Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesine niçin karşı çıkıyorsunuz?

Avrupa tekellerinin birleşik devlet programı

Önce bir yanılgıyı bertaraf edelim. 40 yıldır tartışılan konu, Türkiye’nin AB’ye girmesidir; yoksa AB’nin Türkiye’ye katılması değil. O nedenle Türkiye’nin AB ile bütünleşme programını, AB belirler, Türkiye belirleyemez. Bazı Kemalist ve ilerici çevrelerin “AB sürecini Türkiye denetlesin” iddiaları, hayalci olmanın ötesinde aldatıcıdır.

AB, Avrupa tekellerinin çıkarları üzerinde kurulan birleşik devletler projesidir.

Türkiye ise, bir Ezilen Dünya ülkesidir; dünyadaki temel saflaşmada emperyalizme karşıt kutupta yer almaktadır. Türkiye, Asyalıdır.

Başkent Brüksel olursa

Avrupa Birliği siyasal düzlemde, Türkiye’nin başkentinin Brüksel’e taşınmasıdır. Kararlar, orada alınacak. Dolayısıyla siyasete, ABD ve Avrupa büyük sermayesinin çıkarları hükmedecektir.

Bu, Atatürk önderliğinde kurduğumuz ulusal devletin yıkılması anlamına geliyor. Batı çevreleri, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday üyeliğe kabulünü, özetle “Kemalizmin sonu” diye nitelediler.

Avrupa Birliği, ekonomide dünya piyasasıyla bütünleşmedir. Aday üyelikle birlikte kabul edilen programa ve en son Katılım Ortaklığı Belgesi’ne göre, tarıma destek akçaları kaldırılacaktır. Böylece Türkiye çiftçisi çökertilecek, Türkiye en temel tarım ve hayvancılık ürünlerini bile ABD ve Avrupa piyasalarından alacaktır. Özelleştirme, işçi kıyımı, sendikasızlaştırma ve taşeronlaştırma diye özetlenen IMF programları derhal ve en katı biçimde uygulanacaktır. Mezarda emeklilik gerçekleşecek, SSK’lar çökertilecektir. Ulusal sanayi yıkıma uğratılacak, ülkenin iç ticareti bile ABD ve Avrupa süpermarketlerine ve hipermarketlerine teslim edilecektir.

Bu koşullarda Türkiye’ye dayatılan ekonomi, eroin köprüsü olmak ve Mehmetçiğin kanını pazarlamaktır.

Kültür düzleminde ise, Avrupa Birliği, laikliğin ortadan kaldırılması, Türkiye halkının mezheplere, ırkçı gruplara, tarikatlara, cemaatlere bölünmesi anlamına geliyor.

Uluslararası düzlemde Türkiye’ye dayatılan rol, petrol ve doğal gaz boru hatlarının güvenliğini sağlamaktır. Buna bağlı olarak, Türk Ordusu’ndan ABD’nin bölge polisi olması istenmektedir. Mehmetçik ABD çıkarları uğruna kriz bölgelerindeki savaşlara sürülecektir.

Avrupa Birliği, Türkiye için sömürgeleşme programıdır. Dünya sermayesi, bizi devletsiz halklar statüsüne itmek istiyor.

Bugünkü durum: Türkiye'yi Avrupa kapısına bağladılar

Türkiye, Avrupa Birliği'nin kapısına bağlanmıştır. Bunun iki anlamı var:

Birincisi, Kapıdan içeri giremez.
İkincisi, Kapıdan uzaklaşamaz da.
Önümüze konan program, Avrupa kapısıyla bütünleşmektir.
Kısacası, Türkiye Avrupa kapısına bağlanarak tam denetim altına alınmıştır.
Denetim altına alan, ABD'dir.
Washington yönetimi, Türkiye’nin Avrupa kapısına bağlanması çözümünü Avrupa’ya kabul ettirmiştir.

Türkiye Avrupa kapısında parçalanıyor

ABD’ye göre, ancak dış ve iç tehdit unsurlarıyla Washington’a mecbur edilen bir Türkiye, koçbaşı rolüne mahkûm edilebilir. Ayağı üzerinde duran, bütünleşmiş bir Türkiye'nin göz göre göre maceralara sürülmesi mümkün değildir.

Bu nedenlerle Türkiye, bugün müttefikleri tarafından Ermeni soykırım suçlusu ilan ediliyor; Kuzey Irak’taki kukla devlet girişimiyle tehdit ediliyor; Türk Ordusu’na Kıbrıs ve Ege’den silah gösteriliyor.

Türkiye ekonomisi, Avrupa kapısında çökertme operasyonlarıyla da karşılaşmaktadır. Batı’nın 7,8 milyar doları yurtdışına kaçırarak uyguladığı son operasyonunun sonuçlarını görüyoruz.

Öte yandan ABD ve İsrail'in eli şimdiden GAP'ın içindedir. GAP arazisi, ABD, Alman ve İsrail sermayesinin eline geçmektedir. Doğu’da ve Güneydoğu’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin yerini, ABD ve Alman bankaları almaktadır. İngiliz Dışbakanı, "Hasankeyf'te Ilısu barajını yapamazsınız, çünkü Kürdistan'ın özerkliğine aykırı" diyor.

Diyarbakır Avrupa’nın kapısı oldu

Diyarbakır’ın atık su arıtma tesisi, Alman Kalkınma Bankası’nın Diyarbakır Belediyesi’ne verdiği 39,5 milyon Markla kuruluyor. 27 Haziran 2000 günü yapılan temel atma törenine konuşan Almanya Büyükelçisi Dr. Rudolf Schmidt, Diyarbakır’dan “bölgenin merkezi” diye söz ediyor.

AB’ye aday üyelik süreciyle birlikte, “bölge merkezi”, Batılı devlet adamları tarafından “bölge başkenti” haline getirilmiştir. “İrtibat büroları” adı altında, bir tür elçilik kurma girişimleri sonuçlanmak üzeredir.

ABD, Almanya, İsveç, İsviçre ve diğer Batı devletleri, “bölgede”kullanılmak şartıyla ve doğrudan belediyelere para sağlıyorlar. Batı’lı emperyalist devletler ile “bölge” arasında Türkiye Cumhuriyeti’ni devredışı bırakan siyasal, diplomatik, ekonomik, parasal, kültürel ilişkiler hızla gelişmektedir.

Manzara budur ve olağandır. Çünkü Türkiye Batı ile ulusal devletini koruyarak bütünleşemez, ancak parçalanarak bütünleşebilir. Batı devletlerinin Ankara’daki büyükelçileri, Avrupa ile bütünleşmenin “ulusal devleti koruyarak” olabileceğini düşünen akılsızlarımızla alay ediyorlar ( Die Welt, 28 Haziran 2000).

En önemlisi, Batı devletleri, Türkiye’yi, halkın bilincinde bölmektedirler. Hemen her gün kafalara çiviyle çakar gibi, “Senin sorunlarını Türkiye çözemez, Batı devletleri çözer” yargısı yerleştiriliyor.

Ulusal devlet: Demokrasinin çerçevesi

Yıkımla karşılaşan ulusal devlet, demokratik devrimlerin ürünüdür ve demokratik devletin örgütlenme biçimidir. Demokrasi, ancak ulusal devlet çerçevesi içinde var olabilir ve gelişebilir. Bu nedenle burjuva demokratik özgürlükler ile ulusal devlet arasında kopmaz bir bağ vardır.

Küreselleşme ise, ulusal devletle birlikte o ülkenin demokratik kazanımlarını da ortadan kaldırmaktadır. Yeni Dünya Düzeni, uluslararası tekellerin sistemi olarak, ulusal devletle birlikte demokrasiyi de yıkmayı amaçlar. "İnsan hakları" ve "demokrasi" gibi kavramlar, ABD ve Avrupa tarafından ulusal devleti çökertme stratejisinin araçları olarak kullanılmaktadır. Devletlerin bağımsızlık ve egemenlikleri, bu kavramlar aracılığıyla adım adım tahrip edilmekte, emperyalist devletlere ait bir üst egemenlik statüsü oluşturulmaktadır. Böylece ulusal devletin bağımsızlığı son darbeye hazır hale getirilmektedir.

Emperyalizmin, ulusal devleti yıkıma uğratma süreci içinde imal ettiği sistem, demokrasi değil, mafya-gladyo-tarikat rejimidir. Sistem, kapitalizmin yükseliş dönemlerinin bütün kazanımlarını ortadan kaldırmakta, kapitalizmi kuran sanayi ve ticaret burjuvazisini bile iktidar mekanizmasının kenarlarına sürmekte ve üretimin örgütlenmesiyle ilgisi olmayan bir mafya-tarikat zümresini merkezlere oturtmaktadır. Uyuşturucu ve silah üretimi ve ticareti, sistemin doruklarına yerleşmektedir. Böylece sistem, insan hayatına karşıt bir karakter kazanmakta ve insan ihtiyaçlarını gidermek olarak tanımlanan ekonomik faaliyetten uzaklaşmaktadır.

Çağımızın tunç yasası: Ulusal devlet ve ulusal ordu direnir

Ancak hemen belirtelim: Türkiye AB ile bütünleşmeyecektir. Bunu taraflar biliyor. Dahası taraflar, bu sürecin sıcak çatışmalara uzandığını da biliyorlar. Bugün Avrupa kapısında yaşanan olay, ilerdeki hesaplaşmalar için kuvvet toplamaya yöneliktir.

Ulusal devletler silahla kurulmuştur ve ancak silahla yıkılabilir. Çağımızın tunç yasasıdır: Ulusal devlet ve ulusal ordu direnir. Bu, hamasî bir söz değildir; toplumsal-ekonomik temeli vardır. Ulusal devletin yıkılması, ulusal piyasanın ortadan kalkmasıdır; dolayısıyla köylülük, esnaf, işçi sınıfı, ulusal sanayici ve tüccar için yıkım anlamına gelir. Ulusal sınıfların bu gidişi kuzu kuzu kabul etmeyecekleri açıktır.

Bu nedenle Batı, Türkiye’yi içten ve dıştan yıpratıyor; müdahalenin hukuki zeminini yaratıyor; kesin darbe için uygun fırsatı kolluyor.

Türkiye ise, gelecekteki sıcak çatışmaları göğüsleyebilmek için, Ordusunu güçlendirmek, ekonomisini dış merkezlerin denetiminden kurtarıp sağlamlaştırmak ve Avrasya’daki müttefik potansiyelini devreye sokmak görevleriyle karşı karşıyadır.

ABD'nin tek kutuplu dünya planı çöktü

1950'lerde dünya üretimindeki payı yüzde 50 olan ABD, bugün yüzde 20'lere inmiştir ve Brzezinski'nin yaptığı hesaba göre, 2020'de yüzde 10-15 arasına düşecektir. Çin Halk Cumhuriyeti ise, dünyanın en büyük ekonomisi olma yolundadır. Rusya’ya gelince, bugün hâlâ dünyanın iki büyük silahlı gücünden birine sahiptir. ABD'nin tek kutuplu dünya planı başarısızlığa uğramıştır.

Asya’nın 28 şubatı

ABD Asya kayasına çarpmıştır. Avrasya’da oluşan şanghay Beşlisi ABD’nin Orta Asya hâyâllerine son vermiş bulunuyor. Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan, dünyanın geleceğini belirleyen bir işbirliğine girdiler ve ABD’nin Orta Asya planını iflas ettirdiler.

şanghay Beşlisi, millî ayrılıkçılığı, dinci gericiliği ve uluslararası terörizmi Asya’dan temizlemek için harekete geçti. Başka deyişle Asya’nın 28 şubatı gerçekleşmiş bulunuyor. Nitekim Orta Asya Türk Cumhuriyetleri, Türkiye Cumhurbaşkanı Sezer’e Asya kapılarının dinci gericiliğe ve bölücülüğe kapalı olduğu mesajını yalın bir dille verdiler. Böylece Türkiye’ye yüklenmek istenen Orta Asya taşeronluğu misyonu fiilen imkansız hale gelmektedir.

28 şubat, Kemalist Devrim’in tamamlanması yönünde gelişecek

28 şubat, 1996 sonbaharında, Irak hükümeti ve Barzani ile yapılan bölgesel işbirliğiyle başladı; böylece ABD’nin kukla devlet projesine ağır darbe indirildi.

ABD emperyalizmine Kuzey Irak’ta alınan tavrı, irticayı gereğinde askeri güç kullanarak ezme programı izledi; MGK, 28 şubat 1997’de Cumhuriyet Devrimi Kanunları’nın uygulanmasını kabul etti.

28 şubat’la birlikte ikili iktidar durumu doğdu; Cumhuriyet Devrimi iktidar odağı oluştu.

Cumhuriyet odağı, özellikle 1999 yılında AB sürecinin dayatmalarına karşı, Avrasya seçeneğine yöneldi; Irak’a ambargoyu deldi.

Türkiye’yi AB kapısında parçalama planının, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki Türk-Kürt birliği politikasıyla göğüslenmesi benimsendi.

Ekonomik bağımlılık ve çökertme operasyonunun cevabı da kaçınılmaz olarak gündeme gelecektir. Türkiye, dünya merkezlerinin denetiminden kurtulmaya, devletçiliğe ve halkçılığa mecburdur.

Toplam olarak bakılırsa, Türkiye Kemalist Devrim rotasına girmenin sancılarını yaşamaktadır.

Önümüzdeki on yılın gündeminde, AB ile bütünleşme bulunmuyor. Gidiş, Milli Demokratik Devrimimizin tamamlanması yönündedir.
Cevaplayan:  Vatan Partisi İnternet Bölümü

< Geri Dön