İstanbul 3. Bölge Milletvekili Adayımız Sinan Baykent, Röportajlık.com'a konuştu:
Türkiye 24 Haziran’da hem yeni Cumhurbaşkanını seçecek hem de anayasada yapılan değişiklikle ilk defa TBMM’ye 600 vekil seçecek. Seçime girecek partiler ve Cumhurbaşkanı adayları seçim çalışmalarını tempo arttırarak devam ediyor. Seçime giren partilerden Vatan Partisi de çalışmalarını sürdürüyor. Milletvekili aday listelerinde 208 isimle gençlerin öne çıktığı Vatan Partisi’nin İstanbul 3.Bölge 2.sıra adayı Sinan Baykent ile bir araya geldik. Bir dönem Tuğrul Türkeş ve Meral Akşener’le çalışan, kendisini sosyal milliyetçi olarak tanımlayan Sinan Baykent ile Türkiye’de ve dünyada milliyetçiliğin durumunu, neden Vatan Partisi’nden milletvekili adayı olduğunu ve seçim çalışmalarını konuştuk.
Röportaj: Enis Derdimentoğlu
Fotoğraf: Beyza Yalçın
ENİS DERDİMENTOĞLU (ED): Öncelikle sizi yakından tanıyalım siyaset bilimcisiniz, 5 dil biliyorsunuz, Vatan Partisi’nden milletvekili adayı oldunuz. Siz kendinizi nasıl tarif edersiniz?
SİNAN BAYKENT (SB): Meral Akşener’in 2011 yılında kampanyasında yer aldım, iletişim alanında yardımlarım oldu. 2011-2015 yılları arasında Tuğrul Türkeş’in baş danışmanlığını ve metin yazarlığını yaptım. Sayın Türkeş AKP’ye geçtikten sonra başka işlerle meşgul olmak istedim. 2016 yılından 2018 yılına kadar Hürriyet Daily News gazetesinde dış politika ağırlıklı yazılar, makaleler yazdım. Paralel Devletin Modern Tarihi adında bir kitap yazdım. Sosyal milliyetçiyim, inandığım belirli ilkeler var. Sosyal Milliyetçi deyince insanlar ”Bu nedir?” diye sorabilirler. Haklılar çünkü bu fikrin Türkiye’de modern ve tarihsel izdüşümü çok az ama Hindistan’dan Avrupa’ya, Güney Amerika’dan bölgemizdeki ülkelere kadar yansımaları olan bir fikriyattır. Kabaca tasvir etmek gerekirse Türk Milliyetçisi olarak tanıtıyorum kendimi. Türk Milliyetçiliği de son dönemlerde yanlış algılanmaya başlandı. Etnik Türk Milliyetçiliği değil bu, Avrupa’daki milliyetçilik örnekleri ile karıştırmamak lazım Türk Milliyetçiliğini. Avrupa’da üç aşağı beş yukarı etnik olarak homojen toplumlar var onlar etnik milliyetçilik yapabilirler. Ben bunu ırkçılık anlayışını beraberinde getirdiği için doğru bulmam. Türk Milliyetçiliği ise daha çok bize imparatorluk geleneğinden miras kalmış bir fikriyattır. Burada çeşit çeşit insan var; Türk’ü, Kürt’ü, Avşar’ı, Laz’ı, Çerkes’i, Arnavut’u. Toplum geniş bir yelpazeden oluşuyor dolayısıyla burada etnik milliyetçilik yapamazsınız. Nitekim Türk Milleti dediğimiz şemsiye ve gerçeklik de bütün bu halkları bir arada tutan, kaynaştıran bir mucize gibi algılanması lazım. Ben böyle bir milliyetçiyim. Toprak milliyetçisi de denilebilir, kendimi böyle tanımlıyorum.
‘MİLLİYETÇİLİĞİN GELECEĞİ ÇOK PARLAK’
ED: Peki savunduğunuz bu milliyetçiliğin Türkiye’de, Avrupa’da ve Dünya’da geleceğini nasıl görüyorsunuz?
SB: Avrupa’da milliyetçilik yükseliyor. Bunun en somut örneğini 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde gördük. Milliyetçi partiler, sistem dışındaki sağ partiler, sistem dışındaki sol partiler büyük bir ivme kazandı.
Bu önemli bir nokta. Milliyetçiliğin geleceği çok parlak. Dünya milletleri bir uyanışta, biz de uyanıyoruz. Atlantik Sisteminin milletler üzerinde II. Dünya Savaşı sonrası başlayan 1991’de de ivme kazanan müthiş bir tahakkümü var. Bu süreçte bu tahakkümün yıkılmaya başladığını görüyoruz. Sistem bütün kol ve şubeleriyle her tarafına irin saçarak çöküyor. Ekonomisinden kültür hayatına, siyasi karar alma mekanizmasından sosyal dengesizliklere kadar bu sistem her yerinden çatırdıyor. Milletler de uyanıyor, ”Biz bu sistemin boyunduruğu altında olmaktansa kendi kaderimizin efendileri olmak istiyoruz” diye düşünüyorlar. Bakın bu düşünce dünyada bir direniş ekseni yaratıyor. Venezuela’dan İran’a, oradan Çin’e, Avrupa milliyetçilerinden Türkiye’ye, Rusya’ya kadar bu çöken sisteme karşı bir direniş ekseni meydana geliyor. Türkiye elbette tarihsel sorumluluğunu üstlenip bu direnişte yerini alacaktır almalıdır da.
ED: Peki milliyetçiliğin bu yükselişi özellikle Avrupa’da ne kadar sağlıklı ilerliyor? I ve II. Dünya Savaşı dönemi milliyetçiliği olabilir mi?
SB: Öyle bir milliyetçilik olamaz. Avrupa milliyetçilerinde bir göçmen karşıtlığı, bir İslam bir Türk karşıtlığı görülüyor. Biz onlara da söylüyoruz. ”Siz 11 Eylül paradigmasının esiri konumundasınız”, ”Türkler, Müslümanlar sizin düşmanınız değil aksine yanınızda olan müttefikleriniz” diyorum. Düşmanımız, mücadele ettiğimiz merkezler aynı. Biz bunu deyince ”haklısınız, bizde bundan sonra daha çok özen göstereceğiz, hassasiyet göstereceğiz” diyorlar. Bakın 1990’lar 2000’li yılların başı arasındaki dönem Avrupa milliyetçiliği soğuk savaş dönemindeki kabuğunu yıktı ve özüne dönmeye başladı. Tam bir ilerleme kaydedilirken, tarihsel referansları yeniden keşfedilirken bir anda 11 Eylül oldu. 11 Eylül bütün bu ilerlemeyi sildi, duraklattı hatta ezdi. Yeni hedef tahtasına Müslümanları, İslamı koydu. ”Irkçılığı körüklemeyin, Müslümanlığa karşı Atlantik Sistemi’nin örgütlemek istediği düşmanlığa destek vermeyin” diyoruz. Bunları konuşarak çözeceğiz, biz kendimizi anlatacağız onlar kendilerini anlatacak. Bu anlamda ben oradaki diyaloğun çok önemli olduğunu düşünüyorum.
ED: MHP’de daha önce de anlattığınız gibi Meral Akşener’in iletişim danışmanı, Tuğrul Türkeş’in baş danışmanlığını yaptınız. Bu süreçte nasıl tecrübeler edindiniz? Bu isimlerle yollarınız neden ayrıldı?
SB: Sayın Meral Akşener ile çok kısa süre süreli çalışma fırsatım oldu. Orada çok bir şey kazandığımı söylesem yalan olur. Sayın Tuğrul Türkeş ile daha uzun süreli çalışma imkanım oldu. Sayın Türkeş bana devlet terbiyesini öğretti. Siyasetin günlük siyasetten ibaret olmadığını çok daha kapsamlı ve makro bakılması gereken bir mesele olduğunu, herkesle konuşulabileceğini, herkesten bilgi alışverişi temin etmenin mümkün olduğunu, dostluklar kurmanın önemli olduğunu ve milliyetçiliğin Türkiye’de nasıl bir seyir izlemesi gerektiğini, baskılanan enerjilerin nasıl açığa çıkarabileceğini öğrendim. Ben temel siyasi eğitimimi Sayın Türkeş’e borçluyum. Türkeş ekolü büyük bir ekoldür aynı zamanda bir okuldur. Ben bu okuldan mezun olmanın gururunu her zaman taşıyacağım, ilerisi için de bana çok faydalar getireceğini zannediyorum. Meral Hanım’la çalıştığım dönem üzerinde fazla durmaya gerek yok kısa süreli bir şeydi zaten. Sayın Türkeş ile açıkçası ara vermek istedim. Bizim kendisiyle baba-oğul ilişkimiz vardır, hala devam eder, görüşürüz. Çok sevdiğim, saydığım her zaman da sayacağım bir büyüğümdür. Hala daha kendisinin görüşlerine başvururum. Ancak profesyonel olarak birlikte çalışmanın pek kalmadığını herkesin kendi yoluna gittiğini söyleyebilirim.
“DOĞU PERİNÇEK BENİ BİZZAT DAVET ETTİ”
ED: Meral Akşener’in, Tuğrul Türkeş’in yanında aktif siyasette yer alan birisi olarak neden Vatan Partisi’nden milletvekili adayı oldunuz. Yollarınız, görüşleriniz ayrıldı mı?
SB: Benim görüşüm değişmedi. Aday olmadan neleri söylüyor idiysem, aday olduktan sonra da aynılarını söyledim, savundum, düşündüm. Ben inançlı bir insanım, ehl-i sünnetim toprak milliyetçisiyim, sosyal milliyetçiyim diyorum. Türkeş ile çalıştım ve benim her siyasi partide dostlarım arkadaşlarım vardır. Türkiye’nin meselelerine bakışım bellidir. Sayın Doğu Perinçek nezaket gösterdi, beni bizzat davet etti, adaylık teklif etti. Sayın Perinçek, benim parti çizgisine uyumlu olduğum noktaları da farklı olduğum noktaları da biliyordu. Bizim Sayın Perinçek ile tanışmamız öncelere dayanır, yeni tanışmadık kendisiyle. Uyumlu olduğum noktaların yanında farklılıklarıma rağmen davet etti Vatan Partisi’ne. Bende kabul ettim ve şimdi Vatan Partisi’nin seçimlerdeki başarısı için çalışıyoruz. Başka bir partiden de teklif aldım o da çok samimi güzel bir teklifti kendilerine teşekkür ettim fakat bizim Sayın Perinçek’ten gelen böyle sıcak bir teklife de hayır diyemezdim. Büyük bir mutluluk ile kabul ettim. Şimdi 24 Haziran Seçimlerinde hem Vatan Partisi’nin hem Doğu Perinçek’in çalışmalarında yer alıyoruz.
“AB SÜRECİ DURDURULMALI”
ED: Avrupa’da eğitim gördünüz ve Avrupa siyasetini yakından takip ediyorsunuz. Türkiye’nin Avrupa’ya karşı tutumunu ve Avrupa’nın Türkiye’ye karşı tutumunu nasıl buluyorsunuz? Hükümetlerin Avrupa’yla ilişkileri nasıl ele alması gerekir?
SB: Avrupa’da parçalı bir yapı var. Bir yanda statüko, bir yanda klasik muhafazakarlar bir yanda da sosyal demokratlar. Bir tarafta azgın Türk düşmanları var bunlar; Yeşiller, bir takım sol partiler. Bunlar PKK’yı koruyup kolluyor, onların taleplerini Avrupa Parlamentosu’nda, Avrupa’nın çeşitli parlamentolarında dillendiriyorlar, savunuyorlar vs. Bir de aşırı sağ olmayan ılımlı fakat sistem dışı sol partiler ve sistem dışı milliyetçi sağ partiler var. Türkiye’nin bence ittifakı burada araması lazım. Her ne kadar muhalefet olsa bile aslında biz taleplerimizi yeni dünya düzeninin parametrelerini de dikkate alarak bu gruplara daha kolay anlatabiliriz. Birtakım örnekler var. Ben Türk’üm ve Müslüman’ım benimle konuşabiliyorlarsa 80 milyon insanla da konuşabilirler. Biz buralarla konuşarak Avrupa’da yaşayan Türk nüfusumuzun emniyetini temin edebiliriz. Hem kendi derdimizi anlatırız, nerede nasıl yanıldıklarını gösterebiliriz ve bu noktadan hareketle düşmanca değil daha dostane ilişkiler kurabiliriz. Avrupa milliyetçiliğinin farklı formatları var bu onların bileceği iş. Biz onların içişlerine karışmıyoruz. Nasıl biz bizim içişlerimize karışıldığı zaman hiddetleniyorsak haklı olarak onların da o işlerine karışmayacağız. ”Bu ırkçılık yanlıştır, yapmayın etmeyin. Hele Türklere, Müslümanlara karşı hiç yapmayın. 11 Eylül paradigmasının, Atlantik paradigmasının esiri olursunuz” diyoruz. Bu da Türkiye’nin, Avrupa’da yaşayan Türklerin menfaatinedir. Bizim şimdi Avrupa Birliği ile resmi ilişkimize bakacak olursak şu dönemde biraz gergin bu hallolur. Benim kanaatim ve içinde bulunduğum Vatan Partisi’nin kanaati şudur: Avrupa Birliği süreci durdurulmalıdır, Gümrük Birliği’nden çıkılmalıdır. Bu Avrupa ile tüm ilişkileri koparacağız, düşmanca söylemlerde bulunacağız demek değildir. Tam tersine biz Avrupa ülkeleri ile ayrı ayrı ikili anlaşmalar yapacağız. Bunlar ekonomik, kültürel, turizme yönelik, siyasi anlaşmalar olacak. Topyekün üyelik süreci nedir biliyor musunuz? Demokrasi kılıcının sizin üzerinizde sallanmasıdır. O kılıç sayesinde, sizin içişlerinize müdahil olunuyor ve buna karşı bir refleks geliştiremiyorsunuz. Geliştirseniz bile akim kalıyor. Yine Gümrük Birliği yüzünden, Türk tarımı, Türk hayvancılığı ve Türk Sanayii korunamıyor bunları korumak lazım. İthalat-ihracat dengesini kuracağız bu ülkelerle. Yabancı yatırımcı sıcak para üzerinden değil yatırım üzerinden gelecek.
ED: Peki Avrupa Birliği’ne adaylık sürecini durdurmak Avrupa ülkelerinin tepkisini çekmez mi?
SB: Çeksin. Ne yapalım? Brexit oldu ne tepki çekti? Biz müzakereleri durdurmaktan bahsediyoruz. Şimdi bakın Brexit süreci başlayacak Fransa’da, İtalya’da referandum baskıları devam ediyor. İçeriden çatırdayan, içeridekinin çıkmaya çalıştığı bir yapıdan bahsediyoruz. İçerideki çıkmaya çalışırken biz niye bu kadar girmeye hevesliyiz bende onu anlamıyorum.
“ABD VE İSRAİL’İ DENKLEM DIŞINDA BIRAKMALIYIZ”
ED: Türkiye’nin gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz ve seçimin yakın geleceğe nasıl bir etki yapacağını öngörüyorsunuz? Vatan Partisi, Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde nasıl bir performans sergileyecek sizce?
SB: Seçim atmosferleri her zaman güzel, huzurlu, güvenli geçmelidir. Engellemeler olur iktidarlar tarafından bu her demokrasi tarihinde böyle olmuştur. Sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da bunun örnekleri vardır. Vatan Partisi’nin performansından çok Vatan Partisi’ne uygulanan genel sansürden bahsetmek lazım. Bakın şuraya dikkat çekmek istiyorum bu sansür kendine muhalif, hür ve bağımsız diyen basın tarafından uygulanıyor. Ve bu sansürün temelinde HDP’yi gücendirmemek var. Bunu ortaya koymak lazım. Aman HDP gücenmesin, HDP’nin oyları düşmesin diye bu medya bize sansür uyguluyor. TRT Haber’in bile toplantılarımıza gelmesi, mikrofon uzatması bir tarafta, diğer tarafa bakacak olursak hiç yokuz. 7 Haziran’da olan bir tablo söz konusu şu anda. 7 Haziran öncesinde de allanan, pullanan bir partiydi HDP. Sonra ne oldu gördük. 6-8 Ekim olayları oldu, hendekler kazıldı, Aybüke öğretmenler öldürüldü, Yasin Börü’ler öldürüldü. Biz ayrım yapmıyoruz. Terörün şehit ettiği herkes bizim şehitlerimizdir. Orada din, iman, dil, ırk fark etmez. Ölen terörden ölüyor. E o zaman 7 Haziran’da parlattığınız HDP sokak çağrıları yaparken hiç mi içiniz sızlamadı? Bunu sormak bizim en doğal hakkımız. Yarın öbür gün milli güçlere karşı uygulanan sansür dikkate alındığında, yine sokak olayları başladığında insanların canına kast edildiğinde o insanların kanı bu insanların elinde olmayacak mı? O yüzden herkesi aklı selime ve milli duruşa davet ediyorum. Seçim çalışmalarımızı halka temas ederek yürütüyoruz. Çarşı pazar geziyoruz, meslek odalarını ziyaret ederek, dernekleri ziyaret ediyoruz. Ama yıllardır sansürden dem vuran medya bize sansür uyguluyor. Bunun takdirini de milletimize ve genç arkadaşlarımıza bırakıyorum.
Bir değişim ekseni oluşuyor Dünya’da. Türkiye bu eksene oturmalı. Bu sadece NATO karşıtlığı, ABD karşıtlığı değil kendi menfaatlerimize bakacağız. Milli menfaatlerimize yaraşır durumlarda yine konuşmaya devam edeceğiz. Tabii ki Türkiye’nin değişime ihtiyacı var. Bu iktidar kalır mı? Kalabilir. Millet oy verirse kalabilir. Kalsa bile kendine yeni bir yol çizmek zorunda. Diyelim yeni bir parti geldi yine yeni bir yol çizmek açmak zorunda. Biz geldik yine yeni bir açmak zorundayız. Dünyadaki, bölgedeki, ülkedeki genel eğilimleri, hakları gerçekleri ile analiz edeceğiz. Hem ekonomide hem dış politikada hem iç politika da. Benim üzerinde durmak istediğim bir konu da ”Kürt meselesi”. Bölgenin ve ülkenin Kürt meselesi sorunu var. Bakıyorsunuz Siyon bayrakları altında Barzani miting yapıyor. Bu, Irak, İran, Türkiye iş birliği ile ezildi, Rusya da Suriye de destek verdi. Bu Kürtlere karşı bir şey değildi. Ben o gün çıktığım bir televizyon programında “Türk milliyetçileri o gün Kuzey Irak’taki referanduma izin vermeyerek Kürtlerin haysiyetini kurtardı” dedim. Bunun çok yerinde bir tespit olduğunu o günde gördük bugünde gördük. Kürt meselesi hem Türkiye’de hem bölgede milli bir barış ile hallolur. Fakat bunun için ABD ve İsrail’i denklem dışında bırakmak gerekiyor. Bunu yapmadığımız takdirde hiçbir milletle helalleşemeyiz. Bu ikisini def edeceğiz sonra taraflar her şeyleri konuşabilir.
ED: Paralel Devletin Modern Tarihi isimli bir kitabınız var 2016 yılında yayınlandı. Bu kitapta neyi anlattınız? Başka kitap projeleriniz var mı?
SB: Bu kitap aslında paralel devlet kavramının ortaya çıkmasını anlatıyor. Daha akademik bir makale olarak ama. Yani şu oldu bu oldu diye değil. Şöyle ki paralel devlet kavramı ilk olarak ABD’li tarihçi Robert Paxton tarafından ortaya atıldı ve bunu Hitler Almanya’sına bağlı SA birliklerinden yola çıkarak nakışladı. SA birlikleri taarruz birliği demek bizde de ”Kahverengi gömlekliler” olarak telakki edilir. Bunlar zaman içinde paralel devlete evrildiler deniliyor. Bu tabir zamanla çok defa kullanıldı ve çok fazla örneği de görüldü. Lübnan’da Hizbullah için bu söylenir. Hepsini FETÖ olarak düşünmemek gerekir. FETÖ bir ihanet odağı çok başka bir şey. Fransa’da Troçkistler mesela yine bir örnek, ABD’deki Neoconlar örnek verilebilir. Hareket noktası ise ilk çıkış noktası olduğu için Hitler Almanya’sındaki SA Birlikleri örnek alınmıştır. Sonra Türkiye’de FETÖ yapılanması alınmıştır böyle bir kitaptır. Bilgilendiricidir, doyurucudur diye tahmin ediyorum ve umuyorum. Yeni kitap projesi var adı ”Milliyetçi Barış” olacak Milliyetçiliğin barış siyasetine söylemesi gerekenleri içinde barındıran bir kitap olacak ama daha vakti var. Seçim süreci dolayısıyla çok fazla yazamıyoruz.
ED: Son sözleriniz varsa alalım
SB: Gösterdiğiniz ilgi alakaya teşekkür ederim. Umarım sizin bu tavrınız ana akım medyaya ders niteliğinde olur.