
Batılı
finans
kuruluşları
ve
onların
sözcüsü
olan
uluslararası
medya
organları,
her
kriz
döneminde
“Çin
ekonomisi
üç
vakte
kadar
çökecek”
kehanetinde
bulunurlar.
Bunların
Türkiye’deki
organik
uzantıları
ise
nedense
desteksiz
atmada
sakınca
görmemekteler.
Oysa,
“Halep
orada
ise
arşın
burada”.
1997
ve
2008
KRİZLERİ
Tüm
Asya’yı
etkileyen
1997
Doğu
Asya
mali
krizi
Tayland,
Malezya,
Singapur,
Japonya
ve
Güney
Kore’de
ağır
hasarlara
yol
açtı.
Hisse
senedi
fiyatları
düştü,
fabrikalar
kapatıldı
ve
işçiler
işten
çıkarıldı.
2008’de
ABD’de
başlayan
küresel
finansal
kriz,
öncelikle
Atlantik
Kampı
ülkelerinin
ekonomilerini
felç
etti.
Bu
öyle
bir
felç
ki
ABD,
Japonya
ve
Avrupa
Birliği
ülkeleri
dâhil
gelişmiş
ekonomiler,
onca
yıl
sonra
krizin
etkisinden
kurtulamadan
koronavirüs
salgınına
yakalandılar.
Finansal
kriz
ekonomik
krize
dönüşüp,
derinleşti.
Kısa
sürede
Neo
liberal
küresel
düzen
iflas
etti.
Bu
süreç,
Doların
saltanatının
bitmesiyle
sonuçlanacak.
ÇİN’İ
SOSYALİZM
KALKINDIRDI
Çin
Halk
Cumhuriyeti
1
Ekim
1949’da
kuruldu.
Mao
Zedung
önderliğindeki
yeni
Çin,
sosyalizm
sayesinde,
“Asya’nın
hasta
adamı”
olmaktan
kurtulup,
dünyanın
ikinci
büyük
ekonomisi
konumuna
yükseldi.
Çin’in
GSYİH’si
1952-2018
arasında
tam
174
kat
arttı.
1979-2018
yılları
arasında
ortalama
GSYİH
büyümesi
yıllık
bazda
yüzde
9,4
oldu. Düşünün
ki
aynı
dönemde
dünyada
büyüme
hızı
ortalaması
yüzde
2.9.
(1)
Çin
şu
anda
dünyanın
en
büyük
döviz
rezervine
sahip
ülkesi.
Arka
arkaya
13
yıldır
bu
unvanını
koruyor. 2018’in
sonunda
Çin’in
döviz
rezervi
3
trilyon
doları
aşmış
bulunuyordu.
Çin
ekonomisi
de
dalgalanmalar,
olumsuzluklar
yaşadı.
1988
ve
1994’te
enflasyon
artışları
yaşandı
ve
Yuan’ın
değerinde
düşüş
oldu.
Ancak,
özellikle
13.
Beş
Yıllık
Plan’dan
itibaren
Çin
devasa
iç
pazarına
dayanarak
ekonomisini
geliştiriyor.
Yenilikçilik
ve
marka
geliştirmeye
öncelik
veriyor.
Böylece
olası
dış
etkileri
azaltıyor.
1997
VE
2008
KRİZİ
GEÇTİ
1997
ve
2008’deki
finansal
krizleri
Çin’in
en
çok
dış
ticaretini
ve
finans
sektörünü
etkiledi.
1997
Asya
mali
krizi
karşısında
Çin,
Yuan’ın
değer
kaybetmesine
izin
vermedi
ve
bunu
başardı.
Bölgedeki
diğer
para
birimleri
aşırı
değer
kaybederken
Çin
Yuanı’na
krizin
etkisi
sıfır
oldu.
Aynı
zamanda,
ihracatı
teşvik
etmek,
dış
yatırımı
çekmek
ve
iç
talebi
genişletmek
gibi
aktif
önlemler
uygulandı.
Çin’in
1997
kriziyle
baş
etmesi,
bölge
ülkelerinin
hızla
düzelmesine
de
imkân
sağladı.
2008
yılında
Çin’in
dünyayla
olan
ekonomik
bağları
1997’ye
göre
daha
fazla
artmıştı.
Ancak,
2006
yılında,
Çin
ekonomisinin
dışarıya
bağımlılığını
azaltacak
önlemler
yürürlüğe
konmuştu.
Çin
hızla
iç
talebi
genişletecek
ve
ekonomik
büyümeyi
geliştirecek
politika
ve
önlemleri
hızla
uygulamaya
başladı.
Sanayiyi
canlandırma,
tüketimin
genişletilmesi,
küçük
üreticilere
finansal
destek
ve
istihdam
kaybını
önleyecek
politikalar
kararlılıkla
uygulandı.
Daha
2008’de
mali
kriz
ortaya
çıktığında
Çin
bankacılık
endüstrisi
kredi
arzını
genişletecek
yeterli
sermayeye
sahipti. Çin’in
bankacılık
sisteminin
güçlü
olması
ve
kamu
ağırlıklı
ve
Merkezi
Planlamaya
dayalı
olması
krizlerle
baş
etmesini
sağladı.
Çin
yönetimi
İspanya,
Portekiz,
İtalya
ve
Yunanistan
gibi
AB
üyesi
ülkelere
de
krizle
baş
etmesi
için
destek
oldu.
Çin
ekonomik
politikalarının
yürütücüsü
olan
Başbakan
Yardımcısı
Liu
He’nin
1929
Büyük
Çöküşü
ile
2008
Finansal
Krizini
karşılaştırdığı
çalışmasında
belirttiği
gibi,
2009’da
BRICS
ülkelerinin
dünya
ekonomisine
katkısı
yüzde
90
olarak
saptandı.
(2)
KRİZİ
FIRSAT
YAPMAK
Çin,
artık
ekonomide
nicel
büyümeyi
değil
nitel
büyümeyi
önemsiyor.
Yani
kaliteyi
yükseltiyor.
Kaliteli
ekonomik
kalkınma
sağlamak
için
arz
yönlü
yapısal
reformlar
uyguluyor.
Ekonomiyi
yönetecek
mekanizmaları
elinden
bırakmadığı
için
krizi
fırsata
çevirebiliyor.
Örneğin
Çin,
2008
krizini,
genellikle
kayıt
dışı,
merdiven
altı
üretim
yapan,
niteliği
düşük,
emek
yoğun
çalışan
ve
çevreye
zarar
veren
işletmelerden
kurtulmak
için
bir
imkân
olarak
gördü.
Bu
işletmeler
kapanırken,
işçiler
ortada
bırakılmadı.
İşçilere
yeni
iş
imkanları
yaratıldı.
Bunun
için,
kısa
süreli
eğitim
imkânları
sağlanarak,
işçilerin
de
mesleki
niteliği
yükseltildi.
Ardından
güçlü
ve
etkili
makro
kontrol
politikaları
uygulayan
Çin,
köklü
yapısal
reformları
da
hayata
geçirerek
ekonominin
dönüşümünü
sağlandı.
BATI
AVRUPA
ABD’DEN
KOPUYOR
Çin’in
gösterdiği
kalkınma
başarısı,
kapitalizmin
döngüsel
krizlerinin
ulusal
ekonomilere
etkisini
sınırladı
ve
uluslararası
alanda
krizin
yükünün
gelişmekte
olan
ülkelere
yıkılmasını
önledi.
Bu
özverisi
Çin’i
dünya
ekonomisinin
güvenilir
ve
sağlam
dayanağı
haline
getirdi.
Bütün
bunların
yansıması
olarak,
hem
Batı
Avrupa
ülkeleri
hem
de
Gelişmekte
Olan
Dünya,
(yani
Güney
ülkeleri)
özellikle
2008
krizinden
sonra
Çin
ile
daha
yakın
ekonomik
işbirliği
geliştirmeye
başladı.
Atlantik
kampı
dağılıyor.
Batı
Avrupa
ülkeleri,
ABD’nin
başarısızlığını
paylaşmak
istemiyor.
İkinci
Dünya
Savaşı’ndan
sonra
ABD’nin
dünya
efendiliğinin
birinci
adımı
Avrupa’yı
denetim
altına
almaktı.
Zaten
NATO
bu
amaçla
kurulmuştu.
NATO
bir
güvenlik
paktı
olmaktan
çok,
ABD’nin
dünya
hegemonyasının
bir
aracı
olarak
işlev
gördü.
Bütün
NATO
ülkelerinde
örgütlenen
gizli
Gladio
yapılanmaları,
ABD’nin
bu
ülkeleri
denetim
altına
alma
aracıydı.
Almanya
ve
Fransa
devletleri
bugün,
ABD’nin
kendi
yenilgisinin
bedelini
Avrupa
Birliği’ne
ödetmesine
karşı
mücadele
ediyor.
Koronavirüs
salgını
ise
Batı
Avrupa’nın
ABD’den
kopuşunu
hızlandırıyor.
Geniş
boyutlu
can
kayıplarının
ötesinde,
koronavirüs
salgınının
ilk
küresel
etkisi,
dünya
çapında
ekonomik
daralmaya
yol
açmasıyla
kendini
gösterdi. Dünyada
ekonomik
durgunluk
riski
giderek
artıyor.
Uluslararası
Para
Fonu,
küresel
ekonomik
büyüme
tahminini
son
10
yılın
en
alt
seviyesine
düşürdü.
IMF
bu
yıl
dünya
ekonomisinin
büyümesini
yüzde
3,2
olarak
tahmin
ediyor. Görüldüğü
gibi
Çin
ve
Hindistan’ın
büyüme
ivmesini
dışarıda
tutarsak,
önümüzdeki
süreçte
dünya
ekonomisinin
riskli
bir
biçimde
küçüleceğini
söyleyebiliriz.
SONUÇ:
KUŞAK
VE
YOL GİRİŞİMİ
ÖRNEK
ABD’nin
İkinci
Dünya
Savaşı
sonrasında
inşa
ettiği
uluslararası
ekonomik
düzenin
yerine,
yeni
bir
uluslararası
düzen
kurulması
zorunlu.
Ancak
bu
kez
yeni
bir
hegemon
çıkmayacak.
Üzerinden
güneş
batmayan
İngiliz
emperyalizminin
yerini
ABD’nin
küresel
haydutluğu
almıştı.
Her
iki
emperyalistin
dünya
çapında
efendilik
iddiasında
bulunmasına
imkân
veren
ekonomik
güçleri
vardı.
Artık
dünya
ekonomisinin
ayakta
kalmasını
gelişmekte
olan
ülkeler
sağlıyor.
ABD
ve
AB’nin
dünya
ekonomisine
katkısı
azalırken
başta
Asya
Pasifik
bölgesi
olmak
üzere
Güney
Amerika,
Batı
Asya
ve
Afrika’nın
payı
her
geçen
yıl
artıyor.
Gelişmekte
olan
ülkelerin,
Batı’nın
efendiliğine
son
verirken,
yerine
yeni
bir
hegemon
kabul
etmelerinin
ne
ekonomik,
ne
askeri,
ne
de
siyasal
bir
mantığı
yok.
Adil,
eşitlikçi,
karşılıklı
saygıya
ve
içişlerine
karışmamaya
dayanan
ve
paylaşarak
gelişmeyi
benimseyen
bir
uluslararası
ekonomik
düzen
kurulmaya
başlandı.
Henüz
ayağa
kalkan
Kuşak
ve
Yol
Girişimi,
adil
ve
paylaşımcı
yeni
dünyanın
habercisi.
(1)(http://piketty.pse.ens.fr/files/Maddison07.pdf
)
(2)(https://www.hks.harvard.edu/centers/mrcbg/publications/awp/awp33
)

