/
/

Utku Reyhan: İzmir’i kurtardığımız için özür dileriz Netflix

Utku Reyhan: İzmir’i kurtardığımız için özür dileriz Netflix
Paylaş

Netflix’te

yayınlanan

Kulüp

dizisinin

ilk

sezonunun

ardından

bir

yazı

kaleme

almıştık.

Dizinin

1942

tarihli

“Varlık

Vergisi”

uygulamasını

nasıl

çarpıttığını

ayrıntılı

biçimde

anlatmıştık.

Neoliberallerin

yıllardır

“tek

kale”

hücuma

kalktıkları,

meydanı

boş

zannedip

azgınca

saldırdıkları

Varlık

Vergisi’nin,

ırkçı

değil,

devrimci

bir

uygulama

olduğunu

gerekçeleriyle

yazdık.

İlgilenenler

“Salkım

Hanım’dan

Kulüp’e:

Varlık

Vergisi

Yalanları”

başlıklı

yazımızı

okuyabilirler.

KULÜP,

KONTRGERİLLA

İLE

HELALLEŞİYOR

Kulüp’ün

ikinci

sezonda

da

“tarihimizle

yüzleşme”

çabası

devam

ediyor.

Daha

güncel

bir

ifadeyle

“helalleşme”

mi

demeliyiz

yoksa?

Yeni

sezonda

6-7

Eylül

1955

olayları

ele

alınıyor.

Dizinin

derdinin

saldırıya

uğrayan

gayrimüslim

vatandaşlarımızla

“helalleşme”

olduğu

görüntüsü

var.

Ancak

bu

sadece

bir

görüntü.

Saldırının

faillerini

perdeleyen

dizi,

aslında

Kontrgerilla

ile

helalleşmiş

oluyor. 

Netflix

için

şaşırtıcı

değil.

ABD

tekelci

sermayesinin

bir

numaralı

kültür

üreticisi

olarak,

Türkiye

dostu

olmaları,

hadi

onu

geçtik

objektif

olmaları

bile

beklenemezdi.

Biden

neyse,

Netflix

de

odur.

Ne

bir

eksik,

ne

bir

fazla.

Terör

örgütlerine

destek

veren

ABD,

Türkiye

ekonomisini

çökertmek

isteyen

ABD,

Türkiye’yi

“otoriter”

ilan

eden

ABD,

elbette

Türkiye’nin

tarihsel

olarak

da

“suçlu”

ilan

edilmesine

çabalayacaktır.

Türkiye

“ırkçı,

soykırımcı,

karanlık,

baskıcı”

bir

geçmişe

sahip

olacak

ki,

müdahale

de

meşru

olsun. 

İLK

SEZONDAN MESAJI

VERMİŞLERDİ

İlk

bölüme

ilişkin

yazımızda

senaristlerin

(ki

ne

hikmetse

FETÖ’ye

müzahir

bir

senarist

de

aralarında)

tarih

kurnazlığını

da

dile

getirmiştik.

1943’te

doğan

Raşel’in

17

yaşında

olmasından

hareketle

1960’da

geçmesi

gereken

dizi,

hooop,

bir

bakmışız

ki

1955’te

geçiyordu.

Bir

“dönem

dizisi”

için

skandal

olan

bu

duruma

ne

dizinin

yapımcılarından,

ne

de

yayınlayan

Netflix’ten

bir

izahat

gelmedi.

O

zaman

bu

garabetin

nedenini

sorduk

ve

şunu

söyledik:

“Netflixçiler

cevap

veremeyeceğine

göre

biz

verelim.

Tekrar

geliyoruz

1955’e.

Senaristler

ve

işverenleri

Netflix

belli

ki

‘Varlık

Vergisi

yetmez

bir

de

6-7

Eylül

1955

olayları

üzerinden

Cumhuriyet’in

ne

kadar

faşist

bir

anlayışa

sahip

olduğunu

gösterelim’

demişler.”

SENARYO

TEMBELLİĞİ

Dizinin

siyasi

mesajlarına

girmeden

önce

şunu

söyleyelim.

Dizi,

senaryo

anlamında

daha

da

geri

gitmiş.

TV

dizilerimize

egemen

olan

senaryo

tembelliği,

“dijital

diziler

çok

iyi,

çok

farklı”

propogandasıyla

pazarlanan

Netflix’in

Kulüp’ünde

de

karşımıza

çıkıyor.

Sonu

gelmez

ve

manasız

bakışmalarla

senaryo

süründürülüyor,

vakit

dolduruluyor.

Böyle

olduğundan

herhalde

4

bölüm

boyunca

konu

neredeyse

ilerlemedi.

Maalesef

dizilerimizde

ister

bir

ağa

konağında,

ister

plazada,

isterse

padişah

otağında

geçsin,

bütün

şaşkınlıklar

tesadüfen

“kapı

dinleme”

sonucunda

yaşanıyor.

Hiçbir

zekâ

pırıltısı

yok.

Senaryo

tıkandıkça

“dinlenecek

kapı”

imdada

yetişiyor.

Kulüp’te

de

Raşel’in,

Matilda’nın,

Çelebi’nin

ve

diğerlerinin

kapı

dinlemelerine

tanık

oldık.

Bir

de

elbette

aynı

kişilerin

hayatlarının

sürekli

kesişmesi

klişesi

var.

Matilda’nın

karşısına

1943’te

de

1955’te

de

Kürşat

diye

karanlık

biri

çıkıyor.

Kürşat

belli

ki

derin

devlet.

Koca

derin

devlet

dizide

bir

kişi.

O

kadar

karikatür,

o

kadar

bayağı

ki.

Tamam,

anladık,

devlet

kötü

de

yazamıyor

musunuz

ikinci,

üçüncü,

dördüncü

devletçi

kötü

karakteri?

Oyuncuya

kıran

girdi?

Reklama

döktüğünüz

tonla

parayı

keşke

senariste,

oyuncuya

harcasaydınız.

Bir

de

tabii

bütün

önemli

anların

6

Eylül’e

denk

gelme

hadisesi

var.

Raşel’in

doğum

yapması,

Orhan

Bey’in

(Niko)

kaçmaya

karar

vermesi,

Çelebi’nin

aşkını

itiraf

etmesi,

Matilda’nın

ağabeyinin

Amerika’dan

gelmesi…

Ha

bu

arada,

ilk

sezonda

Aşkale

çalışma

kampında

öldüğü

söylenen

ağabey,

öylece

elini

kolunu

sallaya

sallaya

geliverdi.

Kulüp

fanları

bunu

da

pek

dert

etmedi. 

6-7

EYLÜL’Ü

‘İYİ SAATTE OLSUNLAR’

MI

TERTİPLEDİ

Gelelim

konuya.

6-7

Eylül

olaylarında

fail,

“Türklerin

gayrimüslimlere

duydukları

kin”

olarak

belirlenmiş.

Öyle

olduğu

için

de

dönemin

siyasi

atmosferi,

gelişmeler,

Kıbrıs

konusunda

yaşananlar,

İngiltere’nin

bu

konudaki

siyaseti, hepsinden

önemlisi

Özel

Harp

Dairesi

Başkanı

Sabri

Yirmibeşoğlu’nun

1991’de

yaptığı

“6-7

Eylül

olayları

özel

harp

işidir,

muhteşem

bir

örgütlenmeydi”

itirafı

ve

Özel

Harp

Dairesi

ile

NATO’nun

ve

kontrgerillanın

ilişkisi

hiç

yok.

Beyoğlu’nun

ortasında

“Kıbrıs

Türk’tür”

diye

bağrışan

kasketli

köylüler

görüyoruz,

başka

da

bir

şey

yok.

“Atamızın

evi

bombalandı”

manşetiyle

akşam

baskısına

çıkan

İstanbul

Ekspres’i

görüyoruz,

evet.

Ama

bu

gazete

kimin,

Atamızın

evini

gerçekte

kim

bombaladı,

kimler

vardı

bu

tertibin

arkasında,

onları

elbette

göremiyoruz.

Ucu

ABD’ye

çıktığı

için

olabilir

mi?

Birileri

diyecek

ki,

“Yapma

dostum,

bu

sadece

bir

dizi.”

Yiyenlere

afiyet

olsun. 

‘TÜRK

KİNİ’

Daha

yeni

sezonun

ilk

bölümünün

ilk

sahnesinde

karanlık

adam

Kürşat;

1943’te

geçen

diyalogda

Matilda

ve

ailesine

“İstanbul

işgal

edildiğinde

sizler

Fransız

işgal

kuvvetleri

komutanı

General

d’Esperey’in

atının

Cadde-i

Kebir

(İstiklal

Caddesi)’den

geçişini

kutladınız.”

diyerek

Varlık

Vergisi’nin

“gerekçesini”

açıklıyor.

Burada

II.

Dünya

Savaşı

yıllarının

savaş

ekonomisini,

stokçuluğu,

savaş

vurgunculuğunu

elbette

göremiyoruz.

Ve

o

ekonominin

hakim

sınıflarının

kimler

olduğunu

da.

Ortada

ırkçı

bir

“Türk

kini”

vardır,

hepsi

bu. 

Ayrıca

bir

milletin,

işgali

alkışlayan

işbirlikçilere

tavır

alması

tuhaf

mıdır?

Acaba

Kulüp

senaristleri

Fransız

generalinin

şehre

şaaşaalı

girişini

ve

onu

coşkuyla

alkışlayanları

anlatan

Süleyman

Nazif’in

“Kara

bir

gün”

makalesini

de

ırkçı

bulurlar

mı?

Kaldı

ki

İstanbul

kurtarıldıktan

sonra

dahi

alkışçılara

dokunmamıştır

bu

millet.

6-7

Eylül

olayları

ise

bir

kontrgerilla

tertibidir. 

Dizi

çelişkilerle

dolu.

İlk

sezonda

bize

Varlık

Vergisi’nin

“gayrimüslimlerin

mallarına

çökmek

için”

çıkarıldığı

anlatıldı.

Sene

1943.

Herhalde

“çökülememiş”

olacak

ki

1955’te

geçen

ikinci

sezonda

“karanlık

derin

adamdan”

çarıklı

köylüye

bütün

Türklerin

terk

derdi

hâlâ

gayrimüslimlerin

malına

çökmek. Kürşat

son

bölümde

Niko

(Orhan

Bey)’ya

diyor

ki;

“Senin

bu

memleketteki

tek

hakkın

köle

olmak”.

Eh,

“Benim

olacak

fıstık.

Binicem

üstüne,

vurucam

kırbacı”

repliğinden

hallice.

Netflix’ten

daha

yaratıcı

olmasını

beklerdik.

Ama

dedik

ya,

tembeller. 

9

EYLÜL’LE

‘YÜZLEŞME’

Dizide

bana

en

çarpıcı

gelen

nokta,

Rumluğunu

gizlemek

zorunda

kalan

Niko’nun,

yani

Orhan

Bey’in

“foyasının”

ortaya

çıkma

anı.

Kürşat’a

bilgi

veren

yardımcısı,

Niko

ve

ailesinin

1922’de

İzmir’den

İstanbul’a

geldiğini,

öncesine

dair

bir

kayıt

bulunmadığını

söylüyor.

Yani

biz

faniler

ne

anlamalıyız

buradan?

Kulüp’ün

sahibi

Orhan

Bey’in

kimliğini

saklama

dramının

İzmir’in

kurtuluşuyla

başladığını

elbette.

“1922”

dışında

bir

ayrıntı

verilmediğinden

akıl

yürütmeye

çalışıyoruz.

1919’da

İzmir’de

Yunan

işgalini

destekleyen,

3

yıl

boyunca

Müslümanların

uğradığı

zulümlere

ortak

olan

İzmir

Rumlarının

bazılarının,

9

Eylül

1922

ile

birlikte

şehirden

kaçmaya

başladıklarını

anlıyoruz.

İzmir’de

1922’de

başka

ne

oldu

ki?

Sahi,

Niko

Bey

ve

kıymetli

validesi

ile

de

helalleşmeli

miyiz?

Milli

Mücadele

için

özür

dilesek

yeterli

olur

mu? 

Paylaş: