türkiye'nin çıkarlarının ve komşularının ve ortaklarının çıkarlarının nasıl yakınsadığını, birbirinden ayrıldığını veya çatışma içinde olduğunu karşılaştırıyorlar.”

 

 

“TÜRK AMERİKAN ÇIKARLARI ARTIK ÖRTÜŞMÜYOR”

 

Rapor, Türkiye-ABD ilişkilerini tahlil ederek başlıyor, “ortaklığın” Sovyetler Birliği’ni kuşatmak için kuruluğunu belirtiyor:

 

“ABD, altmış yılı aşkın bir süredir Avrasya ve Ortadoğu’daki stratejisinin kilit bir unsuru olarak Türkiye Cumhuriyeti ile stratejik ortaklık kurdu. Bu ortaklık, Soğuk Savaş'ın başlangıcında Sovyet yayılmacılığını kontrol etmek için kuruldu ve Türkiye, ABD’nin güvenliği için önemli üç bölgenin kesişme noktasında güçlü bir NATO müttefiki olmaya devam ediyor.”

 

Rapor, “Uzun Süreli İlişkideki Gerginlikler” başlığı altında Türkiye-ABD ilişkilerinin neden gerildiğini anlatıyor: “ABD ve Türkiye arasındaki işbirliği son yıllarda çeşitli güçlüklerle karşılaşmaktadır, çünkü iki ülkenin çıkarları artık eskiden olduğu gibi örtüşmemektedir.” tespitini yapıyor.

“TAYYİP ERDOĞAN YÖNETİMİNDE OTORİTER SAPMA”

 

Karşılıklı çıkarların uyuşmadığı alanlar teker teker sayılıyor. “Suriye ve Kürt meselesiyle ilgili farklılıklar, Türkiye'nin komşularıyla ilişkilerindeki gerginlikler, yükselen terörizm tehdidi ve ABD’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki otoriter sapma konusundaki endişeleri, işbirliğini sınırlamakta ve güveni azaltmaktadır.” ifadesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan yönetimi “otoriter sapma” olarak nitelendiriliyor.

 

İki ülke arasındaki karşılıklı sorunlar; “Sürgündeki Sufi İslam hareketi lideri Fethullah Gülen’in Amerika’da ikamet etmeye devam etmesi, Ankara’nın S400 siparişi, Türkiye’nin Amerika ve Avrupa vatandaşlarını sözde terör suçlarıyla tutuklaması ve Rıza Zarrab davası” olarak sıralanıyor.

 

Türk Milletinin Amerikan karşıtlığının artmasında, Erdoğan’ın ve diğer Türk liderlerin söylemlerinin etkili olduğu ifade ediliyor: “Türkiye’de Amerikan karşıtlığı derinleşmiştir, Amerikalıların Türkiye’nin güvenliğine ve istikrarına olan bağlılıkları sorgulanmaktadır. Erdoğan ve diğer Türk liderlerin kışkırtıcı ifadeleri bu durumu kuvvetlendirmektedir.”

 

Ekim 2017’de yapılan bir araştırmaya atıfta bulunularak, “Türklerin yüzde 68'inin Türkiye’nin Avrupa ve ABD ile ittifakının bozulduğuna inandığını; yüzde 71'den fazlasının ise Türkiye'nin Rusya ile siyaset, ekonomi ve güvenlik konularında ittifak yapmasından yana olduğunu” belirtiyor.

 

 

“FETÖ VE PKK’YA KARŞI MÜCADELE

ÖZGÜRLÜKLERİ KISITLADI”

 

Raporda, Erdoğan ve AK Parti’nin giderek otoriterleştiği, demokrasi ve insan haklarının ortadan kalktığı anlatılıyor. Erdoğan’ın parti ve hükümet içindeki gücü arttıkça, AK Parti’nin kuruluş felsefesinden ve programlarından uzaklaştığı söyleniyor.

 

2002 yılında AK Parti’nin Fethullah Gülen’in de dahil olduğu bir ittifak olduğu ancak daha sonra Erdoğan’ın parti ve hükümet içerisindeki etkisini arttırmasıyla birlikte ilişkilerin gerildiği, 2007-2011 arasında gerilen ilişkilerin 2012’den sonra iktidar savaşına dönüştüğü anlatılıyor.

 

Raporda Gülen “batıyla uyumlu, Sufi bir imam” olarak nitelenirken Erdoğan gittikçe otoriterleşen baskıcı bir lider olarak tanımlanıyor.

 

Gülen’e karşı tedbirlerin artmasıyla birlikte “Demokratik haklar ve insan hakları istikrarlı bir düşüşe geçti, bu eğilim Temmuz 2016’dan beri devam eden olağanüstü hâl ile de dramatik biçimde hızlandı” iddiası ileri sürülüyor. Devletin otoriterleşmesinin devam edeceği ifade ediliyor.

 

Rapor “AKP hükümeti 2014’ten sonra iktidarını pekiştirmek için harekete geçtikçe, basın özgürlüğünü de kısıtladı.” ifadesiyle FETÖ’ye ve PKK’ya karşı verilen mücadelenin toplumu kutuplaştırdığını iddia ediyor. AK Parti iktidarının ilk yıllarındaki Batı yanlısı tavrı sürdürmemesinden şikâyetçi.

RAPORU HAZIRLAYANLAR

 

Rapora göre ABD, Erdoğan'ı devirmekten başka bir çare görmüyor. RAND’a göre PKK’ya karşı mücadeleyi kararlılıkla sürdüren, FETÖ tasfiyelerine devam eden, Avrasyacılarla ittifak yapan, milliyetçiliği benimseyen, Rusya ve Çin’le yakınlaşmaya çalışan Erdoğan devrilmeli, yerine Batı merkezli politikalara dönecek bir iktidar kurulmalıdır.

 

RAND Corporation’ın “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” başlıklı raporunu değerlendirmeye devam ediyoruz.

 

ABD’nin Erdoğan’ı hizaya sokma umudunun kalmadığını rapordan da anlıyoruz. “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan, … ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma politikaları izleyecek gibi görünüyor.”

 

“Yerel tavsiyeler” bölümünde “2008-2015 yılları arasında sürdürülen PKK ile barış görüşmelerini canlandırması konusunda çok az ihtimal vardır” ifadesiyle Kürt açılımının Erdoğan yönetiminde yeniden başlamasının mümkün olmayacağının altı çiziliyor.

 

Raporda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı’dan koptuğunu gösteren önemli vurgular yer alıyor:

 

“Erdoğan ülkesinin İslam dünyasındaki itibarını artırmaya ve Rusya ve Çin ile yeni ilişkiler kurmaya odaklanmış bulunuyor.” 

 

“Avrupa ve ABD ile ilişkiler tarihin en düşük seviyesindedir. Erdoğan’ın müttefiklere yönelik kavgacı diplomasisi, Batı’nın İslam’a karşı artan bir düşmanlığa sahip olduğu, ABD ve Avrupa'nın aktif olarak Türkiye'nin güvenliğini zayıflatmaya çalıştığı yönündeki değerlendirmesini yansıtıyor.”

 

“Erdoğan, ulusal çıkarları ve egemenliği ‘ABD’nin tepkici ve dışlayıcı eylemlerinden’ korumaya odaklanan bir dış politika ve savunma duruşuyla, yol gösterici ideoloji olarak muhafazakâr milliyetçiliği daha açık bir şekilde benimsiyor.”

 

 

RAND RAPORUNDAKİ FİTNELER


Rapor, iç cepheyi bölmek amacıyla tezgâhlanan fitne ve fesadı bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.

 

 

1- CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE ORDU ARASINA FESAT


Sun Tzu “Savaş Üzerine” kitabında hükümet ile ordu ilişkisini, “Hükümdar ile komutan birbirine yakınsa o ülke güçlü olur, ilişkileri zayıfsa ülke mutlaka zayıf düşer” diye özetler. ABD bugün, Hükümet ile Ordu arasında güvensizlik yaratarak Türkiye’nin direncini kırmaya çalışmaktadır.

 

 

15 TEMMUZ: ‘İYİ PLANLANDI ACELE UYGULANDI’


15 Temmuz darbe girişiminin FETÖ tarafından yapıldığını kabul etmeyen, bunun bir iddia olduğunu söyleyen RAND raporu, “15 Temmuz 2016'da TSK içindeki muhalif bir klik, İstanbul ve Ankara'da senkronize hava ve kara saldırıları da dahil olmak üzere nispeten iyi planlanmış, ancak aceleyle uygulanmış bir darbe girişimi ve Erdoğan'ı yakalamak veya suikast düzenlemek için bir komando saldırısı başlattı” diyerek darbe girişimini ordu içinde bir “kliğin” gerçekleştirdiğini iddia ediyor.

 

Darbenin bu kadar gelişigüzel bir şekilde hayata geçirilme nedeninin “Yaklaşmakta olan YAŞ öncesi Gülenci olduklarından şüphe edilenlere karşı yapılacak bir operasyon” olduğunu söylüyor.  

 

Darbe girişimin bastırılmasını “Üst düzey askeri liderlerin hükümete sadık kalma kararına ve AKP'nin toplumsal tabanının hızla harekete geçirilmesine” bağlıyor. Burada rapor kendisiyle çelişmekte, diğer bölümlerde ABD’ye yakın hareket ettiğini iddia ettiği Hulusi Akar’ın ve TSK komuta kademesinin darbenin bastırılmasında kilit rol oynadıklarını itiraf etmektedir.

 

 

ABD, FETÖ DARBESİNİN BASTIRILMASINDAN RAHATSIZ


ABD’nin FETÖ’nün tasfiyesiyle ne kadar büyük yara aldığı raporda açıklanmaktadır.

 

“2016 yılında birçoğu ABD’de ileri düzeyde eğitim almış ve askeri dönüşüm çalışmalarına dahil olan 200 subayın tasfiye edilmesi modernizasyon çalışmalarını yavaşlatmıştır.”

 

“Darbe girişiminden bu yana, TSK subayları ABD'li meslektaşları ile olan ilişkilerinde daha ihtiyatlı davranıyorlar ve kararlarda daha az esnekler. Onlara bazen Dışişleri Bakanlığı veya MİT yetkilileri de eşlik ediyor.”

 

Bu ifadeler, ABD’nin ordumuzun FETÖ artıklarından temizlenmesinden duyduğu rahatsızlığı gözler önüne seriyor.

 

Raporun sonuç kısmında, ABD’nin TSK üzerinde azalan etkisini artırmak için, “Amerikan Ordusu ve diğer kurumlar, yeni Milli Savunma Üniversitesi’nin müfredat geliştirmesinde Türkiye’ye yardım edebilir ve TSK’yı subaylarını ABD’deki okullara göndermeye devam etmesi için teşvik edebilirler” önerisi yapılıyor.

RAND, asker-askere ilişkilerin geliştirilmesini Amerikan çıkarları için kritik önemde görüyor. “Türk Savunma Bakanının artan önemi dikkate alınarak ABD-Türkiye Üst Düzey Savunma Grubu yeniden canlandırılmalı, Türk ve Amerikan Genelkurmay Başkanlıkları ve orduları arasındaki diyalogların derinleştirilmesi için daha fazla çaba harcanmalıdır” önerisi yapılıyor.

 

 

PSİKOLOJİK HAREKÂT TEMASI: ‘ORDU ZAYIFLADI’


RAND, 2016 yılından bu yana Cumhurbaşkanı’nın TSK üzerindeki etkisinin arttığını bunun da “komuta zincirini karıştırmış, hizmet içi rekabeti artırmış ve subay heyetinin siyasallaşmasına yol açmış” olduğunu, “TSK'nın taktik ve stratejik kapasitesini azalttığını” söyleyerek FETÖ’nün tasfiyesiyle ordunun zayıfladığını iddia ediyor.

 

Raporda yer alan “Askeri liderlikteki olağandışı siyasal faaliyetler ve profesyonellikteki genel düşüş TSK’nın alt kademelerini yabancılaştırmıştır”, “Tasfiyeler ve askeri reformlar TSK'nın stratejik ve taktik kapasitesini, hazır bulunurluğunu ve moralini olumsuz etkiledi” gibi ifadelerle Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı psikolojik savaş yalanları tekrarlanıyor. Suriye’nin kuzeyinde Amerika’nın kara gücünü dize getiren ordumuz zayıf gösterilmeye çalışılıyor.

 

Aynı iddiaların “Atatürkçü” maskeli, emekli birtakım askerlerden de gelmesi Atlantikçi muhalefetin içinde bulunduğu durumu göstermesi açısından ibret vericidir.

 

 

DARBE FİTNESİ


Cumhurbaşkanı ile Ordumuz arasına darbe yalanıyla nifak sokuluyor.

 

2016 yılındaki FETÖ’cü darbe girişiminden sonra TSK içindeki tasfiyelerin detayları, hangi kuvvette kaç kişinin görevden alındığı bilgisi verilerek rakamlarla anlatılıyor. “Darbe sonrasındaki tasfiyeler TSK’daki rütbelerin büyük ölçüde küçülmesine neden oldu” iddiası ortaya atılıyor.

 

“Orta düzeydeki subayların komuta kademesinden son derece hayal kırıklığına uğradığı ve darbe sonrası devam eden tasfiyelerde hedef alınmaktan endişe duydukları bildiriliyor. Bu hoşnutsuzluk bir noktada başka bir darbe girişimine bile yol açabilir ve Erdoğan tehdidi ciddiye alıyor gibi görünüyor” iddiası, Orduya karşı fitne planının özünü oluşturuyor.

 

Amerika’nın Psikolojik Savaş terminolojisinde yanlış bilgilendirmeyi kuvvetlendirmek için iki unsur birlikte kullanılır: “Temel Yanıltma Noktası” söylenmek istenen esas yalandır, “Aldatma Elemanları” da bu yalanı desteklemek üzere kafa karıştırmaya yarayan yardımcı yalanlardır.

 

Rapordaki “Temel Yanıltma Noktası”, “Ordu darbe yapabilir” yalanıdır. Ordumuza olan güven zedelenmeye, milli kuvvetlere karşı şüphe yaratılmaya, en büyük kuvvetimiz zayıflatılmaya çalışılmaktadır.

 

“Aldatma Elemanları” ise esas yalanı destekleyen pek çok unsurdan oluşur; Erdoğan ordunun laik yapısını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır, halkın orduya güveni kalmamıştır, komutanlar tutuklanma korkusuyla yaşamaktadırlar vb. 27 Mayıs ve 28 Şubat tartışmalarının alevlendirilmesinin nedeni de budur. Herkesi ikna etmek için farklı bir yalan anlatılır. Amaç, Ordu karşıtı cepheyi büyütmektir.

 

Rapor, FETÖ tasfiyelerinden sonra boşalan görevler için hükümetin 43 bin yeni askeri personel alımı yapacağını, amacının da “Ordunun laikliğin koruyucusu rolünü kırmak” olduğunu iddia ediyor. 2016 yılından sonra kurulan Milli Güvenlik Üniversitesi’nin de aynı amaçla bütün askeri eğitimi belirlediğini söylüyor.

 

“Daha önce düzenin ve laik devletin koruyucusu olarak görülen orduya halkın güveni aşınmıştır” gibi dayanaksız iddialarla, Milletimizin Ordumuza olan güveni azaltılmaya çalışılıyor.

 

 

ERDOĞAN-PERİNÇEK HESAPLAŞMASI FİTNESİ


Aslında iddia yeni değil; yakından tanıdığımız Türkiye düşmanı eski Pentagon yetkilisi Michael Rubin’in Kasım 2016’de yayımladığı “Türk ordusunun kontrolü için hesaplaşma” başlıklı makalesinde benzer bir iddia ortaya atılmıştı. Provokasyon amaçlı yazıda Rubin “En büyük savaş Erdoğan ve Doğu Perinçek arasında olacak” derken “Perinçek grubunun darbe yapabileceği” yalanını ortaya atıyordu. RAND raporunda Rubin’in makalesine atıfta bulunulması tesadüf değildir.

 

Bu yalanın tekrar gündeme getirilmesindeki amaç Türkiye’nin Suriye, Doğu Akdeniz, Libya, Kıbrıs ve Karadeniz üzerinden tehdit edilirken güveneceği yegâne kuvvet olan Ordumuza karşı nifak tohumları ekmek, Orduyla Hükümet arasında güvensizlik yaratmaktır.

 

 

2- CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE HULUSİ AKAR ARASINA NİFAK


RAND raporu bir taraftan ordumuzdaki FETÖ’cülerin tasfiye edilmesinden duyduğu rahatsızlığı dile getirirken, diğer taraftan da darbe girişimi sırasında tutuklanarak ölümle tehdit edilen, buna rağmen darbe bildirisini imzalamayarak darbenin başarısızlığa uğramasına katkıda bulunan Hulusi Akar’a karşı itibarsızlaştırma operasyonu yürütmektedir.

 

Raporda “Hulusi Akar ABD ve diğer yabancı meslektaşları için kilit bir muhatap olarak kalmıştır. Kendisi bir süre daha Türkiye’nin savunma konularında etkili olmaya devam edecektir” ifadeleriyle Akar üzerinde şüphe yaratılmaya çalışılmaktadır.

Genelkurmay Başkanlığı sırasında görevi gereği İsrail Genelkurmay Başkan Yardımcısıyla yaptığı görüşme hatırlatılmakta, ABD ve NATO’dan muhataplarıyla sık sık görüştüğü söylenerek fitne sürdürülmektedir.

 

Rapordaki yalanlara destek gecikmez; E. Albay Mustafa Önsel, 29 Ocak 2020’de Veryansın TV’de yayımlanan yazısında Amerika’nın iftiralarıyla, Hulusi Akar’ı hedef alır. Akar’ın başına taç geçirilmiş fotoğrafının yer aldığı yazıda, Akar’ın Amerika’nın gönlündeki iktidar tercihi olabileceğini yazar.

 

2017 sonrası terfileri tam da raporda anlatıldığı gibi tarif eden M. Önsel, Akar’ın Ege adalarıyla ilgili açıklamasını bile “bir nevi Piar” olarak değerlendirir, “Bütün bunların sonucudur Anahtar muhataplık” ifadesiyle, ABD fitnesinin merkezine düşmektedir.

 

M. Önsel işi, Cumhurbaşkanı’na suikast timini yöneten FETÖ’cü Tuğgeneral Şahin Sönmeztaş’ın ifadesine dayanarak, Akar’ın darbenin arkasındaki isimlerden olabileceğini ima etmeye kadar vardırır. Mustafa Önsel, kendisini de dört yıl cezaevine atan kumpasların arkasında Amerika’nın olduğunu unutmuş mudur? Yoksa Erdoğan düşmanlığı gözleri bu denli kör etmiş, dost ile düşman karıştırılmaya mı başlanmıştır?

 

Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar 9 Şubat’ta Hürriyet gazetesinde yayımlanan röportajında “Raporda kullanılan, özellikle bakanlık, şahsım, Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli Savunma Üniversitesi hakkındaki ifadelerin, aramıza nifak tohumları ekmek isteyen çevrelere malzeme olabilecek kurnazlıkla kurgulanmış olmasını ve bunun da çarpıtılarak farklı anlamlar yüklenmesini, gerçekleri yansıtmayan zorlama imalarda bulunulmasını esefle karşılıyorum” diyerek RAND raporundaki fitneye dikkat çekmiştir.

 

 

RAPORU HAZIRLAYANLAR

Stephen J. Flanagan, iki kez ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde görev almış, on yıl boyunca, üç farklı Amerikan Başkanına güvenlik danışmanlığı yapmış, yaklaşık kırk yıllık NATO deneyimi olan üst düzey istihbarat ve güvenlik yetkilisidir.

 

İnternet sitesinde yer alan özgeçmişine göre RAND’ın kıdemli siyaset bilimcisidir. 1989-1999 arasında Amerikan Başkanlarının özel asistanlığını yapmış, aynı zamanda Ulusal Güvenlik Konseyi’nin (NSC) Orta ve Doğu Avrupa direktörlüğü görevinde bulunmuştur. Dışişleri Bakanlığında istihbarat yetkilisi olarak çalışmıştır. 2013-2015 yılları arasında (NSC) üst düzey güvenlik politikaları ve strateji uzmanı olarak görev yapmıştır.

 

S. Flanagan son yıllarda özellikle Türkiye, Rusya, NATO ve Karadeniz güvenlik stratejileri üzerine çalışmalar yürütmektedir. Yayınlanmış altı kitabı bulunmaktadır.

 

Stephen Larrabee, RAND’ın Avrupa Güvenlik Bölümü Başkanıdır. ABD Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Sovyetler-Doğu Avrupa ilişkilerinde uzman olarak görev yapmıştır. Rusya, Balkanlar, Ukrayna ve Türkiye üzerine çalışmalarıyla dikkat çekmektedir. Türkiye’yle ilgili pek çok rapora imza atmıştır: “Sorunlu Ortaklık: Küresel Jeopolitik Değişim Çağında ABD-Türkiye İlişkileri” (2009), “Türkiye’nin Kürt Sorunu” (2011), “ABD’nin Güvenlik Ortağı Olarak Türkiye” (2008), “Türkiye’de siyasal İslam’ın yükselişi (2008)”.

 

Anika Binnendijk: Rusya ve Avrasya uzmanıdır. ABD Dışişleri Bakanlığı’nda Politika Planlama Ofisinde görev almış, Pentagon’da Savunma Bakanlığı özel asistanlığı ve politik danışmanlık yapmıştır. 2016’dan bu yana da RAND’da siyaset bilimci olarak çalışmaktadır.

 

Raporda şu isimlerin de imzası var: Ortadoğu ve İsrail uzmanı Shira Efron, İran uzmanı James Hoobler, uluslararası güvenlik ve terör uzmanı Magdalena Kirchner, Arap dünyası uzmanı Jeffrey Martini, Dış İlişkiler Konseyi üyesi Katherine Costello ve savunma uzmanı Peter A. Wilson.

 

RAND Raporu ABD’nin Milli Güvenlik Konseyi gibi en üst organlarında çalışmış, kıdemli istihbarat yöneticileri ve güvenlik uzmanları tarafından hazırlanmış kapsamlı bir strateji belgesidir.

 

Raporun önemini kamuoyu nezdinde azaltmak isteyen kesimlerin “Rapor FETÖ’cüler tarafından yazılmıştır, önem vermeye değmez” ifadeleri aslında ABD’nin büyük fitnesini saklamak amaçlıdır. Bu konuda ilk yazılardan biri Soner Yalçın’a ait.

 

Yalçın 18 Şubat’ta Sözcü’de yazdığı “Kim Bu Adamlar” başlıklı yazısında yazarları anlattıktan sonra, raporda adı bile geçmeyen Colin P. Clarke isimli RAND çalışanının 2018’de firari FETÖ’cü Ahmet S. Yayla ile ortak yazı yazmasına atıfta bulunarak “FETÖ sevenlerin RAND Raporu’nun peşine takılmasına şaşırıyor muyuz? Hayır!” diyor.

 

 

GÖNDERME YAPILAN İSİMLER


Raporun hazırlanmasında Türk uzmanların görüşlerine de atıfta bulunuluyor Amberin Zaman’a ve Soner Çağaptay’a beş, SETA dış politika direktörü Muhittin Ataman’a ve Abdullah Bozkurt’a iki kez atıfta bulunulurken, Metin Gürcan’a tam 39 atıf var.
 
15 Temmuz darbe girişimi “isyan” (uprising) diye adlandıran Gürcan’ın özellikle darbenin başarısız olma nedenleriyle ve darbe sonrası tasfiyelerle ilgili yazılarına atıfta bulunuluyor. 1998-2014 arasında TSK’da görev yapan Gürcan, asker olduğu dönemde ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü’nde Güvenlik Çalışmaları alanında Master yapmış, ardından Ocak 2015’te TSK’dan ayrılmıştır. Metin Gürcan, Ali Babacan’ın Deva Partisi’nin kurucular kurulu üyesidir.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE VATAN PARTİSİ ARASINA NİFAK

 

RAND raporundan sonra Milli Kuvvetler arasında nifak yaratma girişimleri hızlandı; kimi aktörler son dönemde Vatan Partisi’ni ve Genel Başkanı Doğu Perinçek’i hedef alan karalama kampanyalarına başladılar.

RAND Corporation’ın “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” başlıklı raporunu değerlendirmeye devam ediyoruz.

 

Raporda M. Rubin’e atıf yapılarak, “2016 yılından bu yana, Türkiye'nin güvenlik sektörü parçalanma yaşadı, tasfiye ve karışıklıklar askeri olmayan güçleri daha da güçlendirdi. Bu alandaki binlerce boş görevi acilen doldurma ihtiyacı ve AKP’nin yetersiz tabanı nedeniyle hükümet, aralarında Ergenekon ve Balyoz’dan yargılanmış subayların da olduğu laik ve ultra milliyetçi kuvvetlere ve Avrasyacı ve sosyalist Perinçek Grubuna yöneldi” iddiası ortaya atılmaktadır.

 

Oysa Vatan Partisi asla Ordu, Emniyet veya herhangi bir devlet kurumu içinde örgütlenmez. Elli yılı aşkın mücadelesi boyunca aksini gösteren tek bir örnek bile yoktur.

 

Raporda, “(bu işbirliğinin) Gülen örgütüne karşı ortak düşmanlığa, Türk milliyetçiliğine ve Batı karşıtı düşünceye dayandığından, polis ve askeri güçlerin orta ve uzun vadeli siyasi güvenilirliği hükümet için bir sorun olmaya devam ediyor ve AKP liderliğinin dindar tabanı ile arasını açabilir” tehdidi savruluyor.

 

2013’ten bu yana Dışişleri Bakanlığı’ndan tasfiye edilen Gülencilerin yerlerine “Rusya ve Orta Doğu komşularıyla daha yakın bir ilişkiyi destekleyen Avrasyacıların atandığı” belirtiliyor.

 

 

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE VATAN PARTİSİ ARASINA NİFAK


Milli Kuvvetler arasında nifak yaratma girişimleri bu rapordan sonra hızlandı; kimi aktörler son dönemde Vatan Partisi’ni ve Genel Başkanı Doğu Perinçek’i hedef alan karalama kampanyalarına başladılar.

 

Operasyonun başını Ahmet Davutoğlu çekmektedir. Davutoğlu her fırsatta Amerikan malı yalanlarla Vatan Partisi’ne saldırarak “ABD’nin Ankara’daki adamı” görevini sürdürmektedir. Bilindiği gibi ABD’nin yarı resmî organı olan Foreign Policy dergisi, Davutoğlu’nun Başbakanlıktan uzaklaştırılması üzerine “USA loses its man in Ankara” (ABD Ankara’daki adamını kaybetti) başlığını atmıştı.

 

Basın ayağında ise Akit TV’den Kenan Alpay ve kamuoyunun yakından tanıdığı bazı gazeteciler bulunmaktadır.

 

Vatan Partisi’nin 22 Eylül 2018 tarihli MKK Kararının özeti “Türk Ordusuyla, Türk Polisiyle, Tayyip Erdoğan Hükümetiyle ve Milletin diğer güçleriyle aynı gemideyiz” ifadesidir. Bu karar Vatan Savaşındaki safları en net şekilde belirtmektedir. Bozgunculuk Amerika’ya hizmet ediyor.

 

 

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE KEMALİSTLER ARASINA NİFAK

Rapordaki çok çarpıcı iki cümle ABD’nin laik – anti-laik çelişkisine bakışını özetlemektedir:

 

 “Geleneksel olarak, Türk siyasetindeki çatlaklar, birbiriyle çelişen iki ideoloji ya da Türk kimliğinin iki dünya görüşü arasındaki derin ve kalıcı gerilimleri yansıtıyordu: Kemalist laiklik ve siyasal İslam. Ancak son yıllarda bu bölünme AKP’nin Kürtlere ve diğer azınlıklara karşı milliyetçi - ulusalcı ittifakı oluşturma çabaları sonucunda gölgelenmiştir.”

 

Her fırsatta Türkiye’nin temel çelişkisinin laik-anti laik çelişkisi olduğunu yazan RAND Raporu, bu durumun “Gülen düşmanlığı, Türk milliyetçiliği ve Batı düşmanlığı nedeniyle” gölgelenmesinden yakınmaktadır.

 

Raporda, devlet içinde örgütlenen haçlı irtica lideri Fethullah Gülen “Sufi İmam” olarak nitelenirken, FETÖ’yü devlet içerisinden temizlemek için mücadele eden Erdoğan şöyle suçlanmaktadır: “Erdoğan bir taraftan dinin kamusal alandaki rolünü genişletmek, … laik düzeni destekleyen toplumun büyük kesimini ötekileştirmek için adımlar atarken, etnik Türk milliyetçiliğini yol gösterici ideoloji olarak benimsedi.”

Oysa Türkiye’de laiklik karşıtı faaliyetlerin arkasında hep ABD oldu. Laiklik en büyük darbeyi, 12 Mart ve 12 Eylül Amerikancı darbeler döneminde aldı. ABD, 1950’den bu yana irticanın önünün açılmasını teşvik etti. Gerçek bu iken şimdi laikliği savunanları ABD’nin kuvveti yapma taktiği göz bakmaktadır.

 

RAND’ın bu kışkırtmasının hem AK Parti’ye yakın çevrelerce hem de “laikçi” çevrelerce sürdürüldüğünü görüyoruz. Camilerimize yönelik provokasyonları, kilise haçının sökülmesini bu çerçevede değerlendirmek gerekir. ABD kendisine karşı oluşan milli birliği suni bir ayrışma ile dağıtmaya çalışmaktadır.

 

 

TÜRK MİLLETİ İÇİNDE TÜRK İLE KÜRT ARASINA NİFAK

Raporun bütünü Türk ile Kürdü birbirine düşürmeye çalışan, düşmanlık yayan, ayrıştıran, terör örgütü PKK’yı öven, terörü haklılaştıran ifadelerle doludur. Rapora 1919 yılında İngiliz Mandası altında kurulması önerilen, sınırları İç Anadolu’ya kadar uzanan Kürdistan haritası eklenmiştir.

 

1990’larda teröre karşı verilen mücadele “iç savaş” olarak tanımlanmaktadır. Türk Milletinin asli unsuru olan Kürt yurttaşlarımız azınlık olarak nitelenmektedir.

 

“Erdoğan, toplumsal kutuplaşmayı artırarak muhafazakâr milliyetçileri Kürtlere, Alevilere ve laik entelektüellere karşı harekete geçirdi” ifadesiyle Cumhurbaşkanı Erdoğan etnik ayrımcılıkla suçlanmaktadır.

 

“Birçok Kürt, Atatürk’ün asimilasyon anlayışına baştan beri direnmiş ve 1920'lerde ve 1930'larda zorla bastırılmış olan büyük isyanları sahnelemişti” ifadesiyle Şeyh Sait ve Seyit Rıza’ya sahip çıkanlara selam gönderilmektedir.

 

PYD’nin PKK’nın yan kolu olduğu itiraf edilmekte, ancak ABD’nin Türkiye’ye karşı PKK/PYD’nin tarafını tuttuğu açıkça söylenmektedir. “2015’te sona eren açılımın kalıcı sonuçlar sağlayamamasının nedenlerinden biri de Türk hükümetinin PKK’nın Suriye kolu olan PYD’ye ve milislerine karşı aldığı saldırgan tutumdur.”

 

 “Barış sürecinin sekteye uğraması nedeniyle PKK’nın yaşadığı hayal kırıklığı ve hükümetin Suriye politikalarının yanı sıra, Ankara’nın özellikle Türkiye’deki laik Kürtleri hedef alan cihatçı teröristlerin tehditlerini ele almaması PKK’nın 2015’te ateşkesi De Facto olarak bitirmesine neden olmuştur” ifadeleriyle 2015’ten sonra terör eylemlerine tekrar başlayan PKK savunulmaktadır.

 

“Erdoğan’ın örnek aldığı … 2. Abdülhamit 19. yy’ın sonlarında binlerce Ermeni’nin katliamını emretmiş, anayasayı yürürlükten kaldırmış ve basın özgürlüğünü bastırmıştır” ifadeleriyle “otoriter Erdoğan” söylemi desteklenmekte, Ermeni soykırımı yalanı sürdürülerek azınlıklar üzerine yapılan sözde baskıya tarihsel temel aranmaktadır.

 

Güneydoğu Anadolu’da, Suriye ve Irak’ın kuzeyinde terörle mücadelenin tekrar başlamasının, “HDP’ye zulüm edilmesi ve 2016’daki darbe girişimi sonrasındaki olağanüstü halin” milliyetçi duyguları ve kutuplaşmayı arttırdığı söylenmektedir.

 

“Erdoğan etnik Türk milliyetçiliğini yol gösterici ideoloji olarak benimsedi” iddiası ileri sürülüyor. RAND terörle mücadeleyi etnik milliyetçilik gibi göstermektedir. Böylece, siyahi George Floyd’un bir Amerikan polisi tarafından boğularak öldürmesinin ardından başlayan “eylemlerin Türkiye’ye etkisi ne olur” tartışmalarında kullanılan “Türkiye’de artan ırkçılık” söyleminin kaynağı da anlaşılmaktadır.

 

RAND, raporda Suriye’nin geleceğini tartışırken, ABD’nin “Türk müttefikler ve Kürt ortaklar” arasında diplomatik çabadan fazlasını göstermesi gerektiğini söylemektedir. ABD’nin PKK’yı Türkiye’de ve Batı Asya’da kendisine en yakın aktör olarak gördüğü ve önümüzdeki dönem de ondan vazgeçmeyeceği anlaşılmaktadır.

 

 

TÜRKİYE İLE KOMŞULARI ARASINA NİFAK

Raporda, karşılıklı çıkar ve çatışma alanlarını gösteren tablolar yardımıyla Türkiye’nin komşularıyla olan potansiyel sorunları araştırılmakta, ABD’nin fitne çıkarmak için kaşıması gereken alanlara işaret edilmektedir.

 

 

İRAN’A KARŞI İSRAİL İLE İŞBİRLİĞİ MEZHEP AYRILIKLARI FİTNESİ


Türkiye’nin komşularıyla olan ilişkileri bir sorun yumağı olarak adlandırılıyor. İran’ın Irak’ta büyüyen etkisinin yarattığı sorunlara rağmen Irak ve Suriye’de bir Kürdistan kurulması tehdidinin İran ile işbirliğinin gelişmesine neden olduğu söyleniyor.

 

Ticaret, enerji, sınır güvenliği ve bölge dışı kuvvetlerin etkisini sınırlamak konusundaki ortak çıkarlar önümüzdeki dönemde İran’la işbirliğinin pekişmesini sağlayacak unsurlar olarak değerlendiriliyor. Buna rağmen, “mezhep ayrılıklarından” dolayı İran ve Türkiye ilişkilerinin gergin kalmaya devam edeceği söyleniyor.

 

Suriye’nin istikrara kavuşturulması ve İran’ın bölgedeki etkisinin kırılması için İsrail ve Türkiye’nin işbirliğini sağlamak amacıyla ABD’nin ağırlığını kullanması gerektiği ifade ediliyor.

 

 

RUSYA, KAFKASLAR VE ORTA ASYA


Raporda Türkiye ile Rusya’nın önümüzdeki dönemde ilişkilerini geliştirecekleri tespit ediliyor: “Türkiye'nin değişen ulusal çıkarları için, NATO yerine Rusya ile çalışmaya daha istekli, ABD için öngörülemez bir müttefik olarak kalması beklenmelidir.”

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da yüzünü Avrasya’ya döndüğünü belirtiyor: “Erdoğan daha çok ülkesinin İslam dünyasındaki yapısını inşa etmeye ve Rusya ve Çin ile yeni ilişkiler kurmaya odaklanmış durumda.”

 

Türkiye ile Rusya arasındaki gerginlik alanlarını “Rusya’nın hırsı ve Karadeniz’deki askeri gücü, iki ülkenin Ortadoğu, özellikle de Suriye konusundaki amaçlarındaki farklılıklar ve Türkiye’nin NATO üyesi olarak kalması” olarak tanımlıyor.

 

Rapor “Bugün iki hükümet stratejik bir ortaklık sürdürdüklerini iddia etseler de işbirliği unsurları ve çatışma potansiyeli arasında gidip geliyorlar” ifadesiyle Türkiye ile Rusya arasında güvensizlik yaratmaya çalışıyor.

 

“Rusya yeniden Türkiye için en zorlu askeri tehdit haline gelmiştir” iddiasıyla da Türkiye ile Rusya arasına nifak sokma çabasını açıkça gösteriyor.

 

Rus General Valeriy Gerasimov’un 2016’daki Türkiye ziyareti öncesinde, Karadeniz’deki Rus Donanmasının güçlenmesinin kuvvet dengelerini Rusya’nın lehine değiştirdiğini açıklaması hatırlatılıyor. Bu sözde tehdit yüzünden “Türkiye'nin Rus askeri ve ekonomik baskısına karşı savunmasızlığı nedeniyle NATO ve Rusya arasındaki dengeleme stratejisinin devam etmesi muhtemeldir” değerlendirmesi yapılıyor.

 

Şaşırtıcı olan CHP PM üyesi Haluk Pekşen’in 15 Şubat’ta Halk TV’de RAND raporunun tartışıldığı programda Rus generalin bu açıklamasını hatırlatarak “Karadeniz artık bir Türk Gölü değildir” demesidir. Diğer konuk Sözcü Yazarı Zeynep Gürcanlı da “Akdeniz de değildir, Rusya geldi yerleşti” diyerek, Mavi Vatanımızdaki asıl tehdit olarak Amerikan varlığı değil, komşumuz Rusya’yı gösteriyorlar.

 

Atlantikçi muhalefetin Türk–Rus dostluğunu hedef alan çıkışlarını, özellikle rapor yayınlandıktan sonra artan düşmanlık körükleme amaçlı psikolojik savaş operasyonlarını fitne planı içinde değerlendirmek gerekir.

TÜRKİYE’NİN ÖNÜNDEKİ DÖRT OLASILIK

 

RAND raporunda tablolar kullanılarak Türkiye ile komşularının, ABD ve NATO üyelerinin ortak ve çelişen çıkarları sıralanıyor. ABD ile Türkiye arasındaki çıkar çatışmaları ve gelecekteki güç dengeleri üzerinden Türkiye için dört olası senaryo hazırlanıyor.

 

RAND Corporation’ın “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” başlıklı raporunu değerlendirmeye devam ediyoruz. Raporun en can alıcı bölümlerinden birisi “ABD Dış Politikası, Savunma Planlaması ve ABD Ordusu İçin Çıkarımlar” başlığını taşıyor. Tablolar kullanılarak Türkiye ile komşularının, ABD ve NATO üyelerinin ortak ve çelişen çıkarları listeleniyor. ABD ile Türkiye arasında hala pek çok ortak çıkar olduğu ancak, politika farklılıklarının karşılıklı şüpheleri derinleştirdiği tespiti yapılıyor. Bu çıkar çatışmalarına, gelecekteki jeopolitik yönelimlere ve güç dengelerine göre, Türkiye için aşağıdaki dört olası senaryo öngörülüyor.

 

1.Zor müttefik:Türkiye, NATO operasyonlarına ve siyasetlerine bağlı kalan ve ittifakın kolektif güvenlik garantilerine güvenen, zor ve bazen tereddütlü (sallantıda) bir NATO müttefiki olmaya devam eder. Avrupa ve ABD ile ilişkiler etkileşimsel kalmaya devam eder; ancak farklılıklar çok fazla gerilim veya yarılma olmadan yönetilmektedir.

 

Yeniden Dirilen Demokrasi: Bir muhalefet lideri veya koalisyon 2023’ten sonra Erdoğan’ı yenmeyi başarır; 2017 referandumunda onaylanan anayasa değişikliklerinin bazılarından geri döner ve daha Batı merkezli bir dış politika ve güvenlik politikasına geri döner. Bu, ABD ve Avrupa ile politik ve savunma işbirliğinin güçlenmesine, Türkiye'nin İsrail ve Arap ülkeleriyle ilişkilerinin geliştirilmesine ve Kürt ve Kıbrıs sorunlarında ilerlemeye yol açabilir.

 

Stratejik dengeleyici: Türkiye, kimi zaman NATO’nun müttefikleri ve Avrasya’daki yükselen ortaklarıyla (özellikle Rusya, İran ve Çin) olan bağlarını daha açık şekilde dengelemek için harekete geçer; kimi zaman Batı pozisyonlarını destekler; ancak sıklıkla değişen koalisyonlar oluşturur. Bu, Erdoğan'ın 2018 seçim manifestosunda özetlenen bir stratejidir ve birçok AKP ve MHP’li politikacının dünya görüşünü yansıtmaktadır. Bu strateji Türkiye için riskler taşıyor ve ABD'nin Rusya, İran ve Çin'e karşı caydırıcılık ve savunma çabalarını zora sokacaktır. ABD ve Avrupa hükümetleri ile sorunlar çözülmezse, en muhtemel gelecek budur.

 

Avrasya gücü: Avrupa ve ABD ile karşılıklı şüpheler ve politik farklılıklar bir kırılma noktasına vardığında, Türkiye resmi olarak NATO’dan ayrılır; Avrasya ve Ortadoğu’daki ortaklarla daha yakın işbirliği ve muhtelif ortaklıklar sürdürmek için harekete geçer. Bu durum daha uzak, daha düşmanca ilişkilere neden olur ve askeri olaylar riskini getirir.

RAND’IN UMUDU CHP, İYİ PARTİ, HDP KOALİSYONU RAND


raporundaki Atlantikçi iktidar formülü şöyledir: “Eğer bu dönemde Türkiye’de yaşayabilir bir koalisyon ortaya çıkar, Erdoğan ve AKP’yi 2023’ten sonra iktidardan söküp atabilirse, 2018 seçimlerinde NATO müttefikleri ve Avrupa Birliği ile ilişkileri canlandırmayı savunan siyasi programlar açıklayan önde gelen üç muhalefet partisinin daha uzlaşmacı bir yaklaşım göstermesi beklenebilir.”

 

Bundan sonra raporda muhalefet partileri ve adayları ele alınıyor. 2018 seçimlerinin deneyimleri değerlendirilerek Erdoğan’ı devirmek için nasıl bir ittifak kurulması gerektiği detaylı bir biçimde tartışılıyor.

 

 

KILIÇDAROĞLU, GÜL, ARINÇ VE DAVUTOĞLU’NA ÖVGÜLER


Rapor, adayları değerlendirmeye Abdullah Gül ve Bülent Arınç’a övgüyle başlıyor: “Abdullah Gül partiler üstü bir politika benimsemişti, Bülent Arınç da aynı dönemde Parlamentonun sesini yansıtıyordu. Bu ikili Erdoğan’ın parti içindeki etkisini dengeleyen ve ılımlaştıran bir rol oynadılar” önce Gül ve Arınç’ın ardından da Davutoğlu’nun tasfiye edildiğini söylüyor.

 

Seçim değerlendirmesi Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a yaptığı “Adalet Yürüyüşü”ne övgüyle başlıyor. Yürüyüş, Gezi eylemlerinden sonraki en büyük ve etkili eylem olarak nitelendiriliyor.

 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerine geniş yer ayrılmış, adaylar tanıtılıyor, seçimin neden “kaybedildiğini” tartışıyor, önümüzdeki dönem için taktik ve stratejiler öneriyor.

RAND’IN DİĞER GÖZDELERİ: İNCE, DEMİRTAŞ VE AKŞENER


Raporda Muharrem İnce’yle ilgili övgüleri yorumsuz aktarıyoruz:

“Duygusal bir tavırlarla çekici bir hatip olan (Muharrem) İnce, CHP tabanını hareketlendiren, dindar muhafazakârlara ve Kürtlere ulaşan, demokrasi için çabalayacak ve teröre ve yolsuzluğa karşı mücadele edecek kapsayıcı ve tarafsız bir başkan olacağını söyleyen, ilham verici bir kampanyacı olarak ortaya çıktı.” Rapor, İnce’nin kampanyaya geç başlamasına rağmen başarılı olduğunu, özellikle kadınlar ve gençleri etkilediğini de eklemiştir.

 

Selahattin Demirtaş’la ilgili bilindik propaganda tekrarlanıyor, “HDP lideri (Selahattin) Demirtaş, oy pusulasına girmeye hak kazandı ancak seçim yarışındaki etkisini azaltmak için hapishaneden kampanya yapmak zorunda bırakıldı.”

 

Meral Akşener hakkında ise şu değerlendirmelere yer verilmiş: “Karizmatik bir siyasetçi ve eski bir içişleri bakanı olan (Meral) Akşener, merkez sağda muhafazakarlara ve laiklere hitap eden, hukukun egemenliğine saygılı, milliyetçi bir aday olarak Erdoğan karşısında zorlu bir tehditti.” “Güçlü bir kampanya yürüttü, milletvekili seçimlerinde oyların yüzde 9,96’sını aldı, bu da ilk seçim için oldukça başarılıydı.”

 

Raporda Abdullah Gül de unutulmuyor: “Eski Cumhurbaşkanı (Abdullah) Gül de tek adam rejiminden bıkmış olanların ortak adayı olarak Cumhurbaşkanlığına aday olma olasılığını araştırdı, ancak geri çekildi.”

RAND’IN 2018 SEÇİMLERİ İKTİDAR FORMÜLÜ ‘İNCE AKŞENER DEMİRTAŞ İTTİFAKI’


Millet ittifakının seçime tek adayla mı, birden fazla adayla mı girmesi gerektiğinin tartışıldığını söylüyor, ancak “İnce, Akşener, Demirtaş ve Cumhurbaşkanlığı yarışındaki diğer birkaç adayla birlikte, Erdoğan'ın ciddi hile yapılsa bile ilk turda kazanmak için gerekli oyların yüzde 51'ini alması pek mümkün görünmüyordu” ifadesiyle hile olmasa bu yöntemin doğru olacağı değerlendiriliyor.

 

 

CIA’NIN SEÇİMLERDE HİLE İDDİASI


Seçimlerde Millet İttifakının kaybetmesi hilelere ve fırsat eşitsizliğine bağlanıyor.

 

“AKP, medyaya hâkim olmaları ve olağanüstü hâl durumunda kendilerine her avantajı sunan bir seçim süreci nedeniyle durdurulamadı.”


Avrupa Uluslararası Seçim Gözlem Merkezi’nin hazırladığı “Adayların eşit temelde rekabet edeceği şartların yoktu” sonucuna ulaşan rapora atıf yapılıyor.


Muhalefet partilerini sonucu kabul ettikleri için eleştiriyor: “Açık usulsüzlüklere rağmen, muhalefet partilerinin hiçbiri bunların sonuçlara itiraz edecek kadar önemli olduğunu düşünmüyordu.”


Fakat tüm “haksızlıklara” rağmen “Önde gelen üç muhalefet partisinin 2018 başkanlık seçimlerinde yüzde 46 oy alması ve CHP adaylarının 2019 seçimlerinde Türkiye’nin en büyük altı şehrinde belediye başkanlıklarını kazanmaları; özellikle Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’daki belirleyici zaferi, Erdoğan ve AKP’nin yenilmez olmadığını göstermiştir” denilerek sonuçların kendileri açısından umut verici olduğu belirtiliyor.

 

 

‘DİNDAR LİBERAL KÜRTÇÜ İTTİFAKI’ FORMÜLÜ


Raporda izlenmesi gereken önemli politik gelişmelerden birinin “İYİ Parti liderlerinin seçimden sonra artık ihtiyaç duyulmadığına karar verdikleri Millet İttifakı’nın gelecekteki bir seçimde tekrar birleştirilip birleştirilemeyeceği” olduğu söyleniyor.

 

“Dindar muhafazakarların, liberallerin ve Kürtlerin koalisyonunu Özal’ın Anavatan Partisi’nde yaptığı gibi bir araya getirecek başka bir siyasi lider veya partinin ortaya çıkıp çıkamayacağı” sorusunu yanıtlamaya çalışıyor.

 

“(Muharrem) İnce, 2018'de böyle bir koalisyona kapı açmaya çalıştı, ancak yeterli zamanı yoktu ve CHP hala gelecekteki liderliği ve stratejisi konusunda bölünmüş durumdadır” tespiti yapılıyor. ‘CHP İLE HDP ARASINDA KADER BİRLİĞİ’

 

CHP, pek çok yerde HDP ile birlikte değerlendiriliyor. “Parlamentonun ikinci büyük partisi olan laik, sosyal-demokrat CHP, son yıllarda, büyük ölçüde hükümet yetkilileri ve cumhurbaşkanının neredeyse sürekli medya varlığıyla siyasi söylemde marjinalleştirildi. CHP ve HDP temsilcileri yasal saldırılara uğradılar.” “Ana muhalefet partileri marjinalleştiler.” denilerek hem Türkiye’de demokratik bir yönetim olmadığı iddia ediliyor hem de CHP ve HDP arasından bir kader birliğine işaret ediliyor.

 

CHP ve HDP arasında “daha derin işbirliğinin” hayata geçmeyişi nedeniyle CHP içindeki gelenekçiler sorumlu tutuluyor. CHP’nin Kemalist Milliyetçi mirası ise, Kürtçülerle ittifak açısından CHP’nin sırtında bir yük olarak görülüyor. “CHP ve HDP arasında ortak sosyal demokrat, liberal değerlere dayanan daha derin işbirliği zaman zaman tartışılmıştır, ancak muhtemelen gelenekçi CHP’lilerden güçlü bir direnişle ve Kürtler arasında, CHP'nin Kemalist-milliyetçi mirası konusunda, şüphe ile karşılanacaktı.”

RAND’IN CUMHURBAŞKANI ADAYI: İMAMOĞLU


Rapor CHP HDP ittifakını açığa vuruyor, “HDP'nin de aralarında bulunduğu muhalefet partilerinin desteğini alan CHP adayları, 2019 yılında Türkiye'nin en büyük on kentinden altısında belediye başkanı seçildi.”

 

RAND’a göre en şanslı aday Ekrem İmamoğlu, “Ekrem İmamoğlu'nun İstanbul Belediye Başkanı olarak kapsayıcı politikaları ve kararlı zaferi, 2023 genel seçimlerinde onu Erdoğan'ın en zorlu rakibi olarak öne çıkardı.”

 

 

AVRASYA’YA YÖNELEN TÜRKİYE’YE ASKERİ TEHDİTLER


RAND, Atlantikçi ittifak planları uygulanamaz ve Erdoğan iktidarı devrilemezse, Türkiye’nin “hizaya sokulması” ve ABD ve Türkiye arasındaki yıkıcı çöküşün önlenmesi için; ilişkilerin “Stratejik dengeleyici” veya “Zor müttefik” düzeyinde devam etmesini sağlamak amacıyla ABD’ye önerilerde bulunuyor.

 

RAND Corporation Türkiye’nin Atlantik ittifakından resmen koparak, Avrasya Gücü olmayı seçmesinin “askeri olaylar” da dahil sonuçları olacağını söylüyor. ABD Türkiye’yi açıkça askeri kuvvet kullanmakla tehdit ediyor. “Türkiye'nin iç siyaset, güvenlik ve ekonomik durumları bir süre daha istikrarsız olmaya devam edecek” diyerek tehdit ediyor.

 

 

EKONOMİK TEHDİTLER


RAND Türkiye’yi sıcak paranın ülkeyi terk etmesiyle tehdit ediyor. “Türkiye ekonomisi, yavaş büyüme nedeniyle doğrudan yabancı yatırımların azalmasına ve sıcak paraların çıkışına karşı savunmasız kalmıştır.”

 

Türkiye Avrupa Birliği adaylığından ayrılacak olursa, “Ticaret ve yatırım politikası üzerinde etkisi olacaktır ve henüz öngörülemeyen ekonomik maliyetlerle karşılaşacaktır.” “Bir takım dev AB yatırımlarından vazgeçilecektir”, “Gümrük Birliği anlaşması bir serbest ticaret anlaşmasına indirgenecektir.” Bu yöndeki gelişmelerin Türk ekonomisinde büyük zorluklara yol açacağı iddia ediliyor.

 

 

TERÖR TEHDİDİ


Raporda terörle mücadele konusunda, “PKK, YPG ve diğer terörist gruplarla mücadele etmek için alınan tedbirlerin artacağı kesindir ve Erdoğan'ın öngörülebilir gelecekte 2008-2015 yılları arasında sürdürülen PKK ile barış görüşmelerini canlandırması konusunda çok az ihtimal vardır.” değerlendirmesi yapılıyor. Türkiye, “PKK’ya yönelik sert tedbirler devam ederse, iç güvenliğin endişe verici durumda kalacağıyla” tehdit ediliyor.

 

Raporda “Ülkedeki Eski ve Yeni Terör Tehditleri” başlığı altında, büyük şehirlere yapılan saldırılar anlatılıyor, “Başlangıçta şiddet esas olarak Türkiye'nin güneydoğusundaki az gelişmiş bölgelerle sınırlıydı. Oysa Türkiye'nin daha modern, Batılılaşmış bölgelerine, özellikle de İstanbul ve Ankara’ya yayılmış ve giderek artan sıklıkta intihar bombası saldırıları içermiştir. Bu durum halkta artan güvenlik endişeleri yaratmıştır” ifadeleriyle canlı bombalar hatırlatılıyor.

 

Türkiye satır aralarında, 1990’lardaki “iç savaşa dönmekle”, canlı bombaların büyük şehirlerdeki saldırılarını arttırmasıyla tehdit ediliyor: “Türkiye'nin Güneydoğusundaki sokağa çıkma yasakları ve polis kuşatması da dahil olmak üzere askeri tırmanış, 1990'lardaki iç savaş sırasında yürütülen operasyonları hatırlatıyor.”

RAND RAPORU UYGULAMAYA KONULDU

 

Rapor, Türkiye’de siyasetçilerin git gide Avrupa’ya bağlanma fikrinden uzaklaştıklarını, Avrasyacılığın güç kazandığını, NATO’ya olan güvenin azaldığını değerlendiriyor. Önümüzdeki dönemde Atlantikçi bir iktidar getirilemezse Avrasya’ya yönelimin süreceği belirtiliyor.

RAND Corporation’ın “Türkiye'nin Milliyetçi Rotası” başlıklı raporunu değerlendirdiğimiz yazı dizisini bugün tamamlıyoruz.

 

RAND raporu açıklandıktan kısa bir süre sonra Türkiye’yi de etkisi altına alan koronavirüs salgını nedeniyle siyasi gündem adeta donduruldu. Rapor önce ilgisizlikle karşılandı, görmezden gelinmeye çalışıldı. Ardından rapora fitne için konulmuş “darbe” yalanı, “Anahtar muhatap” ifadeleri ortalığa döküldü. Milli Savunma Bakanı ve TSK rapordaki fitnelere işaret eden açıklamalar yapsalar da Ordumuza yönelik saldırılar bitmedi.

CHP VE HDP ARASINDA AÇIK İTTİFAK ÇAĞRISI


Raporun yayımlanmasından sonra HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan 22 Şubat’taki HDP Kongresinde yaptığı açıklamada CHP'ye “ittifakı gizlemeyelim” çağrısında bulundu. Buldan, "Yeni ittifakların olması gerektiğini savunan bir partiyiz. Şeffaf olmalı, açık olmalı, birlikte görüntü vermeli ve hiçbir şeyden korkmamalı. Cesarete ihtiyaç var bence. Biz kadınlar olarak tiyatro oyununda birlikte bu görüntüyü verdik, bu cesareti gösterdik. Bir dahaki seçimlerde daha açık daha şeffaf birlikteliklere ihtiyaç olacağını düşünüyorum." mesajını gönderdi.

 

CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel’in “Anayasa meşru değil” çıkışı, Canan Kaftancıoğlu’nun “Önümüzdeki süreç, bir erken seçim ya da başka bir şey getirebilir. Bir iktidar değişikliği değil hatta bir sistem değişikliğine gidişatı görüyorum” ifadeleri hizaya sokulamayan Erdoğan hükümetine karşı her yöntemin uygulanabileceğini söylüyordu.

 

İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın hazırladığı broşürlerde “Alevileri İslam dışı” farklı bir din gibi göstermeye çalışması, Chatham House ziyareti, Kadıköy Belediye’sinin “LGBTİ Çocuklar Vardır” afişi, Özgür Özel’in DHKP-C üyelerinin ölüm oruçlarını desteklemesi, Milleti ayrıştıran ve CHP’yi marjinalleştiren planın parçalarıdır. Foreign Policy Dergisi’nin Kaftancıoğlu’nu parlatılmasını bu kapsamda değerlendirmek gerekir.

 

CHP Genel Başkan adayları Aytuğ Atıcı’nın “HDP ile ittifak yapılabilir” açıklaması, Haluk Pekşen’in televizyon programlarındaki HDP savunuculuğu, CHP ile HDP’nin açık ittifakına hazır olduklarını gösteriyor.

 

HDP Eş Genel Başkanları 1 Haziran’da yaptıkları çağrıda “Hep Birlikte Demokratik Geleceğe” başlıklı dokuz maddelik bir bildiri yayımladı; “Tüm demokratik ve toplumsal muhalefet güçlerini eşitlik, özgürlük ve adalet için bir araya gelmeye” davet etti.

 

CHP’nin cevabı gecikmedi. PKK terör örgütü üyesi oldukları Yargıtay kararınca kesinleşen iki HDP’li milletvekillinin görevden alınması sırasında, CHP milletvekilleri HDP ile birlikte Meclis masalarına vurarak ve “Faşizme karşı omuz omuza” sloganları atarak PKK’lı milletvekillerine sahip çıktılar.

 

 

ATLANTİK İTTİFAKININ YENİ PARTİLERİ


AK Parti tabanını zayıflatmak için 13 Aralık 2019’da Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi, 9 Mart’ta da Abdullah Gül destekli Ali Babacan’ın Deva Partisi kuruldu.

 

HDP’ye destek, FETÖ’ye özgürlük, Vatan Partisi’ne karşı psikolojik savaş konularında diğer Atlantikçilerle aynı çizgide olan DEVA ve Gelecek partilerine CHP ve İYİ Parti’den destek gecikmedi. Kemal Kılıçdaroğlu seçime girebilmeleri için yirmişer milletvekili verebileceğini söyledi, ardından bu partilerle “yüzde 99 aynıyız” açıklamasını yaptı. Akşener ise kendilerini “Demokrasi Masasına” davet etti.

 

 

TOPLUMSAL AYRIŞMA YARATILMAYA ÇALIŞILIYOR


Bugün RAND Raporu’nda açıklanan fitne projesi adım adım uygulanmaya başlanmıştır.

 

Önce Ordumuza karşı yürütülen kara propaganda yoğunlaştı. E. Amiral Cihat Yaycı’nın görev yerinin değiştirilmesi ve ardından istifası üzerine başlayan tartışmalar, Donanmamızı, Genelkurmay Başkanımızı, Milli Savunma Bakanımızı hedef alan karalama kampanyalarına dönüştü.

 

Ardından Atlantik güdümlü kimi çevrelerce başlatılan Vatan Partisi’ni hedef alan kara propaganda kampanyasıyla, Türkiye Gemisi’ne zarar vermek üzere bir operasyona girişildi.

 

İbadethanelere yapılan provokasyonlar ve Dink Vakfı’na gönderilen tehdit mektuplarının ardından yürütülen kamuoyu yaratma çabaları ve Barış Çakan isimli gencimizin öldürülmesinden sonra HDP/PKK tarafından “Kürtçe şarkı söylediği için öldürüldü” yalanıyla başlatılan bölücü provokasyon kampanyasını tesadüf değildir. RAND Raporunda defalarca anlatılan Milletimizin arasında ayırım yaratma fitnesi uygulanmaya başlanmıştır.

 

 

ABD’NİN BÜTÜNSEL STRATEJİSİ


RAND raporunda girişin ardından 2. bölümde “Dönüm Noktasındaki Türkiye”, 3. bölümde “Türkiye’nin İran ve Irak’la ilişkileri”, 4. bölümde “Türkiye ve Arap dünyasının ilişkileri”, 5. bölümde “Türk İsrail ilişkilerinin geleceği”, 6. bölümde “Türk Rus ilişkileri”, 7. bölümde “Türkiye - Kafkaslar ve Orta Asya ilişkileri”, 8. bölümde “Avrupa, AB ve NATO ilişkileri” kapsamlı biçimde incelenmektedir.

 

RAND Corporation Türkiye ve komşularının, karşılıklı çıkar ve çatışma alanlarını ayrıntılı olarak değerlendirerek, ittifakları ve işbirliklerini bölge ve dünya çapındaki etkileriyle birlikte ele almaktadır. Son bölümde “ABD-Türkiye ortaklığı ve ABD Ordusu için Çıkarımlar” başlığı altında ABD’ye önümüzdeki dönem için stratejik ve taktik tavsiyelerde bulunmaktadır.

ABD, Türkiye’yi bütünsel bir bölge stratejisi içerisinde değerlendirmekte, planlarını bu stratejiye göre belirlemektedir. Raporda şu değerlendirmeler yer almaktadır:

 

“Türkiye'nin iç siyaseti, dış politika ve savunma politikaları ile askeri duruştaki gelişmeler, ABD'nin savunma planlaması ve ABD Ordusu üzerinde, özellikle en acil bölgesel güvenlik sorunlarından üçü açısından önemli etkilere sahiptir:

 

1- IŞİD sonrası Suriye'de istikrarı sağlama, Ortadoğu'da terörizmle mücadeleyi geliştirme.

 

2- İran’ın Ortadoğu ve İran Körfezi'ndeki etkisini engelleme

 

3- Rusya'nın Karadeniz bölgesindeki ve ötesindeki nüfus ve askeri faaliyetlerinin dengelenmesi.”

 

Türk Rus dostluğu önemli bir tehdit olarak algılanıyor. “Rusya’nın Karadeniz’deki askeri kuvvetini arttırması gücünü Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’ya yansıtma yeteneğini de artırmıştır” tespiti yapılıyor.

 

Türkiye’nin gelecekte de Rusya’yla bölgesel işbirliğine dayalı bir güvenlik anlayışı izlemesi ihtimaline karşı ABD Ordusuna, “Bulgaristan ve Romanya’da lojistik seçenekler hazırlama”, “Türk donanmasıyla ilişkileri sürdürme ve derinleştirme” önerilerinde bulunuyor. 

DOĞU AKDENİZ’DE ABD ÇIKARLARI


İsrail’in Türkiye’ye karşı bir koz olarak Kıbrıs ve Yunanistan ile enerji ve savunma işbirliğini genişletme çabaları ve bağımsız Kürdistan’a destek olması Türkiye ile aralarındaki temel çelişki olarak değerlendiriliyor. Suriye’nin istikrara kavuşturulması ve İran’ın etkisinin kırılması amacıyla iki ülkenin pragmatik işbirliğini sağlamak için ABD’nin ağırlığını kullanması gerektiğini söylüyor.

 

Doğu Akdeniz’de ABD çıkarlarının İsrail ve Yunanistan’la ortak olduğu söyleniyor. “Amerika Birleşik Devletleri, İsrail-Kıbrıs-Yunan doğalgaz anlaşmasının gerçekleştirilmesinde ve Doğu Akdeniz'deki müttefikler arasında bir çatışmanın önlenmesinde jeostratejik ve ekonomik çıkarlara sahiptir.”

 

 

ABD AÇISINDAN UMUT VAAD ETMİYOR


RAND Raporu, geleceği ABD açısından hiç umutlu görmüyor.

 

Rapor, Türkiye’de siyasetçilerin git gide Avrupa’ya bağlanma fikrinden uzaklaştıklarını, Avrasyacılığın hem akademik hem siyasi çevrelerde güç kazandığını, NATO’ya olan güvenin azaldığını değerlendiriyor.

 

ABD’nin PKK’ya desteğinin Avrasyacılığı güçlendirdiğini tespit ediyor. “Özellikle Amerika’nın 2017’de PYD’ye ağır silahlar verme kararından sonra Avrasyacılık hem akademik hem de siyasi çevrelerde gelişmiştir.”

 

Önümüzdeki dönemde Atlantikçi bir iktidar getirilemezse Avrasya’ya yönelimin süreceği belirtiliyor: “Önümüzdeki beş ila on yıl boyunca Erdoğan, … ABD ve diğer NATO müttefiklerinin çıkarlarına ters düşen iddialı dış politika ve savunma politikaları izleyecek gibi görünüyor.”

 

“AB üyelik sürecindeki başarısızlıktan kaynaklanan hayal kırıklığı ve Türkiye içindeki Avrasyacı gerginlikler Rusya ile yakın dönem uyumu körükleyebilir.”

 

“Erdoğan ülkesinin İslam dünyasındaki itibarını arttırmaya ve Rusya ve Çin ile yeni ilişkiler kurmaya odaklanmış bulunuyor.”

‘İNCİRLİK ÜSSÜ’NÜ KAYBEDEBİLİRİZ’


Türkiye’nin Anti-Amerikan tutumu nedeniyle gelecekte İncirlik üssünün kaybedilebileceğini söylüyor. “Türkiye ile ilişkilerin oynaklığı göz önüne alındığında, ABD’nin İncirlik Hava Üssü'ne ve Türkiye'deki diğer ABD ve NATO tesislerine erişimi kaybetmeye hazırlıklı olması gerekmektedir.”

 

İncirliğin kaybedilme ihtimaline karşı şimdiden önlem alınması gerektiğini savunuyor. “İncirlik’in kaybının etkileri çok büyük olacaktır. Bölgede başka üs imkanları aramak hem operasyonların sürekliliği için gereklidir hem de bu konuda Türk hükümetiyle görüşmelerde güçlü bir koz olacaktır.”

 

 

PLANI BOZMAK İÇİN ÇÖZÜM BÜTÜNSEL STRATEJİ


RAND Raporu’nda da ortaya net bir şekilde çıktığı gibi ABD Türkiye’ye karşı bütünsel bir yaklaşım içindedir. Karadeniz’den, Ege’ye ve Doğu Akdeniz’e, İran Körfezi’ne, Libya’dan Suriye’ye ve İran’a kadar dost da düşman da aynıdır. Karadeniz’den Umman Denizi’ne kadar tek bir cephe vardır.

 

Suriye’nin kuzeyinde ABD destekli bölücü teröre karşı ittifak yaptığımız Rusya ve İran ile diğer alanlarda da ittifak yapmak gerekir. Temel mesele ABD ve ortaklarının bütünsel stratejisine karşı bütünsel yanıt üretmektir.

 

ABD, Karadeniz’de Rusya ve Türkiye’yi hedef alıyor. O halde bu tehdide karşı Karadeniz’de Rusya’yla birlikte hareket etmek gerekir. Kırım konusunda ABD’nin istediği gibi tavır almak Türkiye Rusya dostluğunu zedeler.

 

Libya’daki amacımız öncelikle Doğu Akdeniz’de Mavi Vatanımızın güvenliğini sağlamaktır. Karşımızdaki kuvvet ABD, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimidir. Mavi Vatanımızı bölgesel müttefiklerimizle birlikte savunabiliriz. ABD’nin Suriye ve Irak’ın kuzeyinde kurmaya çalıştığı kukla devlet İran ve Türkiye’yi de tehdit etmektedir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin birlikte hareket etmesi ABD destekli PKK terörünün kökünü kazıyacaktır.

 

İran’ı tehdit eden ABD, Türkiye’yi de tehdit etmektedir. İran’a ambargo, Türkiye’ye ambargodur. Türkiye ve İran’ın ekonomik ve güvenlik çıkarları ortaktır. Dostluğa mecbur bir komşuluk ilişkisi içerisindeyiz. ABD’nin İran’la aramıza sokmaya çalıştığı mezhep ayrılığı fitnesinin başarı şansı yoktur.

 

Çin’i hedef alan “Doğu Türkistan” ayrılıkçılığının arkasında tıpkı PKK’nın ve FETÖ’nün arkasında olduğu gibi ABD var. Türkiye’nin toprak bütünlüğü Çin’in toprak bütünlüğüyle birlikte savunulur.

 

RAND raporunda önümüze konulan “Stratejik dengeleyici” rolü, Türkiye’de terör eylemleriyle, kardeş kavgasıyla, batı merkezli kışkırtmalarla karşı karşıya bırakacaktır. Batı sisteminden tam bir kopuş yaşamadan Avrasya ittifaklarında güven verici bir ortak olarak var olmak mümkün olmaz. ABD, “Avrasya Gücü” olmayı seçerse Türkiye’nin NATO’yla “askeri olaylar” yaşayabileceğini söyleyerek tehdit ediyor. Teröre karşı etkin mücadeleyi sürdürürsek “iç güvenliğin endişe verici durumda kalacağını” söylüyor, ekonomik olarak mahvetmekle tehdit ediyor.

 

Bu tehditlere verilecek yanıt Türkiye Gemisini büyütmek ve güçlendirmektir. Temel sorun iktidar sorunudur. Rapora göre ABD için en ideal olan “Yeniden Dirilen Demokrasi” çözümü, yani Türkiye’nin yeniden Batı sistemine bağlanması, ancak Atlantikçi ittifakının iktidar olmasıyla mümkün olur.

 

Türkiye’nin önünde raporda öngörüldüğü gibi dört seçenek değil, tek bir gelecek vardır. O gelecek Üreten ve Birleşen Türkiye’dir.

 

 

HDP’NİN KAPATILMASI ATLANTİKÇİ İTTİFAKI DAĞITIR

 

ABD’nin tek umudu CHP, İYİ Parti, HDP’nin başında bulunduğu koalisyonunun yaşayabilmesidir. Atlantikçi ittifakında kritik ortak HDP’dir.

 

HDP 2018 seçimlerinde yüzde 11,7 oy almıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Atlantikçi ittifakının yüzde 50+1 oy alması için HDP olmazsa olmazdır. HDP kapandığı zaman bölgedeki Kürt yurttaşlarımızın üzerindeki baskı sona erecek, halkımız özgürce dilediği partiye oy verebilecektir. Kayyum atanan belediyelerdeki HDP oyları, 2019 seçimlerinde 2014’e göre yüzde 30’a yakın oranda düşmüştür. PKK ezildikçe HDP güç kaybetmektedir.

 

HDP’nin kapanması durumunda PKK’ya olan destek azalacak, PKK’nın ikmal yolları kesilecek, PKK’ya akan paralar engellenecek, PKK’ya kadro akışı kısıtlanacaktır. 16 Haziran’da başlayan Pençe Kartal ve Pençe Kaplan operasyonlarıyla birlikte PKK’nın Irak’taki inleri temizlenirken, Ankara’nın göbeğindeki ininin de temizlenme zamanı gelmiştir.

 

HDP’nin kapatılması Atlantikçi ittifakını dağıtır; CHP içinde öbekleşmiş olan HDP yandaşlarının etkisini kırar; CHP’nin de Türkiye Gemisi’ne gelmesini sağlar. Milletimizin kutuplaşmasının önüne geçilmiş olur.