EKONOMİK KRİZ ve ÇÖZÜM 1 Eylül 2002

1- Öncelikle krizi ve krizin kaynağını doğru saptamak gerekir. Kriz, emperyalist dünya ekonomisinin krizidir. Yeni Dünya Düzeni spekülatif sermayeyi, dünya ekonomisine hakim hale getirdi. Karapara ekonomisi, dünyanın toplam ekonomik hacmi içinde önemli bir paya sahip oldu. Gelir dağılımı hem tek tek ülkelerde, hem de dünya ölçeğinde yoksul-zengin ayrımını korkunç boyutlara ulaştırdı. Yoksullaşmadan dolayı reel ekonomiyi (sanayii ve tarım üretimi) ilgilendiren büyük bir talep daralması yaşandı.

Bütün bu saydıklarımız, kapitalist dünya merkezleriyle sınırsız bir bütünleşme sürecine giren (Gümrük birliği, IMF ve DB’na bağlılık vb.) Türkiye içinde geçerlidir. Ulusal devletin küçültülmesi, özelleştirme, kaynakların özellikle borç politikası yoluyla iç ve dış mali sermaye çevrelerine akıtılması, çalışan kitlenin içine düştüğü büyük yoksulluk dolayısıyla iç talebin daraltılması Türkiye’yi ekonomik krize tamamen açık hale getirdi. 

2- 1929-30 büyük dünya buhranı ders alınması gereken önemli bir tarihi derstir. Bu krizden etkilenmeyen iki ülke vardı: Sosyalist Sovyetler Birliği ve bağımsız Türkiye Cumhuriyeti. Bu iki ülkede bağımsız oldukları ve emperyalist-kapitalist dünya ekonomisinin esas olarak dışında oldukları için krizin dışında kalabildiler. Kritik nokta: Türkiye tam da bu yıllarda devletçi ekonomiye yöneldi. Kamu ekonomisinin esas ve yönlendiricisi olmasını benimsedi. Bunun sonucunda hem sanayileşme yönünde büyük adımlar attı hem de ekonomisi istikrarlı bir şekilde büyüdü. Türkiye’nin bugün izlemesi gereken ekonomik politika, 1930’ların ekonomi politikasıdır. 

3- Çin, Kamu ekonomisi hakim ve yönlendirici olduğu için bugün dünya krizinden en az etkilenen ülke. Malezya korumacı politikalara yöneldi ve gelen haberler bu politikalardan dolayı Doğu Asya krizinden en az etkilenen ülkelerden birinin Malezya olduğu yönünde. Bu örnekler Türkiye’nin ne yapması gerektiğini gösteriyor. 

4- “Ekonomiye devlet müdahalesi” gibi muğlak ifadeler hiçbir şey ifade etmiyor. Önemli olan nasıl bir ekonomik müdahaledir. kamu ekonomisinin güçlendirilmesi ve yönlendirici olması doğrultusunda devlet müdahalesi olmalıdır. Hükümetin Pazartesi günü açıklamayı düşündüğü, munzam karşılıkların 1 puan düşürülerek bankalara 200 trilyon ek kaynak sağlanması ve böylece sanayiciye kredi olanakları yaratılması da bir devlet müdahalesidir ama hiçbir derde deva değildir. Bankaların kredi olanakları bugüne kadar fazlasıyla vardı ama bugünkü krize geldik. Devletin olanaklarının sermaye çevreleri yararına bu şekilde çarçur edilmesi, yarın çok daha büyük krizlere yol açabilir ve o zaman başka bir “müdahale” için gerekli kaynak da kalmayabilir. 

5- İç talebi güçlendirerek sanayiciye nefes aldırmak gerekiyor. Bunun için çalışan kesimin, işçinin ve üreticinin alım gücünün yükseltilmesi gerekiyor. Devletin kaynakları çalışanların hayat şartlarının iyileştirilmesi, alım güçlerinin yükseltilmesi yönünde kullanılmalıdır. 

6- Devlet, elinde bulunan kaynakları emekçilerin yaşam düzeylerini iyileştirmenin yanısıra doğrudan kamu bankaları aracılığıyla özellikle küçük ve orta ölçekli sanayi kuruluşlarına aktarmalıdır. 

7- Dış politikada, bölge merkezli dış politika ve bu çerçevede Orta Doğu ve Asya ülkeleriyle geliştirilecek ilişkiler önemlidir. Batı Çin olmak üzere dünya krizinden az etkilenen ülkelerle geleşterelecek ilişkiler, ekonomik bakımdan dışarda yaşanan Pazar durulmasına bir alternatif olarak değerlendirilmelidir. 

8- Türkiye, kararların alınmasında söz sahibi olmadığı Gümrük Birliği’nden derhal çıkmalıdır. 

9- Kamu ekonomisinin hakim ve yönlendirici olduğu politikanın esası İşçi Partisi’nin Kamulaştırma Programı’dır. Bu programı da yeniden kamuoyunun bilgisine sunmalıyız. 

10- “Nerden Buldun” Kanunu çıkarılmalı ve karaparaya el konulmalıdır. Bu tedbir ekonominin ihtiyaç duyduğu kaynağı ekonomiye kazandıracaktır.