A Millî Erkek Futbol Takımımız Avrupa Futbol Şampiyonasında büyük bir hezimet yaşadı. Turnuvayı puan alamadan son sırada tamamladık. Fakat alınamayan puanlardan daha vahimi ortaya konulan futboldu. Nasıl bir taktikle oynadığımızı kimse anlayamadı. Ne savunma yapabildik, ne hücum. Turnuvadaki 24 takım içerisinde temposu en düşük takım bizimkiydi. Herhangi bir istek de gözlemleyemedik. Millî takımın maçlarını mecbur olduğumuz için izledik. Turnuvaya ilk kez katılan Finlandiya, Makedonya gibi takımlar bile bizden daha istekliydi.
NEDEN VOLEYBOLDA BAŞARI GELİYOR?
Aynı dönemde Kadın ve Erkek Voleybol Millî Takımlarımız ise olağanüstü karşılaşmalar oynadılar. Erkek takımımız Avrupa Altın Ligi’nde yenilgisiz şampiyon oldu, kupayı kaldırdı. Kadın takımımız ise dünyanın en iyi 16 takımının katıldığı Dünya Uluslar Ligi’ni 4. bitirerek Dörtlü Finale kaldı. Bu hafta ABD, Brezilya ve Japonya ile birlikte şampiyonluk için mücadele edeceğiz.
Voleybol turnuvaları boyunca gördük ki, kadın takımımızdan Ebrar Karakurt, dünyanın en iyi pasör çaprazlarından birisi. Erkek takımımızdan Adis Lagumdzija da öyle. Liberolarımız Simge Aköz ve Beytullah Hatipoğlu ile orta oyuncularımız Zehra Güneş ve Bedirhan Bülbül dünya çapında oynuyorlar. Pasörlerimiz Cansu Özbay ve Murat Yenipazar takımlarımızı makine gibi oynatıyorlar. Özellikle kadın takımımızın yedekleri arasında yer alan genç İlkin Aydın, Tuğba Şenoğlu ve Buse Ünal geleceğimizin de garanti altında olduğunu gösterdiler. Ahmet Tümer ve Efe Mandıracı da…
Sadece isimlerini saydıklarımız değil her iki takımımız yedekleriyle birlikte şahane oynadılar. Bir yandan çağdaş voleybolun gereklerini yerine getiriyorlar bir yandan da hırs ve arzularıyla, millî formaya duydukları tutkuyla hepimizi ekrana kilitliyorlar. Asla maçları bırakmıyorlar. Kaybedilen sayılardan sonra bile birbirlerine sarılmaları, asla kapris yapmamaları, birbirlerini kıskanmamaları, tecrübelilerin gençlere duydukları saygı ve güven bizlerin de onlara sevgi beslememize neden oluyor. Bunda şüphesiz hem erkek takımımızı çalıştıran Nedim Özbey’in hem de kadın takımımızı çalıştıran - ve artık bizden biri olan - Giovanni Guidetti’nin payı büyük.
Bu başarılar voleybol liglerimizi yakından takip edenler açısından şaşırtıcı olmadı. Çünkü millî takımlarımızın ligin en öne çıkan oyuncularından oluşturulduğu konusunda bir şüphe yok. Hem nitelikleri hem formlarıyla hak ederek oraya geldiler. Gereğini de yaptılar.
FUTBOLDA KAYIRMACILIK
Futbol takımımız için bunu söyleyemeyeceğiz. İtalya maçından itibaren yapılan taktik hatalar ve - hadi korkak demeyelim - aşırı tedbirli çağdışı futbol bir yana hem geniş kadronun oluşturulma biçimi hem de sahaya çıkan takımlar ve maç içerisinde yapılan değişiklikler baştan sona yanlıştı.
Kendi takımlarında oynamayan ya da sezonu formsuz geçiren kimi oyuncular ya “hocanın güvendiği bir isim” ya da “vefa” duygusuyla kadroya alındı. Bu öznel yargılarla ve torpile varan uygulamalarla bazı mevkilerde gereksiz oyuncu yığılması yaşandı. Hâlbuki kadro seçimi nesnel ölçütlerle yapılmalı. Bütün sezon yüksek verimlilikle oynayan çok sayıda isim ya kadroya alınmadı ya da sahaya sürülmedi.
Başarılı olduğumuz 2000 ve 2008 Avrupa Şampiyonaları ile 2002 Dünya Kupası’nda formda ve doğru kadrolarla sahaya çıkmıştık. Buna karşılık yine hezimet yaşadığımız 2016 Avrupa Şampiyonasında, bugünküne benzer kayırmacılık örnekleriyle karşılaşmıştık.
TOPLUMU ZEHİRLİYOR
Kayırmacılık ve torpil sadece Millî takımımızın değil, toplumumuzun en önemli hastalıklarından birisi. Memur olmak için, asker-polis-bekçi olmak için, belediyede işçi olmak için, adliyede “işini çözmek” için, falanca ihaleyi almak için vs. herkes bir “tanıdık”, “hemşeri”, “nüfuzlu biri” arayışı içerisinde. Üstelik bunun partisi de yok.
Öyle ki, çok ciddi bir dolandırıcılık sektörü oluşmuş durumda. “Çok önemli birinin eşinin kuzeni” olduğu iddiasıyla bir kişinin atmışa yakın kişiyi “nüfuzumu kullanarak sizi devlet memuru yapacağım” vaadiyle kandırdığına, 40-50’şer bin TL paralarını aldığına bizzat şahit olmuştum. Üstelik anlattıkları da kuzenliği de palavraydı. Dolandırılanlar bizden yardım istemişti.
Bu durumda halkı suçlamak sorunu çözmüyor. Halk, işlerin böyle yürüdüğünü düşünüyor. Üstelik haksız da değiller. Özellikle yerel siyaset bu tür “vaatler” üzerinden yürüyor. Vekil olup Ankara’ya gelmenin veya belediye başkanı ya da meclis azası olmanın yolu bu olmuş. Tonlarca söz veriliyor ve sonra bu sözler yerine getirilmeye çalışılıyor. Bu arada hak edenler ya da işi kuralına göre yapmak isteyenler bir köşeye atılıyor. Toplumda “hakkıyla bir yere gelme” düşüncesinin aşındığı ve ancak “yüksek yerlerde tanıdığı olanların” işlerini yürütebildiği algısının giderek yükseldiğini görüyoruz.
KÖKLÜ BİR HASTALIK
Şüphesiz bu durum yeni değil. Halk ozanımız Âşık Mahzuni Şerif “Mamudo Kurban” şiirini 1986’da yazmıştı. Şöyle diyordu:
“Kurban gelir payın yoktur
Haftan yoktur, ayın yoktur
Ankara'da dayın yoktur
Mamudo kurban niye doğdun?”
Her koyunun kendi bacağından asılacağı ve memurların “işini bildiği” dönemin kültürü bu. Ankara’da dayı arayışı bugün hala sürüyor.
1979’da Osman F. Seden’in yazdığı ve yönettiği, Kemal Sunal’ın bakan yeğeni zannedilen bekçi Şaban Özgüneş’i canlandırdığı “Bekçiler Kralı”nın konusu da torpildi. Tesadüfe bakın ki bekçi Şaban da sevimli köpeğine “dayı” ismini takmıştı. Ve Ankara’da olduğu zannedilen bu “dayı” her kapıyı açıyordu. Ta ki “dayı”nın bakan değil köpek olduğu anlaşılana kadar.
Sadık Şendil’in yazdığı, Orhan Aksoy’un yönettiği 1978 tarihli “Neşeli Günler” filminde, Şener Şen’in canlandırdığı ve palavralarıyla ünlü Ziya karakteri, kendisini karakoldan çıkaran ağabeyine “Sen niye zahmet ettin abi, İçişleri Bakanı arkadaşımdır, çok sıkışırsam ona telefon ederdim” demektedir.
Ahmet Üstel’in yazdığı, Osman F. Seden’in yönettiği 1975 tarihli “Güler misin Ağlar mısın” filminde ise Ali Şen’in canlandırdığı otel sahibi Kayserili Cemal, işgal ettiği kıyıları Turizm Bakanını iyi ağırlayarak yasallaştırma çabası içerisindedir.
NASIL KURTULURUZ?
Edebiyatımızda ve sinemamızda sayısız örnek bulabiliriz. Ancak torpilin ve kayrımacılığın bugün toplumumuzu iyice yozlaştırdığını görüyoruz. Rus büyükelçisini öldüren kişi nasıl polis olabilmiştir? İzmir’de HDP’ye silahlı saldırı provokasyonuna imza atan ve sağlıksız bir kişiliğe sahip olduğu belli olan kişi nasıl sağlık memuru olabilmiştir? FETÖ örgütlenmesinin her alanda bir torpil örgütlenmesi olduğunu da unutmamak gerekir. Zamanında torpilli olanların, Bodrum’un en güzel yerlerinde doğa katliamı ile otel sahibi yapılanların, para karşılığı ya da Suriye’ye silah gönderme gibi kirli işler karşılığında siyasi nüfuz sahibi yapılan mafya görünümlü youtuberların bugünkü konumları ortada.
Torpili ve kayırmacılığı tarihe gömmek, bugün millî bir görev haline gelmiş durumda. Üretim devrimi, bu işin çözümü. Herkesin ürettiği ve kazandığı ile refah içerisinde yaşadığı bir milletin fertleri torpil peşinde koşmaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında böyle kuşaklar yetişiyordu. Neoliberal tüketim toplumu ve bireyciliğin bizleri içerisine attığı bu kazandan üretim çarklarını yeniden çevirerek çıkabiliriz. Ekonomik modelimizdeki köklü değişim, bu kültürel yozlaşmayı da tarihe gömecektir.
22 Haziran 2021 Salı