· Önümüzdeki
seçim,
Atlantik
tehdidi
ile
Türkiye
arasındaki
seçimdir.
· Önümüzdeki
seçim,
Üretim
Devrimi
ile
borç
batağı
arasındadır.
· Türkiye
ile
NATO
arasında
iktidar
mücadelesinin
seçimi
yapılıyor.
· Ya
Türkiye
ya
NATO:
seçenekler
bunlardır.
· Türkiye’nin
tek
seçeneği:
NATO
zincirini
kırmak
ve
Üretim
Devrimini
başarmak.
· Vatan
Partisi,
bu
tarihsel
süreçte
tek
seçenektir.
Vatan
Partisi
Genel
Başkanı
Doğu
Perinçek,
İstanbul
İl
Merkezi’nde
basın
toplantısı
yaptı. Perinçek,
AK
Parti
Hükümetinin
ABD’yi
Suriye’nin
kuzeyinde
işbirliğine
davet
etmesinin
getirdiği
ciddî
tehlikelere
işaret
etti
ve genel
seçime
giden
ortamda,
Vatan
Partisi’nin
“NATO’dan
çıkalım”
kampanyasında
yeni
bir
atak
başlattığını açıkladı.
Perinçek,
özetle
şunları
belirtti:
TEHDİDE
KARŞI
DOĞRU
MEVZİLENME
GEREĞİ
Açıkça
belirtelim:
AK
Parti
yönetiminin
“Denge
politikası”
dediği
strateji,
Türkiye
için
çok
ağır
bedelleri
olan
bir
aşamaya
girmiştir.
Bir
kez
“Denge”
diye
bir
strateji
olamaz.
Strateji,
belli
tarihsel
koşullarda,
baş
tehdidin,
baş
tehdide
karşı
öz
gücün
ve
müttefik
güçlerin
saptanmasıdır.
Tehdidin
etkisiz
hale
getirilmesi
için
doğru
mevzilenmenin
belirlenmesi
öncelikli
koşuldur.
DOĞADA
DENGE
YOK
HAREKET
VAR
Öncelikle
belirtelim,
“Denge
politikası”
adına
yapılan
iş,
Türkiye’yi
hedef
alan
tehdidin
saptanmasından
kaçınmaktır.
Tehdidi
saptamayanlar,
marifet
işlemiyorlar;
gerçeği
saptamaktan
kaçınıyorlar,
hatta
üzülerek
belirtiyoruz
korkuyorlar.
Düşman
ile
dostlar
arasında
dans
etmek,
siyaset
değil,
fakat
çaresizliktir
ve
bilgisizliktir.
Tehdidi
saptamayanlar,
düşmanı
ve
dostu
belirleyemezler,
başka
deyişle
strateji
kuramazlar.
Dolayısıyla
siyaset,
başka
deyişle
taktik
de
üretemezler.
Çünkü
siyaset,
stratejik
hedefe
ulaşmak
için
saptanan
yol
ve
yöntemlerdir.
Doğada,
toplumda
ve
siyasette
denge
yoktur,
hareket
vardır.
Denge
peşinde
koştuklarını
sananlar,
kendilerini
hareketsizliğe
bağlarlar
ve
“denge”
dedikleri
pasifliğe
teslim
olurlar.
Dans
ettikleri
partner,
acizlik,
çözümsüzlük
ve
teslimiyettir.
DİKKAT:
STRATEJİK
YANLIŞ
TAKTİK
MANEVRALARLA
DÜZELTİLEMEZ
Askerliğin
ve
siyasetin
temel
bir
ilkesi
vardır:
Yığınakta
yapılan
hata
düzeltilemez.
AK
Parti
yönetimi,
denge
adına
ABD
emperyalizmi
ile
insanlık
arasındaki
cepheleşmede
tarafsız
kalarak
tehdide
karşı
mevzilenmekten
kaçınıyor.
Buna
askerlikte
ve
siyasette
“yığınakta
hata”
adı
verilir.
Yığınakta
hata,
stratejide
yapılan
hatadır
ve
taktik
plandaki
uygulamalarla
düzeltilemez.
AK
Parti
Hükümetini
dostça
duygularla
ve
Türkiye
adına
ciddî
kaygılarla
uyarıyoruz:
Stratejik
hatanın
getirdiği
sorunlar,
taktik
oyunlarla
aşılamaz.
Bu
nedenle
çıkışta
son
sapağa
yaklaşmış
bulunuyoruz.
YIĞINAKTA
HATA:
SURİYE’DE
ABD
İLE
İŞBİRLİĞİNE
ODAKLANMAK
Yığınakta
hatanın
adını
koyalım:
AK
Parti
Hükümeti,
Suriye’de
çözüm
için
ABD
ile
işbirliğine
odaklanmaktadır.
Dışişleri
Bakanının
ağzından
dün
yapılan
açıklama
aynen
böyle.
Oysa
daha
23
gün
önce,
28
Aralık
2022
günü,
Türkiye,
Rusya
ve
Suriye
Savunma
Bakanları,
Moskova’da
toplanarak,
Suriye’de
terör
örgütlerine
birlikte
son
vereceklerini
ve
Suriye’nin
toprak
bütünlüğünü
birlikte
sağlayacaklarını
ilan
etmişlerdi.
Türkiye,
Suriye
ve
Rusya’nın
Suriye’de
birlikte
hareket
etmesi,
doğru
stratejiydi.
ABD
tehdidi,
üç
ülke
adına
doğru
saptanmıştı.
Çözüm
de
doğru
saptanmıştı:
Üç
ülke
hedefe
ulaşmak
için
askerî
işbirliği
yapacaktı.
Son
günlerdeki
gelişmelere
bakıyoruz:
Türkiye
yönetimi,
Rusya
Dışişleri
Bakanı’nın
14
Ocak
2023
günü
Moskova’ya
yaptığı
daveti
reddediyor
ve
ABD’ye
koşuyor.
Türkiye
yönetimi,
üç
ülke
dışişleri
bakanlarının
Moskova’da
buluşmasını
Şubat
ayına
sallıyor.
Sallıyor
diyoruz,
çünkü
burada
bir
erteleme
söz
konusu
değildir.
Üçlü
Çözüm
meçhule
sallanıyor,
hatta
aslında
reddediliyor
ve
arkasından
ABD
Dışişleri
Bakanı
ile
yapılan
görüşmeden
sonra,
ABD
ile
çözüm
stratejisi
yeğleniyor.
Bölgenin
terörden
temizlenmesini
ve
mültecilerin
ülkelerine
dönmelerini
sağlayacak
doğru
stratejiden
20
gün
içinde
tamamen
karşıt
stratejiye
geçişe
AK
Parti
kamuoyunda
“denge
siyaseti”
adı
veriliyor.
Burada
denge
adı
altında
yapılan
marifet,
yığınakta
hatadır.
BİRİCİK
ÇÖZÜM:
SURİYE
VE
RUSYA
İLE
İŞBİRLİĞİ
Burada
özellikle
vurgulamak
gerekir:
Suriye’de
ABD
ile
birlikte
çözüm
hayâline
kapılmak,
Dışişleri
Bakanı
Mevlüt
Çavuşoğlu’nun
omuzlarına
yüklenecek
bir
yöneliş
değildir.
Dışişleri
Bakanı,
başında
Sayın
Cumhurbaşkanımızın
bulunduğu
kabinenin
stratejisini
açıklamaktadır.
Bu
stratejinin
siyasetleri
de
belirlenmiştir.
ABD,
Suriye’ye
sözümona
anayasa
yapacak
siyasal
sürece
davet
ediliyor.
ABD’den
Suriye
Özel
Temsilcisi
ataması
talep
ediliyor.
Suriye
muhalefeti
ile
“rejimi”
uzlaştırma
siyaseti
yeniden
pişirilip
sofraya
getiriliyor.
Dahası
ABD’den
Türkiye’nin
30
km
derinliğindeki
Güvenlik
Koridorunu
desteklemesi
isteniyor.
ABD’nin
Ege’de
silah
dengesini
Yunanistan
yararına
bozan
siyasetlerden
ve
PKK’ya
silah
desteğinden
vazgeç
;mesi,
Türkiye’ye
F-16
uçaklarını
vermesi
de,
AK
Parti
yönetiminin
beklentileri
arasında.
Türkiye’nin
Rusya
ve
Suriye
ile
birlikte
Üçlü
Çözüm
fırsatını
tepmesi
ve
denge
adı
altında
düşmanla
dans
etmesi,
çok
ağır
sonuçlar
doğurur.
SAFLIĞIN
VE
HAYÂLPERESTLİĞİN
ADINA
TAKTİK
DENMEZ
AK
Parti
yönetimi,
ABD’yi
açıkça
Türkiye’yi
ve
Suriye’yi
bölme
stratejisine
davet
etmektedir.
Bu
davete
taktik
denemez.
Saflığın
ve
hayalperestliğin
adı,
taktik
değildir.
ABD
Hükümetinin
bir
stratejisi
var.
Bu
strateji,
taktik
oyunlarla
ve
denge
adı
verilen
manevralarla
değiştirilemez.
Çünkü
ABD’nin
Karadeniz,
Doğu
Akdeniz,
Batı
Asya
ve
Asya
siyasetleri,
genel
ABD
stratejisinin
ufku
içinde
saptanmıştır.
ABD,
Yunanistan
kıyılarına
yığdığı
büyük
askeri
güçle
ve
Doğu
Akdeniz’den
Türkiye’ye
yönelttiği
namlularla
Türkiye
düşmanı
stratejisinin
gereğini
yapmaktadır.
PKK
ve
PYD’ye
yapılan
silahlı
destek
de
o
stratejinin
içindedir
ve
ricayla,
ödünle
ya
da
yakarmayla
değişmez.
Nitekim
ABD,
Türkiye’nin
kendisini
savunmasına
yönelik
her
uygulamanın
karşısındadır
ve
Suriye’nin
meşru
yönetimi
olan
Beşar
Esat
Hükümeti
ile
normalleşmeyi
de
kabul
etmiyor.
Bu
durumda
AK
Parti
yönetimi,
denge
siyaseti
ad?
?
altında
kendisini
aldatmakta
ve
kendisiyle
birlikte
Türk
milletini
de
aldatmaktadır.
ABD
ve
NATO,
Natocuların
sandığı
gibi,
safiyane
taktiklerle
Türkiye’nin
müttefiki
konumuna
çekilemez.
MİLLÎ
STRATEJİ
VE
ÜÇLÜ
ÇÖZÜM
Türkiye,
bağımsızlığımıza,
vatan
bütünlüğümüze,
ekonomik
gelişmemize
ve
Akdeniz’deki
hayatî
çıkarlarımıza
yönelik
ABD+İsrail
tehdidini
gerçekçi
olarak
saptamak
ve
stratejisini
de
buna
göre
gerçekçi
olarak
saptamak
durumundadır.
Türkiye’nin
önünde
korkarak,
çekinerek,
ödün
vererek
hayata
geçirilecek
çözümler
yok.
Varolan
koşullarda
Türkiye’nin
sorunları,
gerçeklere
dayanarak
cesaretle
çözülür
ve
Türk
devletinin
ve
milletinin
cesaretini
seferber
edebilecek
çözüm
de
vardır.
O
çözümün
başında,
bugüne
kadar
her
kritik
durumda
kanıtlandığı
üzere
Vatan
Partisi
bulunuyor.
Atlantik
güçlerinin
ağız
birliği
halinde
Vatan
Partisi’ni
hedef
almalarının
sebebi
de
budur.
AK
PARTİ
YÖNETİMİ
ALTILI
MASA’NIN
HANGİ
SANDALYESİNDE
OTURUYOR
Bugün
NATO,
Türkiyemiz
için
bir
güvence,
bir
müttefik,
bir
korunak
değil,
ABD
tehdidinin
esas
aletidir.
Bugün
Türkiye
hapishanelerinde
NATO
generalleri
yatıyor.
İşte
NATO
hakikati
budur.
O
Natocu-Fetöcü
generalleri
kurtarma
gayretindeki
Altılı
Masa
liderleri
de,
ABD’nin
iç
cephedeki
bozguncu
güçleridir.
Peki
AK
Parti
Hükümeti,
ABD
oltasına
takılarak
Altılı
Masa’nın
hangi
sandalyesinde
oturuyor?
ABD
Dışişleri
Bakanlığının
denetimindeki Foreign
Policy, daha
yirmi
gün
önce,
Tayyip
Erdoğan’ı
devirme
hedeflerini
yeniden
ilan
etti
ve
önümüzdeki
seçimlerde
“kan
banyosu”
yaşanacağını
yazdı.
Altılı
Masa
aktörleri,
bu
senaryonun
oyuncuları
olarak
harekete
geçtiler:
Kılıçdaroğlu,
TSK
Komutanlarına
“haddinizi
bilin”
hakaretiyle
psikolojik
harekât
meydanına
sürüldü.
Babacan,
Türk
kavramını
Anayasadan
çıkartma
rezilliğini
yeniden
piyasaya
sürdü.
Meral
Akşener,
Gladyo
kraliçesi
görevinde
final
perdesini
açtı.
Davutoğlu,
“ABD’nin
Ankara’daki
adamı”
olarak
heyecanını
tazelemiş
bulunuyor.
Saadet
Partisi,
ABD
işbirlikçisi
ve
İran
düşmanı
cephede
salyangoz
satıyor.
Peki
AK
Parti
yönetimi
ABD’nin
bu
“kan
banyosu”
senaryosunun
neresinde?
Stratejik
soru
budur
ve
yaşanan
süreç
bu
soruya
yanıt
vermekten
korkan
ya
da
yanlış
yanıtlar
veren
tutumu
affetmez.
GÜVENLİĞİMİZİ
VE
ÜRETİM
DEVRİMİNİ
NATO’DAN
MEDET
UMARAK
DEĞİL,
NATO
ZİNCİRİNİ
KIRARAK
SAĞLAYABİLİRİZ
NATO’dan
ayrılmak,
ABD
tehditlerine
ve
tertiplerine
karşı
en
etkin
uygulamadır.
NATO’dan
kurtulan
Türkiye,
iç
cephesini
birleştirir
ve
sağlamlaştırır,
Ekonomide
Kurtuluş
Savaşını
zafere
ulaştırır.
NATO’dan
ayrılmak,
aynı
zamanda
Asya’ya
yönelişi
güçlendirir
ve
dış
cepheyi
pekiştirir.
NATO
üyeliğine
son
vermek,
millî
güvenliğimizin
gereği
olması
yanında,
ABD
tehdidiyle
karşı
karşıya
olan
ülkelere
güven
verecek
ve
Türkiye’nin
ittifak
birikimini
harekete
geçirecektir.
Türkiye’nin
NATO’ya
karşı
bağımsızlığını
ve
güvenliğini
savunmaya
yönelik
uygulamaları,
NATO
içindeki
çözülme
sürecini
hızlandıracak
ve
Dünya
Barışına
katkıda
bulunacaktır.
NATO
İLE
TÜRKİYE
ARASINDAKİ
İKTİDAR
MÜCADELESİ
Önümüzdeki
seçim,
Atlantik
tehdidi
ile
Türkiye
arasındaki
seçimdir.
Önümüzdeki
seçim,
bağımsız
Türkiye’nin
Üretim
Devrimi
atağı
ile
borç
batağında
boğulmak
arasındaki
seçimdir.
Önümüzdeki
seçim,
Türkiye
ile
NATO
arasındaki
iktidar
mücadelesine
sahne
olacaktır.
Ya
Türkiye,
ya
NATO:
Seçenekler
bunlardır.
Türkiye’nin
tek
seçeneği
var:
NATO
zincirini
kırmak
ve
Üretim
Devrimini
başarmak.
Vatan
Partisi,
bu
tarihsel
süreçte
tek
seçenektir.
Herkes
ve
her
parti,
bu
süreçte
Vatan
Partisi
ile
birlikte
Türkiye
cephesinde
saf
tutarak,
Türkiye’nin
ufkunun
aydınlanmasına
hizmet
eder.
NATO’DAN
ÇIKALIM
KAMPANYASINDA
YENİ
ATAK
Vatan
Partisi,
bütün
örgütleriyle
NATO’dan
Çıkalım
Kampanyasında
yeni
bir
atak
başlatıyor.
Türkiye’nin
bütün
halk
önderlerini
NATO’ya
karşı
öncü
görevlere
çağırıyoruz.
Bütün
vatandaşlarımızı
NATO
tehdidine
karşı
vatan
görevine
çağırıyoruz.
NATO’dan
çıkalım,
Gladyo’dan
kurtulalım,
güvenliğimizi
sağlama
alalım.
NATO’dan
çıkalım,
Ekonomik
Kurtuluş
Savaşımızı
zafere
ulaştıralım.
NATO’dan
çıkalım,
Asya
uygarlığının
öncü
konumlarına
yerleşelim.”
Vatan
Partisi
Merkez
Karar
Kurulu
Türkiye’nin
Güvenliği
ve
NATO
Üzerine
Karar
ve
Gerekçesi
-5
Şubat
2022
–
Vatan
Partisi
Merkez
Karar
Kurulu,
üç
ay
süren
inceleme
ve
çalışmalardan
sonra
29
Ocak
2022
ve
5
Şubat
2022
günü
yaptığı
toplantılarda,
“Türkiye’nin
Güvenliği
ve
NATO
Üzerine
Karar
ve
Gerekçesi”ni
görüşerek
oybirliğiyle
karara
bağladı.
Karar
ve
Gerekçesi’ni,
Türk
milletine
ve
dünya
kamuoyuna
duyurdu.
KARAR
1. Vatan
Partisi’nin
konumu
ve
güvenlik
kavramı
Vatan
Partisi,
Atlantik
Sisteminin
partisi
değildir.
Sistemin
iktidarını
paylaşmıyor,
sistemin
içindeki
muhalefet
de
değildir.
Vatan
Partisi’nin
amacı,
Üretim
Devrimini
başarıya
ulaştırmak,
başta
PKK
ve
FETÖ
olmak
üzere
terör
örgütlerini
temizlemek,
bağımsız
ve
halkçı
Türkiye’yi
kurmaktır;
başka
deyişle
Türkiye’nin
Millî
Demokratik
Devrimini
tamamlamaktır.
Vatan
Partisi’nin
güvenlik
kavramı,
Üretim
Devriminin
ve
Vatan
Savaşının
güvenliğidir.
NATO’ya
bakışımızı
da
bu
güvenlik
anlayışı
belirler:
Atlantik
Sistemine
bağlılığın
güvenliğini
değil,
Bağımsız
ve
Üreten
Türkiye
mücadelesinin
güvenliğini
savunuyoruz.
2.
Türkiye’nin
güvenliği
için
bütünsel
cephe
Vatan
Partisi,
güvenlikte
doğru
cephenin
merkezinde
yer
alan
öncü
partidir.
Öncelikle
Türkiye’ye
yönelen
tehdidi
gerçeklere
dayanarak
saptıyor
ve
halkımızın
dikkatine
sunuyoruz.
Türkiye
Ege’de,
Akdeniz’de,
Suriye
ve
Irak’ın
kuzeyinde,
Kafkaslar
ve
Karadeniz’de,
bütün
cephelerde
ABD-İsrail
eksenli
tehditlerle
karşı
karşıyadır.
İsrail
Hükümeti
ve
MOSSAD
Başkanı,
ülkeleri
için
birinci
tehlikenin
Türkiye
olduğunu
açıkladı
ve
Güvenlik
Belgelerine
yazdılar.[1]ABD’nin
güvenlik
yetkilileri
de
Batı
Asya’da
birinci
tehdidin
Türkiye
olduğunu
resmen
belirtiyorlar.
Bu
olgular,
Türkiye’nin
güvenlik
stratejisi
için
belirleyicidir.
Bölgemizde
Karadeniz’den
Akdeniz’e,
dahası
Hürmüz
Boğazı’na
kadar
tek
bir
cephe
oluşmuştur.
Bu
cephenin
farklı
alanlarında
farklı
stratejiler
oluşturmanın
bedeli
ağır
olur.
Bütünsel
bir
strateji
kurmak,
güvenliğimizi
sağlamanın
en
temel
görevidir.
Bütünsel
cephede
ABD-İsrail
eksenli
tehditle
karşı
karşıya
bulunan
bütün
ülkeler,
Türkiye’nin
ittifak
birikimini
oluşturuyor.
Dünya
ölçeğindeki
saflaşmada
da
ABD
eksenli
tehditle
mücadele
eden
ülkeler,
yine
Türkiye
ile
aynı
güvenlik
cephesinde
yer
alıyorlar.
Bütün
dünya,
bugün
ABD’nin
öncelikle
Çin,
Rusya,
İran
ve
Türkiye’yi
hedef
aldığını
saptıyor.
3.
Türkiye’ye
yönelik
tehdidin
odağı
Ege
ve
Doğu
Akdeniz
Türkiye’yi
hedef
alan
tehdidin
odağı,
Doğu
Akdeniz’dir.
Ege,
Doğu
Akdeniz’in
içindedir.
Bu
saptamamızın
kanıtları
şöyle
özetlenebilir:
–
ABD,
Yunanistan
kıyılarında, Dedeağaç,
Kavala,
Selanik,
Larisa,
Stefanovikio
ve
Girit’teüsler
kuruyor
ve
silahlı
yığınak
yapıyor.
–
Yunanistan
yönetimi,
kara
sularını
12
mile
çıkaracağı
yönünde
açıklamalarda
bulunuyor.
–
ABD,
AB
ve
Yunanistan,
Türkiye’nin
Mavi
Vatanındaki
doğal
kaynaklarını
ele
geçirmeye
yönelik
girişimlerini
yoğunlaştırıyorlar.
Bütün
bu
olgular,
Akdeniz
sularının
ısındığına
işaret
etmektedir.
ABD’nin
Türkiye
Cumhurbaşkanını
devirme
planını
uygulamada
Doğu
Akdeniz
merkezli
girişimlere
kalkışma
olasılığı
dikkate
alınmalıdır. Çünkü
Ege
ve
Doğu
Akdeniz
cephesinde
güçler
dengesi,
ABD’ye
cüret
kazandırmaktadır.
Türkiye’ye
yönelik
ikincil
tehdit
odağı,
Suriye
ve
Irak’ın
kuzeyindeki
ABD
askerî
varlığı
ve
denetimindeki
PKK/PYD/YPG
ile
DEAŞ
gibi
terör
örgütleridir.
4.
Güvenliğin
temel
gücü
Güvenliğimizin
temel
gücü,
başta
Türk
Silahlı
Kuvvetleri
ve
Türk
Polisi
olmak
üzere,
Türk
devleti
ve
milletinin
güç
birikimidir.
Devletimizin
ve
Milletimizin
güvenlik
bilincini
ve
moral
yeteneklerini
geliştirmek
esas
görevdir.
Bu
nedenle
devlet
ve
millet
güçlerinin
ABD,
NATO
ve
İsrail
tehdidine
karşı
gerçekçi
ittifak
birikimimiz
konusunda
doğru
bilgilendirilmesi
tarihî
sorumluluktur.
5.
İttifak
birikimimiz
Türkiye’ye
yönelik
tehditlere
karşı
ittifak
birikimimiz,
ABD-İsrail
tehdidi
altındaki
devletlerdir.
Başta
Rusya
olmak
üzere
İran,
Irak,
Suriye,
Libya,
Azerbaycan,
Kazakistan,
Abhazya
ve
KKTC
gibi
bölge
ülkeleri
yakın
coğrafyamızdaki
öncelikli
ittifak
birikimimizi
oluşturuyor.
Türk
Devletleri
Teşkilatı’nın
Orta
Asya’daki
üyeleri
olan
Özbekistan,
Kırgızistan
ve
gözlemci
statüsündeki
Türkmenistan
ve
Macaristan,
Türkiye’nin
güvenlik
stratejisinde
ikinci
bir
halkayı
oluşturuyorlar.
Başta
Çin
Halk
Cumhuriyeti
olmak
üzere
Pakistan,
Bangladeş,
Afganistan,
Kore
Demokratik
Halk
Cumhuriyeti,
Vietnam
gibi
Asya
ülkeleri
ile
Belarus
ve
ABD
denetimine
tavır
alan
Avrupa
ülkeleri;
başta
Venezuela,
Meksika
ve
Küba
olmak
üzere
Orta
ve
Güney
Amerika
ülkeleri;
Mısır,
Cezayir,
Mali
gibi
Afrika
ülkeleri
Türkiye’nin
dünya
çapındaki
ittifak
birikimi
içindedirler.
Türkiye,
ittifak
birikimini
hayata
geçirmek
için,
süreçlere
etkin
olarak
müdahalede
bulunmalı,
ilgili
ülkeleri
ortak
çıkarlar
temelinde
kazanmaya
yönelik
siyasetler
geliştirmelidir.
6.
Askerî
Liseler
ve
Hastaneler
açılmalı,
Harp
Okulları
Kuvvet
komutanlıklarına
bağlanmalı
2016
sonrasında
kapatılan
Askerî
Liseler
tekrar
açılarak
Türk
Ordusu’na
ve
Türk
Donanması’na
küçük
yaştan
itibaren
savaşa
hazırlanmış,
daha
nitelikli
askerle
görev
yapma
olanağı
sağlanmalı;
Türk
subayını
yetiştiren
249
yıllık
Harp
Okulu
Geleneği
yeniden
Kuvvet
Komutanlıklarına
bağlanarak
canlandırılmalıdır.
Savaşa
yönelik
daha
özel
hazırlıklar
gerektiren
sağlık
görevi
için
özel
uzmanlar
yetiştiren
Askerî
Hastaneler
ve
GATA
yeniden
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nin
yönetim
ve
hizmetine
girmelidir.
7.
Bedelli
askerliğe
son
Türk
Ordusunun
geleneğine,
temel
vatandaşlık
görevine
ve
eşitliğe
aykırı
olan
Bedelli
Askerlik
uygulamasına,
yurt
dışında
çalışan
vatandaşlarımız
bağışık
tutularak
son
verilmelidir.
8.
Türk
Silahlı
Kuvvetleri,
Emniyet
Teşkilatımız
ve
MİT
ABD
ve
NATO
ideolojisiyle
değil
Cumhuriyetimizin
millî
ideolojisiyle
eğitilmeli
Arkada
kalan
Atlantik
Sistemi
döneminde,
Türk
Ordusu,
Emniyet
Teşkilatımız
ve
MİT;
ABD
ve
NATO
ideolojisiyle
millî
geleneklerimizden
ve
millî
amaçlarımızdan
uzaklaştırılmak
istendi.
Sonuçlarını
görüyoruz:
FETÖ
Darbe
girişiminden
sonra
125.618
kamu
görevlisi
Devlet
Örgütünden
ihraç
edildi.
Ancak
bir
de
ideolojik
bozulmanın
etki
ve
kalıntıları
var.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin
bütün
silahlı
güçleri
ve
istihbarat
örgütü,
Cumhuriyetimizin
Cumhuriyetçi,
Milliyetçi,
Halkçı,
Devletçi,
Laik
ve
Devrimci
öğretisiyle
eğitilmeli
ve
kurumlaştırılmalıdır.
9.
Millî
savunma
sanayimiz
geliştirilmeli
Türkiye,
savunma
ve
güvenliğini millîleştirmek,
millî
kaynaklarla
güçlendirmek
ve
özgüveni
sağlamlaştırmak
yolunda
yürüttüğü
çabaları
kararlılıkla
sürdürmeli
ve
millî
savunma
sanayimizi
çağdaş
ölçülerde
geliştirmelidir.
Savunma
sanayimize
araştırma
ve
geliştirme
için
yeterli
kaynak
ayrılmalıdır.
Rusya,
Çin,
İran,
Azerbaycan,
Kazakistan,
KKTC
ve
Pakistan
gibi
ittifak
birikimimiz
içinde
olan
ülkelerle
işbirliği
yapılmalıdır.
10.
Millî
İnternet
Ağı
ve
uydu
sistemi
geliştirilmeli
Atlantik
emperyalistlerinin
internet
tekeline
son
vermek
ve
milli
devletimizin
güvenliği
için,
millî
uydu
sistemimizi
geliştirmeli
ve
bu
amaçla
Asya
Merkezli
İnternet
Ağının
inşasına
katılmalıyız.
Bu
yönde
Çin
ve
Rusya
devletlerinin
girişiminde
yer
almalıyız.
11.
BM
İkiz
Sözleşmelerini
onaylayan
yasa
kaldırılmalı
ve
Avrupa
Yerel
Yönetimler
Özerklik
Şartı’ndaki
imzamız
çekilmeli
TBMM’nin
4
Haziran
2003
tarihinde
kabul
ettiği,
“İkiz
Yasalar”
diye
anılan
“BM
Ekonomik
Sosyal
Kültürel
Haklar
Sözleşmesi”
ile
“BM
Medenî
ve
Siyasî
Haklar
Sözleşmesi”ni
onaylayan
4867
ve
4868
sayılı
kanunlar
kaldırılmalıdır.
Çünkü
İkiz
Yasalar,
etnik,
mezhepsel,
ekonomik
ve
bölgesel
bölünmelere
ve
özerkliğe
zemin
oluşturuyor,
devlet
ve
millet
bütünlüğünü
tehdit
ediyor,
devlet
egemenliğimize
aykırılık
taşıyor,
yabancı
devletlere
müdahale
hakkı
tanıyor
ve
Devrim
Kanunlarını
hedef
alıyor.
Türkiye
Cumhuriyeti
Hükümetinin
Avrupa
Yerel
Yönetimler
Özerklik
Şartı’ndaki
21
Kasım
1988
günlü
imzası
geri
çekilmelidir.
12.
Bağımsızlığımıza
ve
güvenliğimize
aykırı
düzenlemeler
kaldırılmalı
NATO
ve
AB
sürecinde
millî
egemenliğimize
aykırı
düzenlemeler
yapılmış,
“sivil
toplum
örgütleri”nin
emperyalist
kurumların
denetimi
altında
faaliyette
bulunmalarına
ve
bunlardan
maddî
destek
almalarına
olanak
sağlanmıştır.
Dahası
yıkıcılık
ve
casusluk
faaliyetlerine
zemin
tanınmıştır.
2004
yılında
Anayasa’nın
90.
Maddesinde
yapılan
değişiklikle
uluslararası
antlaşmaları
anayasa
hükmü
düzeyine
çıkaran
hüküm
kaldırılmalıdır.
AİHM
kararlarını
Türk
yargısının
üzerinde
sayan
bütün
düzenleme
ve
uygulamalar
kaldırılmalıdır.
Bağımsızlığımıza
ve
güvenliğimize
aykırı
olan
düzenlemeler
kaldırılmalı
ve
uygulamalara
son
verilmelidir.
Bu
amaçla
yapılacak
kanunda,
dernekler,
sendikalar,
oda
ve
meslek
kuruluşları,
basın
ve
medya
kuruluşları
ile
kişi
grup
ve
platformların
yabancı
devletlerden,
uluslararası
kuruluşlardan
ve
Türk
uyruğu
olmayan
gerçek
ve
tüzel
kişilerden
Türkiye’nin
içişlerine
müdahaleye
yönelik,
bağımsızlığımıza
ve
güvenliğimize
zarar
veren
maddî
yardım
alamayacakları
hükme
bağlanmalıdır.
Kanuna
aykırı
eylemde
bulunanların
cezalandırılması,
maddî
yardım
alan
kuruluşun
kapatılması
ve
alınan
maddî
yardıma
elkonulması
öngörülmelidir.
13.
HDP
kapatılmalı,
Kandil’e
beyaz
bayrak
çektirilmeli
ABD’nin
ve
NATO’nun
iç
cephedeki
kuvvetlerine
karşı
Ordumuzun,
Polisimizin
ve
Köy
Korucularımızın
yürüttüğü
başarılı
mücadele
kesin
sonuca
ulaştırılmalı,
Kandil’e
beyaz
bayrak
çektirilmelidir.
Bu
bağlamda Terör
Örgütünün
yasal
olanakları
kullanmasına
kesinlikle
izin
verilmemeli
ve
HDP
kapatılmalı,
yerine
herhangi
bir
parti
ya
da
örgüt
kurulmasına
kesinlikle
fırsat
tanınmamalıdır. Terör
Örgütü
Mecliste
olamaz.
Belediyeler,
çocuklarımızı
kaçırıp
terör
örgütüne
teslim
edenlere,
mayın
döşeyenlere,
haraç
toplayanlara
bırakılamaz.
14.
İncirlik
ve
Kürecik
üsleri
bütünüyle
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nin
denetimine
alınmalı
ABD
ve
NATO
tarafından
kullanılan
İncirlik
ve
Kürecik
üsleri,
hem
Türkiyemiz
için
hem
de
komşularımız
için
tehdit
oluşturuyor.
Bu
üsler
bütünüyle
Türk
Ordusunun
denetimine
alınmalıdır.
ABD
askeri
ve
personeli
en
kısa
zamanda
üsleri
terk
etmelidir.
Şirinyer
İzmir
Müttefik
Kara
Kuvvetleri
Komutanlığı,
Çiğli
İzmir
ABD
Hava
İstasyonu,
Konya
NATO
Awacs
İleri
Harekât
Üssü,
Ankara
ABD
Savunma
İşbirliği
Ofisi,
Ankara
Barış
İçin
Ortaklık
Eğitim
Merkezi,
NATO
Terörizmle
Mücadele
Mükemmeliyet
Merkezi,
Mersin
Limanının
ABD
kullanımına
açılan
birimleri;
ABD
ve
NATO
kullanımına
kapatılmalı
ve
bütünüyle
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nin
denetimine
alınmalıdır.
15.
Doğu
Akdeniz
ve
Ege’de
Mavi
Vatanın
güvenliği
Ege’de
Yunanistan’ın
karasularını
6
milin
üzerine
çıkarma
girişimlerinin
TBMM’nin
8
Ağustos
1995
tarihinde
aldığı
savaş
nedeni
(casus
belli)
sayılacağı
konusunda
kararın
her
durumda
uygulanması
için
gerekli
hazırlık
yapılmalıdır.
Ege’de
Türkiye
toprağı
olan
153
ada
ve
adacık
grubu
üzerindeki
yabancı
işgaline
son
verilmeli
ve
egemenliğimiz
fiilen
hayata
geçirilmelidir.
Mavi
Vatanda
güvenliğimizi
sağlamak,
denizlerimizdeki
canlı
ve
cansız
doğal
kaynakları
değerlendirmek
için
Münhasır
Ekonomik
Bölge
derhal
ilan
edilmelidir.
Mavi
Vatanın
savunulmasında
ve
kaynakların
değerlendirilmesinde
eşgüdümü
sağlamak
amacıyla
Denizcilik
Bakanlığı
kurulmalıdır.
Denizcilik
alanında
40’ın
üzerinde
yasa,
20’nin
üzerinde
tüzük
ve
100’den
fazla
yönetmelik
birleştirilmeli
ve
düzenlemeler
geliştirilip
sadeleştirilmelidir.
16.
KKTC’nin
tanınması
için
doğru
strateji
ve
eylem
planı
Vatan
bütünlüğümüzü
ve
Doğu
Akdeniz’i
savunmada
ön
mevzi,
Kıbrıs’tır.
KKTC’nin
tanınması
için,
Türkiye
gibi
NATO
tehdidiyle
karşı
karşıya
olan
Karadeniz,
Akdeniz
ve
Umman
Denizi
ülkelerinden
başlayan
strateji
ve
eylem
planı
hayata
geçirilmelidir[2].
Doğu
Akdeniz’deki
silahlı
varlığımız
güçlendirilmeli
ve
Kıbrıs’ta
deniz
üssü
kurulmalıdır.
Vatan
Partisi,
KKTC’nin
tanınması
için,
Abhazya
ile
Ortak
Bildiri
imzalamıştır. Aynı
amaçla
Rusya,
Çin
Halk
Cumhuriyeti,
İran,
Suriye,
Pakistan,
Bangladeş,
Cezayir,
Mali
ve
Güney
Amerika
ülkeleriyle
ortak
güvenlik
ve
ekonomik
çıkarlar
temelinde
yaptığı
görüşmeleri
sonuca
ulaştırma
kararındadır.
17.
Suriye
ile
her
alanda
acil
işbirliği
Türkiye,
ABD
güdümlü
PKK/PYD/YPG
gibi
bölücü
ve
DEAŞ
türünden
yobaz
terör
örgütlerini
temizlemek
için,
Suriye
Devleti
ile
siyasî,
askerî,
ekonomik,
kültürel
alanda
derhal
işbirliğine
başlanmalı
ve
Suriye’nin
toprak
bütünlüğü
sağlanmalıdır.
Bu
bağlamda
Suriye
sınırında
40
km
genişliğinde
ve
700
km
uzunluğunda
Güvenlik
Şeridi
oluşturma
siyaseti
terk
edilmeli,
Suriye
ile
birlikte
terör
örgütlerini
bitirme
siyaseti
uygulanmalıdır.
Kıyıdaş
Suriye
ile
Doğu
Akdeniz’de
Yetki
Alanları
Anlaşması
bir
an
önce
imzalanmalıdır.
18.
ABD’den
ve
komşularımızdan
Türkiye’yi
kuşatan
üslerin
boşaltılması
talep
edilmeli
ABD’den
ve
komşularımızdan
Türkiye’yi
kuşatan
Yunanistan,
Güney
Kıbrıs,
Suriye,
Irak,
İran-Arap
Körfezi,
Gürcistan
ve
Ukrayna’daki
üslerin
boşaltılması
talep
edilmelidir.
19.
Türkiye
NATO’dan
çıkmalı
Türkiye’nin
NATO’dan
çıkması,
Vatan
Partisi’nin
stratejik
hedefidir.
NATO’dan
ayrılmak,
ABD
tertiplerine
karşı
en
etkin
uygulamadır.
NATO’dan
kurtulan
Türkiye,
iç
cephesini
birleştirir
ve
sağlamlaştırır,
Ekonomide
Kurtuluş
Savaşını
zafere
ulaştırır.
NATO’dan
ayrılmak,
aynı
zamanda
Asya’ya
yönelişi
güçlendirir
ve
dış
cepheyi
pekiştirir.
NATO
üyeliğine
son
vermek,
millî
güvenliğimizin
gereği
olması
yanında,
ABD
tehdidiyle
karşı
karşıya
olan
ülkelere
güven
verecek
ve
Türkiye’nin
ittifak
birikimini
harekete
geçirecektir.
Türkiye’nin
NATO’ya
karşı
bağımsızlığını
ve
güvenliğini
savunmaya
yönelik
uygulamaları,
NATO
içindeki
çözülme
sürecini
hızlandıracak
ve
Dünya
Barışına
katkıda
bulunacaktır.
20.
Türkiye
Ukrayna
ve
Gürcistan’ın
NATO’ya
alınmasını
veto
edeceğini
ilan
etmeli
ABD’nin
NATO’yu
doğuya
doğru
genişletmesi,
Türkiye
için
de
ciddî
tehdittir
ve
ayrıca
ittifak
birikimimizle
ilişkilerimizi
zedeleyecektir.
NATO’dan
çıkmak
esas
çözüm
olmakla
birlikte,
Türkiye
Cumhuriyeti
Hükümeti,
Ukrayna
ve
Gürcistan’ın
NATO’ya
alınmasını
veto
edeceğini
bugünden
ilan
etmelidir.
Böylece
yalnız
Karadeniz’de
değil,
Doğu
Akdeniz’de
de
ittifak
birikimimizi
hayata
geçirir
ve
savunmamızı
güçlendiririz.
21. Başarı
kazanmış
güvenlik
modelleri
Yakın
tarihte Türkiye’nin
güvenliğiyle
ilgili
üç
başarı
var.
Bu
başarılar
sayesinde
Batı
Asya’da
ve
Asya
ölçeğinde
iki
model
oluştu.
Birinci
başarı, 2017
yılı
Eylül
ayında
ABD
ve
İsrail’in
Irak’ın
kuzeyinde ilan
etmeye
kalktıkları
“Bağımsız
Kürdistan”
planının
bozulmasıdır.
Türkiye, o
süreçte
Vatan
Partisi’nin
de
etkin çabalarıyla İran,
Irak,
Suriye
ve
Rusya
ile
birlikte
hareket
etti
ve
“Bağımsız
Kürdistan”
adı
altında
İkinci
İsrail
girişimini
önledi.
İkinci
başarı,
Karabağ’ın
silahlı
mücadeleyle
kurtarılmasında
Türkiye,
Azerbaycan
ve
Rusya
arasındaki
işbirliğidir.
Üçüncü
başarı,
ABD’nin
Ocak
2022’de
Kazakistan’da
tezgâhladığı
darbenin
Kazakistan,
Rusya,
Çin
ve
Türk
devletlerinin
işbirliğiyle
bastırılmasıdır.
İlk
iki
başarı,
Türkiye-Rusya
eksenli
bölge
birlikteliğinin
ABD-İsrail
tehditlerini
bertaraf
etme
yeteneğini
kanıtlamıştır.
İran,
Rusya
ve
Türkiye’nin
Suriye’nin
toprak
bütünlüğünü
savunma
amacıyla
yürüttükleri
Astana
Süreci
ve
Soçi
Mutabakatı
da
bu
başarıya
katkıda
bulunmuştur.
Kazakistan
başarısı
ise,
Türk
devletleri-Rusya-Çin
eksenli
Asya
ölçeğindeki
birlikteliğin
ürünüdür.
Başarısı
kanıtlanmış
olan
her
iki
modelin
geliştirilmesinde
ısrar
edilmelidir.
22.
Batı
Asya
Güvenlik
Örgütü
(BAGÖ)
Türkiye’nin
bağımsızlığı
ve
toprak
bütünlüğü,
Üretim
Devriminin
başarıya
ulaşması,
ülkemizin
ve
bölgemizin
güvenliği
için
en
gerçekçi
çözüm
Batı
Asya
Güvenlik
Örgütü’nün
(BAGÖ)
kurulmasıdır.
Vatan
Partisi,
bu
amaçla
Rusya,
İran,
Irak,
Suriye,
Azerbaycan,
Kazakistan,
Abhazya,
KKTC
ve
diğer
ilgili
ülkeler
katındaki
girişimlerini
sürdürecektir.
23.
Türkiye,
Şanghay
İşbirliği
Örgütü’ne
tam
üye
olarak
katılmalı
Türkiye,
dünyada
ve
bölgemizde
güvenlik
ve
barış
için,
başta
Rusya,
Çin
Halk
Cumhuriyeti,
Orta
Asya
Cumhuriyetleri,
Hindistan,
Pakistan
olmak
üzere
Avrasya
ülkeleriyle
işbirliği
ve
dayanışmasını
güçlendirmeli,
Şanghay
İşbirliği
Örgütü
içindeki
bağımsız
yerini
almalıdır.
Böylece
ülkemizin
ABD
ve
AB
ile
ilişkilerini
normalleştireceği
ve
karşılıklı
yarar
esasına
oturtacağı
koşullar
da
yaratılmış
olacaktır.
GEREKÇE
1.
NATO’nun
kuruluşu
ve
işlevi
NATO,
İkinci
Dünya
Savaşı
sonrası
koşullarda
kuruldu.
ABD,
Bretton
Woods
Konferansı
sonrasında
Dolar
Saltanatını
kurmuştu.
O
dönemde
ABD,
dünya
ekonomisinin
yarısını
üretiyordu.
ABD,
Japonya’ya
atom
bombası
atarak
bütün
dünyayı
tehdit
altına
almış
ve
özellikle
yeni
rakibi
olan
Sovyetler
Birliği’ne
gözdağı
vermişti.
Ancak
Stalin
yönetimindeki
SSCB
de
atom
bombası
yaptı
ve
ABD’nin
tehdidini
dengeledi.
ABD,
Batı
Avrupa
ülkelerini
de
denetim
altına
almış,
hatta
Almanya’nın
bir
kesimini
işgal
etmişti.
NATO,
ABD’nin
ekonomik
ve
askerî
üstünlüğünün
dorukta
olduğu
1949
yılında
kuruldu.
NATO’nun
açılımı
Kuzey
Atlantik
Antlaşması
Örgütü’dür.
Ancak
NATO
gerçeğine
bakınca,
ABD
ile
diğer
üyeler
arasında
karşılıklı
antlaşmadan
çok,
ABD
diktası
altında
toplanma
görülür.
NATO,
Fransa
Cumhurbaşkanı
De
Gaulle’ün
daha
1960’lı
yıllarda
vurguladığı
üzere,
ABD’nin
“müttefikleri”
üzerindeki
denetim
örgütüdür.
Bu
denetimi
ABD,
özellikle
Gladyo
aracılığıyla
sağlamaktadır.
NATO
ileri
sürülen
gerekçeye
göre,
Kuzey
Atlantik
ülkelerini
Sovyetler
Birliği
tehdidine
karşı
savunmak
için
kurulmuştu.
Ancak
iki
blok
arasında
bir
savaş
olmadı
ve
Sovyetler
Birliği’nin
dağılmasından
sonra
aslında
NATO’nun
kuruluş
gerekçesi
de
ortadan
kalkmış
oldu.
Ne
var
ki
NATO,
ABD
zorlamasıyla
devam
etti.
Çünkü
NATO’nun
dün
olduğu
gibi
bugün
de
geçerli
olan
asıl
önemli
işlevi,
NATO
üyelerini
savunmak
değil,
ABD
boyunduruğunda
tutmaktı.
2.
Yeraltındaki
NATO:
Gladyo
ABD’nin
NATO
ülkelerini
yönetmede
kullandığı
mekanizmaya
kendi
içlerinde
SüperNATO
diyorlar.
Öyle
bir
“Derin
Devlet”
ki,
Norveç
ve
Almanya’dan
Yunanistan
ve
Türkiye’ye
kadar
bütün
NATO
ülkelerinin
içinde
gizli
anlaşmalarla
örgütlenmiştir.
SüperNATO,
üye
ülkelere
yerleştirilmiş
paralel
yönetim
merkezleridir.
Her
ülkede
SüperNATO’ya
genellikle
o
ülke
tarihinden
“millî”
isimler
verilmiştir.
Böylece
ABD’nin
Derin
Devleti,
sözümona
millîleştirilmiş
olmaktadır.
ABD
emperyalizminin
çıkarlarına
hizmet
eden
sözde
‘’milliyetçilik’’,
örneğin
İtalya’da
Latince
kılıç
anlamına
gelen
Gladyo
adını
alarak
İtalyanlaştırılmış
oluyor.
Gladyo’nun
NATO
ülkelerindeki
işlevini
anlamamıza
yarayan
en
açık
bilgileri
bir
zamanların
İtalya
Cumhurbaşkanı
Fransesco
Cossiga
vermiştir.
NATO,
Cossiga’nın
Nur
Batur’a
anlattığı
gibi,
Stay
Behind
Nets
(SBN)
denen
gizli
örgütlenme
aracılığıyla
bağlı
ülkelerin
cumhurbaşkanlarını
dahi
örgütler
ve
ülkesinin
başına
ABD
bekçisi
olarak
oturtur.
İtalya
Cumhurbaşkanı,
kendisiyle
birlikte
Fransa
Cumhurbaşkanı
Giscard
d’Estaing,
İngiltere
Başbakanı
Margaret
Thatcher
ve
Almanya
başbakanları
Helmut
Schmidt
ve
Helmut
Kohl’ün
ABD’de
eğitilerek
ülkelerinin
başına
adeta
atandıklarını
itiraf
etmektedir.
Gladyo’nun
başında
öncelikle
NATO
ülkesinin
hükümet
yöneticilerinin
bulunması
sağlanmaktadır.
Ordu,
onların
komutası
altındad
ır.
NATO
ülkelerindeki Özel
Harp
birimleri genellikle
Gladyo’nun
askerî
alandaki
çekirdek
gücünü
oluştururlar.[3]
3. Türkiye’nin
NATO
tecrübesi
3.1.
İkinci
Dünya
Savaşı
sonrasında
iki
seçenek
Türkiye’nin
NATO’ya
giriş
serüveni
günümüz
için
derin
dersler
içeriyor.
İkinci
Dünya
Savaşı’na
giden
süreçte
ve
savaş
ertesinde,
Türkiye’nin
önünde
iki
seçenek
vardı.
Birinci
seçenek:
Atatürk’ün
seçeneği
idi.
Başka
deyişle
“Arasız
Devrimler”
seçeneği,
Kemalist
Devrimi
sürdürme
seçeneği.
İkinci
seçenek
ise,
Atlantik
Sistemine
bağlanmak
ve
Kemalist
Devrimden
vazgeçmekti.
Bu
iki
seçenek
saptaması
çok
önemlidir.
Çünkü
Türkiye’nin
Atlantik
Sistemine
bağlanması
basit
bir
dış
siyaset
seçimi
değildi.
Türkiye,
Atlantik
denetimine
girerek
Kemalist
Devrim’den
vazgeçti.
Büyük
Devrimci
Önderimiz
Atatürk,
İkinci
Büyük
Savaşın
eşiğinde,
Türkiye’nin
karşılaşacağı
tehdidi
çok
açık
gördü.
1937
yılında
Başbakan
Celal
Bayar’ı,
Dışişleri
Bakanı
Tevfik
Rüştü
Aras’ı,
arkadaşı
Kılıç
Ali’yi
toplayarak,
dünyanın
önündeki
savaş
tehdidini
anlattı
ve
“Size
tek
bir
vasiyet
bırakıyorum”
dedi.
Atatürk’ün
biricik
dediği
vasiyeti,
Sovyet
dostluğundan
ayrılmamak
idi.[4]Atatürk,
aynı
vasiyeti
Dolmabahçe’ye
veda
amacıyla
davet
ettiği
İsmet
İnönü’ye
ve
Ali
Fuat
Cebesoy’a
da
ifade
etti.[5]
1935
CHP
Büyük
Kurultayı’nda
“Arasız
Devrimler”
şiarını
açıklayan
Büyük
Devrimci
Önder,
İkinci
Dünya
Savaşı
eşiğinde
Kemalist
Devrim’i
sürdürmenin
güvencesini
Sovyetler
Birliği
dostluğunda
görmüştü.
Haklı
olduğunu
1945
sonrası
yaşananlar
kanıtladı.
Türkiye’nin
Atlantik
emperyalizminin
denetimi
altına
düşmemesi
için
Sovyetler
Birliği
dostluğunda
direnmesi
gerekiyordu.
3.2.
Türkiye
NATO’ya
tertiplerle
alındı
Türkiye’nin
İkinci
Dünya
Savaşı’ndan
sonra
Atlantik
Sistemine
bağlanması,
2014
yılına
kadar
süren
yakın
tarihimizi
açıklayan
en
önemli
olaydır.
Devrimin
önderi
olan
CHP,
Atatürk’ün
ölümünden
yedi
yıl
sonra
zamanın
yükselen
emperyalist
devleti
olan
ABD
denetimine
evet
demiştir.
Atatürk’ün
vasiyeti
Atatürk’le
birlikte
mezara
gömülmüştür.
İkinci
Dünya
Savaşı
sonunda
imal
edilen
“Sovyet
tehdidi”
propagandası,
Atatürk’ün
vasiyetinde
hatıra
değeri
bile
bırakmadı.
Atlantik
rüzgârında
sürüklenen
kamuoyunda
Sovyetler
Birliği’nin
Türkiye’den
Boğazlar’ın
kontrolünü
istediği
ve
toprak
talep
ettiği
uydurması
yayıldı.
Üstü
perdelenen
gerçekler
şöyleydi: Sovyetler
Birliği,
İkinci
Dünya
Savaşı’ndan
sonra
Türkiye’ye
Boğazlar’ı
birlikte
savunmak
için
resmî
nota
verdi.
Ancak
toprak
talebine
ilişkin
resmî
nota
yok.
Gürcü
ve
Ermeni
basınında
çıkan
bazı
yazılarda
ve
kimi
tarihçilerin
yazılarında
toprak
talebine
rastlanıyordu.
Bu
yazılar
köpürtülerek
bir
kamuoyu
yaratıldı.[6]
Atatürk’ün
Sovyetler
Birliği
ile
dostluk
vasiyetine
muhatap
olanlar,
1945
sonrasında
“Küçük
Amerika”
sürecinin
liderleri
oldular.
İktidardaki
CHP
yönetimi
ve
arkasından
da
CHP’nin
içinden
çıkarak
iktidara
gelen
DP
yönetimi!
3.3.
Gladyo’nun
6-7
Eylül
1955
tertibi
NATO
tarihinde
Gladyo,
en
büyük
marifetlerini
Türkiye’de
göstermiştir.
E.
Org.
Sabri
Yirmibeşoğlu,
6-7
Eylül
1955’te
İstanbul
ve
İzmir’de
azınlıklara
karşı
uygulanan
terör
ve
yağmayı
“muhteşem
bir
Özel
Harp
operasyonu”
olarak
nitelemişti.[7]
3.4.
12
Mart
ve
12
Eylül
darbeleri
12
Mart
1971
öncesinde
arabalı
vapurların
batırılması,
Atatürk
Kültür
Merkezinin
yakılması,
şiddet
hareketlerinin
kışkırtılması,
Sunay-Tağmaç
darbesini
hazırlayan
eylemler
ve
arkasından
getirilen
ünlü
müdahale
ve
uygulamalar
da,
toplam
olarak
Gladyo’nun
istikrarsızlaştırma
ve
“Huzur
Operasyonu”
idi.
Türkiye’deki 1977-1980 arasındaki
istikrarsızlaştırma
operasyonu
ve
12
Eylül
1980
darbesi
de
Gladyo
tertibiydi.
12
Eylül
1980
sabahı
CIA
İstasyon
Şefi
Paul
Henze,
Washington’a
“Bizim
oğlanlar
başardı”
diye
Gladyo
operasyonunu
rapor
ediyordu.
Böylece
Türkiye,
1980
yılında
“Dünya
ekonomisiyle
bütünleşme”
programının
içine
itildi.
1945’te
Türkiye’nin
Atlantik
sistemine
katılmasıyla
başlayan
“Küçük
Amerika”
12
Eylül
1980
karşı
devrimiyle
tamamlandı.
3.5.
Faili
meçhullerin
faili:
NATO
NATO
Gladyosu,
ABD’nin
millî
devletimizi
yıkıma
uğratma
hedefi
kapsamında,
1973
yılından
sonra
ASALA
ve
JCAG
Ermeni
terör
örgütlerini
kullanarak
31’i
diplomat
olmak
üzere
58
vatandaşımızı
şehit
etti.
1975
sonrasında
“Apocular”
diye
anılan
PKK’yı
kurup
Doğu
Anadolu’da
sol
örgütleri
tasfiyede
kullandı.
Yine
Gladyo,
1971
ve
1980
darbelerini
hazırlama
sürecinde
ve
1990
sonrasında
etnik
ve
mezhepsel
bölücülüğü
ve
kırımları
kışkırttı;
gençliği
birbirine
kırdırdı;
1
Mayıs
Taksim,
Kahramanmaraş,
Erzincan,
Çorum,
Sivas
Madımak,
Kemaliye
Başbağlar
katliamlarını
tertipledi,
çeşitli
sabotajlar
düzenledi,
Org.
Eşref
Bitlis
ve
Yazar
Uğur
Mumcu
gibi
çok
sayıda
sivil
ve
asker
aydınımızı,
şehit
etti.
Son
70
yılın
bütün
“faili
meçhullerinin”
faili,
NATO’dur.
3.6.
FETÖ
Gladyosu’nun
Ergenekon-Balyoz
Tertibi
ABD,
2000’li
yıllarda
“Kürdistan”
adı
altında
İkinci
İsrail
devletçiğini
kurma
girişimini
sahneledi.
Başrol,
FETÖ
Gladyosu’nundu.
Van,
Şemdinli,
Atabeyler
tertipleri,
Danıştay,
Hrant
Dink
ve
Zirve
Yayınevi
suikastleri
ve
arkasından
Ergenekon,
Amirallere
Suikast,
Kafes,
Balyoz,
Fuhuş
ve
Casusluk
Tertipleri,
NATO
tarihinin
en
etkili
uygulamasıdır.
12
Eylül’den
sonra
Özal
ve
Çiller
yönetimlerinde
Gladyo
merkezine
yerleştirilen
ve
2000’li
yıllarda
devlet
içinde
daha
yaygın
ölçülerde
yuvalanan
FETÖ,
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nin
komutanlarını
ve
binlerce
subayını,
Vatan
Partisi
yöneticilerini
ve
Millî
Güçlerin
önde
gelen
kadrolarını
hapse
atacak
gücü
kuşkusuz
ABD’den
alıyordu.
Türkiye,
NATO’nun
gerçek
yüzünü
Ergenekon-Balyoz
sürecinde
tanıdı.
3.7.
FETÖ
Gladyosu’nun
15-16
Temmuz
2016
darbe
girişimi
ABD
ve
NATO,
15-16
Temmuz
2016
darbe
girişimiyle
Ankara’yı
işgale
kalkıştı.
NATO’nun
yeraltı
örgütlenmesinin
tarihsel
bir
hakikat
olduğu
bütün
yönleriyle
ortaya
saçıldı.
Türkiye,
Ankara
ve
İstanbul’da
ABD
güçlerine
karşı
silahla
savaştı.
FETÖ
Gladyosu
Türk
Ordusu
ve
Türk
Milleti
tarafından
silahla
ezildi.
6-7
Eylül
1955
tertibi,
12
Mart
1971
Darbesi,
12
Eylül
1980
Darbesi, 2007-2014 Ergenekon-Balyoz
Tertibi
ve
15-16
Temmuz
2016
FETÖ
Darbe
girişimi,
NATO’nun
işlevini
Türkiye’ye
öğretmiş
olmalıdır.
4.
Türkiye’nin
NATO
bilançosu
NATO,
Türkiye’ye
ne
kazandırdı?
Bırakalım
kazanmayı,
koskoca
bir
devrimi
kaybettik.
1945
sonrası
süreçte
Kemalist
Devrimimizin
altı
oyuldu.
NATO’ya
girmek
uğruna
ABD
emperyalizminin
emrinde
Kore’ye
asker
yollandı.
Türkiye
Cumhuriyeti
hükümetleri
Cezayir
başta
olmak
üzere
mazlum
milletlerin
kurtuluş
savaşlarına
karşı
emperyalist
işgalcileri
destekledi.
1980
NATO
darbesinden
sonra
Millî
Devletimizi
tasfiye
ve
milletimizi,
etnik
gruplara,
mezheplere,
tarikatlara,
cemaatlere
bölme
süreci
başladı.
Bu
süreçte
Mafya-Gladyo-Tarikat
iktidarı
oluştu.
NATO,
sözümona
Kürdistan’ı,
aslında
İkinci
İsrail’i
kurmak
için,
komşularımız
Irak
ve
Suriye
topraklarını
işgal
etti,
terör
örgütlerini
Türkiye
ve
İran’ın
üzerine
sürdü.
Nerdeyse
40
yıldır
ülkemize
karşı
kanlı
terör
saldırıları
yürütüyor.
Atlantik
sistemine
bağlandığımız
ve
NATO’ya
girdiğimiz
dönemin
ekonomik
bilançosu
da
iflasla
özetlenir.
450
milyar
dolar
dış
borca,
Mayıs
2021
itibarıyla
33,8
milyar
dolar
döviz
cinsi
iç
borca
ve
24
Aralık
2021
tarihi
itibarıyla
1
trilyon
500
milyar
644
milyon
TL
iç
borca
battık.
Bu
borca
2021
Bütçesindeki
açık
nedeniyle
250
Milyar
TL
daha
eklenecektir.
Millî
ekonomimizin
kaleleri
olan
KİT’lerimiz
özelleştirildi.
Gümrükler
indirilerek
sanayi
ve
tarımımız
yıkımla
karşı
karşıya
bırakıldı. Köylüye
destek
akçeleri
kaldırılarak
tarımımız
perişan
edildi.
Ülkemiz
piyasalarında
Dolar
Saltanatı
kuruldu,
Türk
Lirası
Türk
çarşılarından
kovuldu.
Türkiye
ekonomisi
1989
yılında
Atlantik
dayatmaları
sonucu
sermaye
hareketlerinin
serbestleştirilmesinden
beri,
1994, 1998-1999,
2001, 2008-2009 yıllarında
ve
2018’den
bu
yana
sürmekte
olan
beş krizden
geçerek
bugün
yaşanan
darboğaza
girdi.
Özellikle
enerji
krizinin
de
üstüne
gelmesiyle
büyük
zorluklarla
mücadele
göreviyle
yüz
yüzeyiz.
Türkiye
ekonomisinin
borç
batağına
saplanması
ve
üretimde
karşılaştığı
ağır
sorunlar,
ABD’nin
dayattığı
programın
sonucudur.
Bu
programın
bekçisi
NATO’dur.
NATO’ya
girdikten
sonra
Millî
Savunma
Sanayimiz
ağır
darbe
yemiştir.
ABD’nin
hibe
ya
da
çok
düşük
fiyatla
silah
vermesiyle
başlayan
sinsi
girişimler,
savunma
sanayimizin
körelmesine
neden
olmuştur.
ABD,
bazı
silah,
donanım
ve
yedek
parçaları
yapmaya
giriştiğimizde,
o
malzemeyi
hibe
olarak
göndermek
yoluyla
yerli
üretimi
önlemiştir.
ABD
bütçesinden
Türkiye’ye
ayrılan
yardımlar,
daha
Türkiye’ye
gelmeden,
nakit
hibe
denen
yoldan
ABD’den
yeni
silah
alımlarına
aktarılmıştır.
Diğer
yandan
ABD’nin
modası
geçmiş
silahları da
yine
hibe
adı
altında
Türkiye’ye
verilmiştir.
Ancak
bunların
kullanılması
için
gerekli
yedek
parça
ve
diğer
aksamlar
gerçek
değerinin
üstünde
fiyatlarla
satılmış
ve
Türkiye
bunları
almak
zorunda
bırakılmıştır.
Bu
bağlamda
NATO
standartlarına
bağlanmış
olan
ülkemizin
başka
seçeneği
bulunmadığı
işlenmiştir.
NATO
sürecinde
Türkiye,
ABD
için
bulunmaz
bir
silah
pazarı
hâline
getirildi.
NATO ortak
istihbarat
paylaşımı
kapsamında
sahte
düşmanlar
imal
edilerek
ve
o
sahte
düşmanların
elinde
olmayan
silahlar
varmış
gibi
gösterilerek,
Türkiye
millî
güvenlik
stratejisinin
ve
ihtiyacının
dışında
silahlanmaya
zorlanmıştır.
Bu
iklimde
ülkemiz “NATO’nun
en
büyük
ikinci
askeri
gücü”
imgesiyle
daha
çok
silahlanmaya
yönlendirilmiştir.
Fransa,
Hollanda,
Belçika
gibi
ülkeler,
NATO
Müşterek
Görev
Kuvvetlerine
simgesel
olarak
katılırken,
en
büyük
katılımı
Türk
askeri
sağlamıştır.
George
Soros,
2002
de
Sabancı
Üniversitesi’nde
yaptığı
konuşmada,
“Stratejik
konumuna
bağlı
olarak,
Türkiye’nin
en
iyi
ihracat
ürünü
ordusudur” diyerek,
bize
Atlantik
Sisteminin
Türkiye’ye
bakışını
öğretmiştir.
Türkiye’nin
kendi
güvenlik
ihtiyacına
gelince,
ABD
ve
NATO
ülkemizin
karşısında
konumlanmıştır.
Kıbrıs’tan
sonra
en
son
örnek,
ABD
ve
NATO’nun
FETÖ
ve
PKK’ya
verdiği
destektir.
5.
Güncel
NATO
tehdidi
Şu
anda
Türkiye’nin
karşı
karşıya
bulunduğu
silahlı
tehdide
gelince:
ABD
Başkanı
ve
Derin
Devleti,
2020
Ocak
ayında
yayınladıkları Rand
Corporation Raporu’nda
ve
en
son Foreign
Affairs’te çıkan
yazılarda,
Tayyip
Erdoğan
yönetimindeki
Türkiye
Cumhuriyeti
hükümetini
yıkacağını
ilan
ediyor.
Atlantik
sisteminin Time,
Atlantic,
Der
Spiegel,
Economist gibi
dergilerinde
Türkiye
Cumhurbaşkanı
Rusya
ve
Çin
devlet
başkanlarıyla
birlikte
diktatör
olarak
suçlanıyor
ve
hakkında
“yıkılması
vaciptir”
fetvaları
veriliyor.
NATO
merkezli
tehdit
lafta
değildir,
bugün
askerî
hazırlıklar
ve
yığınaklar
aşamasındadır.
Yunanistan’ın
Ege
kıyılarında
ABD
üsleri
kurulmuştur.
Güney
Kıbrıs’taki
Agratur
ve
Dikelya
İngiliz
üsleri
de
NATO
üsleridir.
Suriye
ve
Irak’ın
kuzeyindeki
ABD
üslerinin
cephesi
de
Türkiye’ye
dönüktür
ve
PKK’yı
koruyor.
ABD
ve
İsrail,
yanlarına
Yunan
ve
Güney
Kıbrıs
donanmalarını
alarak
Doğu
Akdeniz’de Noble
Dina ve Nemesis deniz
tatbikatlarıyla
ülkemize
yönelik
tehditlerini
yoğunlaştırdı.
Namluların
Türkiye’ye
dönük
olduğu
gizlenmiyor.
6.
Güvenlik
konusuna
Atlantikçi
bakış
ve
millîci
bakış
Atlantik
sistemine
bağlı
olanların
“Türkiye’nin
güvenliği”nden
söz
etmeleri
kimseyi
aldatmamalıdır.
ABD
işbirlikçileri
ile
Türkiye’nin
bağımsızlığını
savunanlar,
karşıt
cephelerde
bulunuyorlar.
ABD
yandaşları
ve
Atlantik
Sistemi
içinde
düşünenler,
“Türkiye’nin
güvenliği”
derken,
aslında
Türkiye’nin
Atlantik
Sistemine
bağlı
kalmasının
güvenliğini
dile
getiriyorlar.
Örneğin
Ege’deki
ABD
üsleri
onların
ülkesi
için
bir
tehdit
oluşturmuyor,
tersine
Türkiye’nin
Atlantik
sistemine
bağlı
kalmasına
hizmet
ediyor.
Bir
de
Türkiye’nin
bağımsızlığının
ve
toprak
bütünlüğünün
güvenliği,
bu
anlamda
Vatan
Savaşının
(İkinci
İstiklâl
Savaşının)
güvenliği
var. Türkiye’nin
tutarlı
millî
güçleri,
1945
yılından
beri
ABD
emperyalizmine
ve
NATO’ya
karşı
mücadele
ediyor.
Kemalist
Devrimle
kazandığımız
bağımsızlığımızı,
toprak
bütünlüğümüzü,
çağdaşlık
yolundaki
atılımlarımızı,
millî
ekonomimizi,
millî
kültürümüzü
tehdit
eden
bütün
girişimler,
baskılar
ve
tertipler,
hep
ABD
cenahından
geldi
ve
geliyor.
ABD,
Türk
Devriminin
ve
Türk
milletinin
hedeflerini,
kurumlarını,
kalelerini,
umutlarını
tehdit
ediyor.
ABD
ve
NATO,
İkinci
Dünya
Savaşı
sonrasından
beri
Türkiye’nin
geleceğini
tehdit
ediyor.
Stratejik
açıdan
bakarsak
ABD
ve
Atlantik
Sistemi,
Atatürk’ün
daha
1937
yılında
öngördüğü
üzere
Türk
Devrimini
tehdit
ediyor.
Özetle,
Atlantik
Sistemi
içinde
toprak
bütünlüğümüz
yok,
huzur
yok.
Atlantik
Sistemi
içindeki
“güvenlik”,
Türkiye
için
derin
uykularda
avlanmaktan
başka
bir
anlam
taşımıyor.
Atlantik
Sistemi
içinde
güvenlik
kavramıyla
bize
içirilen
uyuşturucular
şunlardır:
– “Silah
standartlarımız
Atlantik
Sistemine
bağlıdır,
Sistemden
ayrılırsak
varolan
silahlarımızla
başka
bir
standarda
uyum
sağlayamayız.”
– “Atlantik
Sisteminden
ayrılırsak
nereden
silah
buluruz,
seçeneğimiz
yok.”
– “Atlantik
Sisteminden
ayrılırsak,
ABD
karşısındaki
kozlarımızı
kaybederiz,
ABD
Yunanistan’ı
desteklerse
ne
yaparız.”
– “NATO
kalkanını
ve
NATO’nun
nükleer
şemsiyesini
kaybedersek,
bizi
kim
korur.”
Dikkat
edilirse
bu
gerekçelerde
– Silah
standardı
var,
ama
ABD
tehdidine
karşı
Türkiye’yi
savunma
standardı
yok.
– Silah
bulma
telaşı
var,
ancak
bu
silahların
hangi
tehdide
karşı
kullanılacağı
sorusunun
yanıtı
yok.
– Yunan
kıyılarına
silah
yığan,
Doğu
Akdeniz’de
İsrail
ve
Yunan
donanmasıyla
tatbikatlar
yapan
ve
PKK’yı
destekleyen
ABD,
Türkiye
için
kalkan
değil,
fakat
silahlı
tehdidin
kendisidir.
Atlantikçi
“güvenlik”
anlayışı,
bizi
tehdit
eden
sistemin
kılıcına
boynumuzu
uzatarak
güvenlik
sağlama
iddiasındadır.
Bu
bakış
açısı,
güvenliğimizi
bize
yönelen
tehdide
teslim
olmakta
buluyor.
Tehdidin
nereden
geldiği
sorusuna
ise,
sıkışınca
masal
aleminden
yanıtlar
veriyorlar.
Tehdidin,
“Rusya’dan,
Çin’den,
İran’dan
geldiğini”
söyleyerek
Türk
milletini
ve
Ordusunu
gaflete
hapsetmek
peşindedirler.
Atlantikçi
“güvenlik”
anlayışı,
1991
ve
2003
Körfez
Savaşlarına,
PKK
Terör
Örgütü
ile
ABD
arasındaki
ilişkilerin
ortaya
dökülmesine
ve
FETÖ
darbe
girişimine
kadar
aldatıcı
olabiliyordu.
Ama
Türkiye’nin
yaşadığı
bu
tecrübelerden
sonra,
hele
ABD’nin
Doğu
Akdeniz
ve
Suriye’nin
kuzeyinden
Türkiye’yi
açıkça
tehdit
ettiği
koşullarda
artık
kimsenin
ABD’yi
güvenlik
ortağı
olarak
gösterme
şansı
bulunmuyor.
En
önemlisi,
Atlantik
Sistemi
içindeki
çözümler
artık
üreticilerin
büyük
çoğunluğunun
gördüğü
gibi
iflas
etmiştir.
Sistemin
içinde
güvenlik
yoktur,
vatan
bütünlüğü
açısından
parçalanma
vardır,
ekonomide
ise
boğulma
vardır.
Artık
sistem
içi
güvenlik,
Mehmetçiğe
kurşundur,
ülke
toprağına
mayın
döşemektir,
ekonomiyi
batırmaktır.
Türkiye
bugün
ayakta
kalmak
için
ABD
güdümündeki
terör
örgütlerini
temizlemek
ve
Üretim
Devrimini
başarmak
zorundadır.
Artık
Türkiye’nin
güvenliği,
Vatan
Savaşının
ve
Üretim
Devriminin
güvenliğidir.
Dolayısıyla
Türkiye’nin
güvenliği,
ABD-NATO
müdahalesine,
ABD-NATO
baskılarına,
ABD-NATO
tehditlerine
karşı
koyarak
sağlanabilir.
ABD’nin
emperyalist
amaçları
dışında
bir
NATO
yok.
Bunu
görmek
istemeyenler,
ABD’nin
işbirlikçileridir
veya
ajanlarıdır,
ya
da
Türkiye
için
gaflet
uykusunda
avlanmaktan
huzur
bulanlardır.
NATO,
ABD
emperyalizminden
ayrı
bir
örgütlenme
değildir.
7. NATO’dan
koruyan
NATO
vetosu!
NATO,
silahını
Türkiye’nin
bağrına
dayamış,
NATO’nun
adamları
ise
tutturmuşlar
“NATO’da
veto
hakkımız
var.”
Ordumuzun,
polisimizin
cephanelikleri
vetoyla
dolu,
ama
bu
vetoları
depolardan
çıkarmak,
bizim
NATO
aşıklarının
hiç
aklına
gelmiyor!
ABD
PKK’ya
silah
taşırken
“veto”
diye
bağırsalardı
ya,
TIR’ların
lastikleri
patlasaydı!
NATO’nun
FETÖ
Gladyosu
Genelkurmay
Başkanımızın
boğazını
sıkarken,
vetoyu
kullansalardı,
NATO’nun
canileri
hemen
esas
duruşa
geçseydi!
Türk
Silahlı
Kuvvetleri
içine
yerleştirilen
NATO
Gladyosu
tanklarını
hangarlardan
çıkarınca,
telsizleri
çalıştırıp
vetolarını
anons
etselerdi
de
paletler
dönmez
olsaydı!
FETÖ
pilotlarına
bir
veto
mesajı
yollasalardı
da
Rus
uçağını
düşürmeselerdi,
Türkiye’yi
özür
dilemekten
kurtarsalardı!
Şu
anda
Doğu
Akdeniz’de
namlularını
Türkiye’ye
çeviren
NATO
donanmalarına
bir
veto
borusu
öttürseler
de,
NATO’nun
zırhlıları
ve
denizaltıları
tören
düzenine
geçseler!
Niçin
akıllarına
gelmedi,
Alman
firkateyni
silahla
ticaret
gemimize
çıktığı
zaman,
kaptanımız
ellerini
havaya
kaldırmak
yerine
“veto”
diye
gürleseydi
de
şu
rezillik
başımıza
gelmeseydi.
Bir
veto
patlatsalar
da,
şu
nükleer
bomba
yüklü
NATO
denizaltıları
İran-Arap
Körfezi’nden
çekilse!
Mehmetçiğe
sıkılan
NATO
kurşunlarına
veto
diye
üfleyecek
bir
yetkili
yok
mu,
kurşunlar
selam
dursa
da,
NATO’nun
bir
hayrını
görsek!
Yazsalar
şu
NATO’larına
bir
veto
muskası
da,
Türkiyemizin
başındaki
bütün
tehdit
ve
tehlikeler
yerle
yeksan
olsa!
Bin
şükürler
olsun
NATO
vetosuna,
bizi
NATO’nun
şerrinden
koruyor!
Ey
Türk
milleti
mışıl
mışıl
uyuyabilirsin,
bizi
NATO’dan
koruyacak
NATO
vetosu
var.
Bütün
şemsiyeleri
çöp
sepetine
atabilirsiniz,
bizi
her
türlü
belâdan
koruyan
NATO
şemsiyesi
var!
NATO
vetosuna
bel
bağlayan
hayalperestlere
soruyoruz:
NATO
tatbikatlarında
düşman
kapsamında
fotoğrafları
asılan
Atatürk
ve
Tayyip
Erdoğan
acaba
hangi
ülkenin
devlet
başkanları?
ABD
tarihinin
en
büyük
askerî
tatbikatı
olan Millenium
Challenge
2002 tatbikatında
96
saatte
işgal
edilen
ülke
Avusturalya’da
mı?
İtalya’daki
NATO
tatbikatında
duvara
asılan
haritada
parçalanmış
olarak
gösterilen
ülke,
Moğolistan
mı,
yoksa
Zimbabve
mi?
10
Mayıs
2020
gününden
beri
ABD’nin
askerî
yığınak
yaptığı
Aynelarap,
Meksika
sınırında
mı?
Hangi
veto
hakkından
söz
ediyorlar,
bu
milletle
alay
mı
ediyorlar?
Onların
“veto
hakkı”
dediği,
Türk
milletini
kandırma
hakkı!
8.
NATO’dan
aforoz
edilen
Türkiye
Kafamızı
kumdan
çıkartalım:
Türkiye
NATO’dan
aforoz
edildi.
Türkiye,
NATO’nun
şemsiyesi
altında
değil,
NATO’nun
operasyon
yaptığı
ülkeler
listesinin
başında!
NATO,
bağrımıza
PKK
ve
FETÖ
hançerini
dayamış,
birileri
NATO’dan
müdafaa
bekliyor.
Türkiye’de
darbe
tehdidinden
söz
ediliyor,
CIA’nın Rand
Corporation raporlarındaki
planlar
tartışılıyor,
bir
yandan
da
NATO’ya
bağlılık
yeminleri
yapanlar
var.
15-16
Temmuz
darbe
girişimine
karşı
kalıcı
ve
güvenli
uygulama,
ABD’ye
ve
NATO’ya
karşı
kararlı
tavırla
mümkündür.
15-16
Temmuz
adını
yaşatmak
mı
istiyoruz,
İncirlik
ve
Kürecik
üslerini
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nin
denetimine
alırız
ve
oradaki
ABD
ve
NATO
personeline
ülkelerine
uğurlarız,
işte
ülke
böyle
savunulur.
9.
Zorlaşan
ittifak
Türkiye’de
ABD
müttefikliği
zorlaştı.
Artık
milleti
“NATO
şemsiyesi
olmazsa,
biz
ne
yaparız
sonra”
masallarıyla
uyutmak
kolay
değil!
Millet
görüyor:
Türkiye’ye
dayanan
namluların
üzerinde
NATO
bayrakları
var!
Türk
milleti,
artık
Türkiye’nin
güvenliğinin
Asya’da
olduğunu
saptamaktadır.
Yapılan
anketler
de
kanıtlamaktadır
ki,
Türkiye
halkının
çoğunluğu
dış
ilişkilerde
Rusya,
Çin
ve
İran
dostluğuna
güveniyor.
ABD
ve
AB
ile
ittifak
tercihi
baş
aşağı
gitmektedir.
PKK’ya
silah
veren,
NATO’nun
tepesindeki
ABD!
Doğu
Akdeniz’de
İsrail,
Yunanistan
ve
Güney
Kıbrıs
ile
birlikte
Türkiye’ye
karşı Noble
Dinave Nemesis tatbikatlarını
yapan,
NATO
donanmaları!
15-16
Temmuz
gecesi
Ankara’da
Genelkurmay’ı
ve
Jandarma
Komutanlığı’nı
silahla
işgal
eden,
NATO’nun
yeraltı
örgütlenmesi!
Büyük
Millet
Meclisi’ni
ve
Emniyet
merkezlerini
bombalayan,
NATO’nun
FETÖ
Gladyosu!
Ankara’yı
ele
geçirmek
için
İncirlik’ten
kalkan
uçaklar,
NATO’nun
uçakları!
İstanbul’da
Çevik
Kuvvet
Merkezi’ni
işgal
eden,
Boğaziçi
Köprüsü’nde
vatandaşları
kurşunlayan
silahlı
güç,
NATO’nun
içimizdeki
silahlı
örgütlenmesi!
NATO’yu
savunanların
Türk
milletini
ikna
etme
şansları
bulunmuyor.
10.
Zor
olan
ABD’ye
direnmek
değil,
ABD’nin
piyonu
olmak
Bugün
zor
olan,
ABD’ye
direnmek
değil,
ABD’nin
piyonu
olmaktır.
Kolay
olan,
ABD’ye
direnmektir.
Irak,
Suriye,
Afganistan
ve
en
son
Kazakistan
bunu
ispat
etti.
Türkiye’nin
2015’te
başlayan
Vatan
Savaşı,
NATO’ya
karşı
mücadelenin
NATO’ya
teslim
olmaktan
daha
kolay
olduğunu
kanıtlamıştır.
ABD
korkularıyla
strateji
kuranların
hesapları
yanlış
çıkmıştır.
11.
ABD
ve
NATO
zincirlerini
kıran
Türkiye
Türkiye,
NATO’nun
denetim
ve
tehdidine
başkaldıran
üyedir.
Türkiye
halkı,
1964
yılında
ABD
Başkanı
Johnson’un
küstah
mektubuna
karşı
protesto
eylemleri
yaptı.
Kıbrıs
odaklı
gelişmeler
sürecinde
Türkiye,
ABD
baskı
ve
ambargolarına
direndi.
1968
gençliği,
ABD
ve
NATO’ya
karşı
ayağa
kalktı,
6.
Filo
erlerini
denize
döktü.
ABD’nin
Irak’ı
işgal
edip
Türkiye
sınırına
dayanmasından
sonra,
Türk
milleti
Vatan
Partisi
önderliğinde
ABD
emperyalizmine
karşı
dalga
dalga
daha
geniş
kitleler
hâlinde
mücadele
yürütüyor.
Bunun
sonucu
olarak
TBMM,
1
Mart
2003
Tezkeresini
reddetti.
2014
yılı
baharında
ABD’nin
Silivri
Duvarını
yıktık
ve
Türk
Silahlı
Kuvvetlerini
özgürleştirdik.
Türkiye
Cumhuriyeti
Hükümeti,
24
Temmuz
2015
günü
“İkinci
İstiklâl
Savaşını
başlattı.
Türk
Silahlı
Kuvvetleri,
Türk
Polisi
ve
Köy
Korucularımız
PKK’yı
hendeklere
gömdü.
NATO,
tarihinin
en
büyük
yenilgisini
Türkiye’de
aldı.
ABD
güdümlü
FETÖ
Gladyosu’nun
15-16
Temmuz
2016
darbe
girişimi,
Türk
Ordusu
ve
Türk
Milleti
tarafından
silahla
ezildi.
Gladyo
generalleri
ve
subayları
öldürüldü
ya
da
hapse
atıldı.
Bir
kısmı
da
canını
kurtarmak
için
yurtdışına
kaçtı.
24
bin
FETÖ
bağlantılı
subay
ve
astsubay
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nden
atıldı.
NATO’nun
Türkiye’deki
gücü
şu
anda
Türkiye
hapishanelerinde
yatıyor.
Özetle
NATO’nun
Türkiye’deki
silahlı
gücü
tasfiye
edildi.
FETÖ
Gladyosu’nun
darbe
girişimine
karşı
mücadelede
milyonlarca
insanımız
ABD
denetiminden
çıktı.
Türk
milleti
tarihe
yön
verecek
bir
bilinç
sıçraması
yaşadı.
Fransa,
Almanya,
İtalya
gibi
NATO’nun
güçlü
sayılan
devletlerinin
başaramadığını
Türkiye
başardı.
NATO
içinde
Mazlumlar
Dünyasını
temsil
eden
Türkiye,
NATO
zincirini
kırma
sürecindeki
belirleyici
girişimden
zaferle
çıktı.
NATO’nun
Asyalı
ülkesi
Türkiye,
NATO’nun
Atlantik
merkezine
isyan
etti
ve
ağır
darbe
indirdi.[8] Bu
tarihî
mücadelede,
NATO’ya
bağlı
olan
sistem
partileri
teslimiyetçi
bir
tutum
izlerken,
NATO’dan
çıkmayı
savunan
Vatan
Partisi
kararlı
tutum
aldı
ve
başarıda
belirleyici
oldu.
FETÖ
Gladyosu’nunun
ezilmesiyle
birlikte
Türk
Silahlı
Kuvvetleri
özgürleşti
ve
24
Ağustos
2016
Fırat
Kalkanı
Harekâtıyla
Suriye’nin
kuzeyindeki
ABD-İsrail
Koridorunu
yardı.
Arkasından
20
Ocak
2018
Zeytin
Dalı
ve
9
Ekim
2019
Barış
Pınarı
Harekâtlarıyla
Türk
Ordusu
ABD’nin
Suriye
ve
Irak’ın
kuzeyindeki
“Kara
kuvvetleri”
olan
PKK/PYD/YPG
ve
DEAŞ’a
ağır
darbeler
indirdi. 2014
Martı’nda
Vatan
Partisi’nin
Silivri
Duvarını
yıkmasıyla
ve
24
Temmuz
2015
günü
Hükümetin
İkinci
İstiklâl
Savaşı
kararıyla
başlayan
süreçte,
Türkiye,
Atlantik
Sisteminin
ve
NATO’nun
zincirlerini
kırmak
yoluna
girmiştir.
ABD,
Türkiye’ye
NATO
ittifakı
içinde
devletsiz
kalmak
ve
borca
batmak
dışında
bir
seçenek
bırakmadı.
Oysa
Avrasya’da
Türkiye’ye
bağımsızlık
var;
Kemalist
Devrimi
tamamlama
olanağı
var;
ekonomik
gelişme
ve
özgürce
yaşamak
var.
Türkiye’nin
Atlantik
denetiminden
kurtulup
Avrasya
içindeki
bağımsız
ve
öncü
konumunu
alması
bu
amaçla
NATO’dan
çıkması
kaçınılmazdır.
ABD’nin
tertip
ve
planlarını
bozacak
en
gerçekçi
adım
budur.
Bu
adım,
NATO’nun
ülkemize
yönelik
tehditlerine
karşı
kararlı
bir
duruş
olduğu
gibi,
ABD
tehdidi
altındaki
diğer
ülkelerle
gerçekleştirmek
zorunda
olduğumuz
ittifakların
da
önünü
açacaktır.
12.
Dağılan
NATO’da
Türkiye’nin
konumu
NATO
çıkmazda.
ABD,
NATO’yu,
hele
Sovyetler
Birliği’nin
dağılmasından
sonra
müttefiklerini
kontrol
amacıyla
kullandı.
Almanya
ve
Fransa,
artık
buna
razı
değil.
NATO’nun
bu
önemli
ülkeleri,
ABD’nin
Ukrayna
ve
Gürcistan’ı
NATO’ya
alma
planlarından
kaygılılar
ve
Rusya’yı
hedef
alan
stratejiden
rahatsızlar.
Fransa
Cumhurbaşkanı
Macron,
“NATO’nun
beyin
ölümünün
gerçekleştiğini”
dünya
kamuoyuna
duyurdu.
Macaristan,
eğer
NATO
böyle
bir
karar
alırsa
veto
edeceğini
şimdiden
açıkladı
ve
kendi
topraklarında
NATO
güçlerine
gerek
olmadığını
belirtti.
En
son
Hırvatistan
Cumhurbaşkanı,
Ukrayna
üzerinden
Rusya
ile
çatışma
çıkarsa,
NATO’daki
askerini
geri
çekeceğini
ilan
etti.
ABD’nin
Tek
Kutuplu
Dünya
iddiası
yerle
bir
oldu.
ABD,
dünya
imparatorluğu
kuramadı
ve
kuramaz.
Washington
yönetimi,
“tek
dişi
kalmış
canavar”
durumuna
düştü
ve
NATO
ülkeleri
üzerindeki
denetimini
kaybetti.
ABD’nin
yenilgileri,
NATO’da
iç
çatışmaları
gündeme
getiriyor.
NATO,
doğuya
doğru
hamle
yaptıkça,
kendi
uçurumuna
doğru
gidiyor.
Doğuya
yönelen
NATO,
bölünmeye
ve
dağılmaya
yönelen
NATO’dur.
Türkiye,
NATO’nun
içindeki
çelişmelerin
derinleşmesinde
etkin
rol
oynuyor
ve
NATO’nun
dağıldığı
süreçte,
NATO’dan
aforoz
edilen
Türkiye,
üyelikten
de
resmen
ayrılacaktır.
Türkiye’nin
NATO’dan
ayrılması,
Atlantik
İttifakı’nın
dağılması
sürecini
hızlandıracaktır.
13.
ABD
2023
seçimine
giden
süreçte
Türkiye’ye
şiddet
dayatıyor
Televizyon
tartışmalarında
2023
seçimlerinin
şarkılı
kampanyalarla,
balonlarla
ve
çiçeklerle
yapılacağına
dair
hayâller
yayılmaktadır.
Oysa
ABD
önümüzdeki
süreçte
Türkiye’ye
şiddet
dayattığını
ilan
etmekten
çekinmiyor.
Dıştaki
ve
içteki
Atlantik
bilgi
karartma
ağı,
“Diktatör
Tayyip
Erdoğan’ın
seçim
sonuçlarını
kabul
etmeyeceği”
propagandasıyla
ABD
güdümlü
şiddetin
zeminini
kurmaktadır.
Dahası
şiddetin
suçunu
Cumhurbaşkanımızın
üzerine
atacağı
bir
psikolojik
ortam
hazırlamaktadır.
Bu
bağlamda
siber
saldırılar
vb.
yöntemlerin
kullanılacağı
Türkiye’nin
istihbarat
kurumları
tarafından
saptanmıştır.
ABD,
bu
propaganda
ve
kışkırtmalarıyla
da
dıştan
ve
içten
şiddete
baş
vurma
planını
açığa
vurmaktadır.
Bu
gerçekler,
önümüzdeki
yakın
dönemde
NATO’nun
Türkiye’ye
karşı
kanlı
senaryoların
tezgâhlayacağına
işaret
etmektedir.
14.
Biden
Tayfasının
“yaratıcı
yıkıcılık”
planları
ve
kaos
programı
ABD’nin
seçim
düzleminde
şiddet
dayatmasına
bağlı
olarak,
Biden
Tayfası
da
bu
senaryo
içindeki
rolünü
açığa
vurmaktadır.
CHP
yönetimi
ABD
stratejisi
kapsamında
Tayyip
Erdoğan’a
karşı
kışkırtmalara
hız
vermiştir.
CHP’nin
2017
yılından
bu
yana
Anayasayı,
Hükümeti,
bu
anayasaya
göre
yapılan
icraatı
gayrimeşru
ilan
etmesiyle
bağlantılı
olarak,
Cumhurbaşkanını
hedef
alan
“diktatör
bozuntusu”,
“saray
rejimi”,
“Ortaçağın
kalıntısı”
gibi
söylemlerinin
şiddeti
yoğunlaşmaktadır.
Eleştirinin
yerini
hakaret,
küçük
düşürme
gibi
yıkıcı
ifadeler
almaktadır.
Bu
söylemler,
sokak
çağrılarıyla
birlikte
yürütülmekte,
ABD
servislerinin
“yaratıcı
yıkıcılık”
dediği
taktikler
açıkça
gündeme
taşınmaktadır.
CHP
yönetimi,
taktik
düzlemin
ötesinde
program
ve
strateji
düzleminde
millî
devlet
yıkıcısı
bir
çizgiye
girmiş
bulunuyor.
CHP
yönetimi,
ABD
Derin
Devletinin Rand
Corporation raporlarıyla
bağlantılı
olarak,
“mağdurlara
dayanarak
iktidara
yürüme”
stratejisini
ilan
etmiştir.
“Mağdurların”
FETÖ
ve
PKK
“mağdurları”
olduğunu
açıkça
belirtiyorlar.
PKK’nın
hapishanedeki
elebaşısı
Selahattin
Demirtaş’tan
başlayarak
bölücü
teröristleri
ve
FETÖ
darbesi
suçlularını
hapishaneden
salma
hedefi,
siyasal
faaliyetlerinin
esası
hâline
gelmiştir.
“Adalet
Yürüyüşü”nün
başında,
devletten
temizlenen
104
bin
terör
bağlantılıyı
tekrar
devletin
içine
yerleştireceklerini
CHP
Genel
Başkanının
ağzından
ilan
etmişlerdi.
CHP
Genel
Başkan
Yardımcısı,
“hapse
mahkûm
edilmiş
olsalar
bile”
KHK
yoluyla
tasfiye
edilenleri
on
beş
gün
içinde
devlet
örgütüne
alacaklarını
açıkladı.
Böylece
gayrimeşru
ilan
edilen
yasama
ve
yürütme
organları
yanında
yargı
organı
da
gayrimeşru
parantezi
içine
alındı.
PKK’nın
Meclisteki
kolu
olan
HDP’nin
kapatılmasını
önlemek
için
ne
yapacaklarını
şaşırmış
bulunuyorlar.
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nin
sınır
ötesi
operasyonlarının
karşısına
dikilerek
PKK
terör
örgütünün
yurt
dışındaki
varlığını
koruma
görevini
de
yürütüyorlar.
Toplam
olarak
baktığımız
zaman,
CHP
ve
İyi
Parti,
yanlarına
HDP/PKK
ile
FETÖ’yü
de
alarak
iktidar
planı
değil,
kaos
planı
uygulamaktadır.
Çünkü
Türkiye’de
hiçbir
güç,
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nden,
Emniyet
Teşkilatından,
Jandarma’dan
ve
diğer
devlet
kurumlarından
tasfiye
edilen,
toplam
125.678
FETÖ
ve
PKK
bağlantılıyı
yeniden
devlet
örgütü
içine
alamaz. Bu
programın
bir
kargaşalık
programı
olduğunu
iyice
anlamak
için,
devlet
örgütünden
ihraç
edilen
FETÖ
ve
PKK
bağlantılılarının
kurumlar
içindeki
dağılımını,
2021
yılı
sonu
verilerine
göre
kaydediyoruz:
Türk
Silahlı
Kuvvetleri’nden
ihraç
edilen 24.256
Emniyet
Teşkilatı’ndan
ihraç
edilen 30.615
Jandarma’dan
ihraç
edilen 5.501
Jandarma’da
görevden
uzaklaştırılan 2.945
Yargıdan
ihraç
edilen
yargıç
ve
savcı 3.932
Yargıdan
ihraç
edilen
personel 6.084
Millî
Eğitim
Bakanlığı’ndan
ihraç
edilen 33.716
Devlet
örgütünden
tasfiye
edilenlerin
toplamı 125.678
(Emniyet’ten
ihraç
edilenlerden
10.663’ü
ve
Jandarma’dan
ihraç
edilenlerden
943’ü
görevlerine
iade
edilmiş
bulunuyor.)
CHP,
İyi
Parti
ve
HDP’nin
bu
programla
iktidara
gelme
şansları
yoktur,
ancak
ABD’nin
desteğiyle
kargaşalık
kışkırtma
girişimleri
vardır.
CHP
ve
İyi
Parti,
2023
seçimine
giderken
Türkiye
halkına
kaos
vâdediyor.
15. 2023
Seçiminin
güvenliği
ve
NATO
NATO,
Türkiye’nin
dünkü
sorunudur,
bugünkü
sorunudur
ve
önündeki
sorundur.
ABD’nin
2023
Seçimine
giden
süreçte
Türkiye’ye
dışardan
ve
içerden
açıkça
şiddet
dayatması,
NATO
belâsını
ülkemizin
önüne
bir
kez
daha
getirmektedir.
Çünkü
Ege
ve
Akdeniz’den,
Suriye
ve
Irak’ın
kuzeyinden,
hatta
Karadeniz’den
Türkiye
çevrilen
namlular,
ABD’nin
ve
İsrail’in
namlularıdır,
NATO’nun
namlularıdır.
Ticaret
gemilerimize
yapılan
silahlı
baskın
emirlerinin
Napoli’deki
NATO
Karargâhından
verildiğini
ilan
etmişlerdir.
Ülke
içinde
CHP,
İyi
Parti,
HDP/PKK
ve
FETÖ
yönetimlerinin
yaptığı
sokak
çağrıları
da,
ABD
güdümlü
bir
seçim
harekâtıyla
karşı
karşıya
olduğumuzu
gösteriyor.
Bu
koşullarda
2023
seçimlerinin
demokratik
ve
barışçı
bir
ortamda
yapılması
gereği,
ABD
ve
NATO
güdümlü
tehditlere
karşı
güvenlik
sorununu
gündeme
getiriyor.
NATO,
darbeler
tezgahlayarak
Türkiye’de
demokrasi
üzerinde
tehdit
olduğunu
kanıtlamıştır.
Dahası
NATO
Türkiye’de
iktidarın
oluşma
sürecinde
müdahalelerde
bulunarak
demokrasinin
önünü
kesmiş,
halkın
üzerinde
baskı
uygulayan
iktidarları
desteklemiştir.
NATO,
milli
bağımsızlığımıza
karşı
uygulamalarıyla
da
Türk
Milletinin
bağımsız
iradesinin
oluşmasına
engel
olmuştur.
2023
seçimlerine
giden
bugünkü
koşullarda
da
NATO
demokratik
süreçleri
kaos
planlarıyla
baltalamaktadır.
Bu
koşullarda
Demokrasi
olacaksa
NATO
denetiminden
kurtulmak
gerekir.
NATO,
darbeler
tezgâhlayarak
Türkiye’de
demokrasi
üzerinde
tehdit
olduğunu
kanıtlamıştır.
Dahası
NATO,
Türkiye’de
iktidarın
oluşması
süreçlerine
müdahalelerde
bulunarak
demokrasinin
önünü
kesmiş,
halkın
üzerinde
baskı
uygulayan
iktidarları
desteklemiştir.
NATO,
millî
bağımsızlığımıza
karşı
uygulamalarıyla
da
Türk
milletinin
bağımsız
iradesinin
oluşmasına
engel
olmuştur.
2023
seçimine
giden
bugünkü
koşullarda
NATO,
demokratik
süreçleri
kaos
planlarıyla
baltalamaya
devam
etmektedir.
Demokrasi
için
NATO
denetiminden
kurtulmak
gerekir.
[1] İsrail
Güvenlik
yetkililerinin
hazırladığı
raporun
başlığı
aynen
şöyle:
“21.
Yüzyılda
İsrail
ve
komşuları
için
en
büyük
engel
Türkiye”
Bkz.
Jerusalem
Institute
for
Strategy&Security’den
aktaran Aydınlık,
23
Ağustos
2020.
Yine
MOSSAD
Başkanı
Yosi
Cohen, TheTimes’ta
Roger
Boyes
imzasıyla
yayınlanan
haberde
Türkiye’nin İran’dan
daha
büyük
bir
tehdit
olduğunu
belirtiyor.
Bkz. The
Times,
18
Ağustos
2020.
[2] Bkz.
Vatan
Partisi,
Karadeniz-Akdeniz
Dostluk
ve
Barış
Planı,
21
Haziran
2020
[3] Bkz. Sabah,
17
Şubat-21
Şubat
2009.
Yine
Bkz.
Doğu
Perinçek, Ergenekon
ve
Gladyo,
Kaynak
Yayınları,
14.basım,
İstanbul,
2017,
s.15
vd;
Adnan
Akfırat, Özel
Savaş,
Kaynak
Yayınları,
2.
Basım,
İstanbul
2002,
s.142
vd.
[4] Tevfik
Rüştü
Aras, Atatürk’ün
Dış
Politikası,
Kaynak
Yayınları,
2.
Basım,
İstanbul,
Mart,
2010,
s.149
vd,
169
vd,
183
vd;
yine
Tevfik
Rüştü
Aras’tan
akt.
Doğan
Avcıoğlu, Millî
Kurtuluş
Tarihi
IV,
Tekin
Yayınevi,
3.
Basım,
İstanbul,
1978,
s.1490.
Zekeriya
Sertel
de
Celal
Bayar
ve
Tevfik
Rüştü
Aras’ı
kaynak
göstererek
Atatürk’ün
ölüm
yatağındaki
vasiyetini
doğrular.
Bkz.
Zekeriya
Sertel, Hatırladıklarım 1905-1950,
Yaylacılık
Matbaası,
İstanbul,
1968,
s.217.
Bu
konuda
geniş
bilgi
ve
değerlendirme
için
bkz.
Mehmet
Perinçek, Atatürk’ün
Sovyetlerle
Görüşmeleri
-Sovyet
Arşiv
Belgeleriyle-, Kaynak
Yayınları,
4.
Basım,
İstanbul, Kasım 2014,
s.234
vd.
Rasih
Nuri
İleri, Atatürk
ve
Komünizm,
Scala
Yayıncılık,
5.
Basım,
İstanbul, Mayıs 1999,
s.
385. Vasiyeti
Bayar,
Aras
ve
Kılıç
Ali
doğruluyorlar.
[5] Aynı
yerde.
[6] Bu
konuyu
belgelere
dayanarak
aydınlatan
çalışmalar
için
bkz.
Mehmet
Bora
Perinçek,
“60
Yıllık
Yalan:
Stalin’in
Türkiye’den
Toprak
Talebi
İddiası”, Teori,
sayı
181,
Şubat
2005,
s.3
vd.
Yine
bkz.
Cüneyt
Akalın,
“’Sovyet
Talepleri’
İddiaları
ve
Gerçekler”, Teori,
sayı
181,
Şubat
2005,
s.11
vd.
[7] Fatih
Güllapoğlu, Tanksız
Topsuz
Harekât,
Tekin
Yayınevi,
1991,
s.104.
[8] Geniş
bilgi
için
bkz.
Doğu
Perinçek,
FETÖ
Darbesi -Kökleri
Yükselişi
Ezilmesi
ve
Sonuçları- Kaynak
Yayınları,
3.
Basım,
İstanbul,
Ekim
2017.

