KKTC Kurucu Cumhurbaşkanımız Sn. Rauf Denktaş'ın Genel Başkanımız Sn. Doğu Perinçek ile birlikte yürüttükleri mücadeleler bu soruyu başlı başına yanıtlamaya yeterlidir. Sn. Denktaş son nefesini verinceye kadar Doğu Perinçek'le mücadele arkadaşlığını sürdürmüş ve milli meselelerde hep omuz omuza olmuştur. Özellikle Annan Planı'na karşı KKTC'nin bağımsızlığı için verilen mücadeleler ve Ermeni Soykırımı yalanlarına karşı Avrupa başkentlerinde yapılan yürüyüşler bu dostluğun en büyük göstergeleridir.
Bu soruya yanıt olarak, Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök'ün 7 Şubat 2003 tarihli Denktaş - Perinçek görüşmesinden bir gün önce yazdığı ve aynı soruları sorduğu köşe yazısına verdiğimiz cevabı aktarıyoruz. Açıklayıcı olacaktır.
"Ertuğrul Özkök, 6 Şubat 2003 günlü yazısıyla Aydınlıkçıların 28 yıl önce Kıbrıs konusunda yazdıklarını gündeme getirdi. Niçin? Ve Özkök’ün eline dosyayı kim tutuşturdu?
* Yarın görüşecekler. Birilerinin Denktaş ile Perinçek’in arasına bir bomba atması gerekiyor.
28 yıl önceki dosyalar arşivden çıkarılıyor ve
E. Özkök’ün eline tutuşturuluyor.
* Eğer dosya MİT arşivinden çıkarıldıysa, açıklanması gerekiyor. Bugün meselemiz nedir? Rauf Denktaş’ı ve Perinçek’i Türkiye’nin ve KKTC’nin bağımsızlık ve güvenliğini savundukları için, basındaki tetikçiler aracılığıyla yaylım ateşine tutmak mı? Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 11 Mart 1977 tarihli, 1977/3 Esas ve 1977/64 sayılı beraat kararını belirtmemek, devletin istihbarat örgütüne yakışıyor mu? Hadi kamuoyuna ayıp olmuyor diyelim, ama E. Özkök psikolojik savaşın aleti haline getirilmiş olmuyor mu?
* 28 yıl önceki Yelken matbaası baskını dosyası, Özkök’e ABD seyahati sırasında mı verildi, yoksa Denktaş’ın Perinçek’le görüşme günü belli olunca Türkiye’de mi? Peki bilgiler niçin yanlış ve baskın ve tutuklamalardan sonra açılan davanın aklamayla sonuçlandığı niçin bildirilmemiş?
DENKTAŞ-PERİNÇEK GÖRÜŞMESİNDEN BİR GÜN ÖNCE
İP Genel Başkanı Doğu Perinçek ve Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Ferit İlsever, 7-8 Şubat 2003 günleri KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın davetlisi olarak Kuzey Kıbrıs’ı ziyaret ettiler. Ziyaretten bir gün önce Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, tam 28 yıl önceki bir dosyayı açtı. 1975 yılı Ocak ayında Aydınlık’ın basıldığı Yelken matbaasına baskın yapılmış ve orada bulunan herkes Birinci Şube’ye götürülmüştü. Çünkü derginin kapağında, “Kıbrıs’ta Türk işgaline son” yazmaktaydı.
E. Özkök’e verilen bilginin yanlışlarına biraz sonra değineceğiz, ancak zamanlamada tam isabet var. Denktaş, bir gün sonra Perinçek ile görüşecek. Türkiye’de Denktaş ve KKTC için, bütün millî kuvvetleri kucaklayan bir dayanışma dalgası hızla yükseliyor. Perinçek, bu mücadelede kilit adam konumunda. Birilerinin Denktaş ile Perinçek’in arasına bir bomba atması gerekiyor. 28 yıl önceki dosyalar arşivden çıkarılıyor ve E. Özkök’ün eline tutuşturuluyor.
ABD SEYAHATİNDE Mİ, YOKSA TÜRKİYE’DE Mİ?
E. Özkök’ün eline o dosyayı kim verdi? Gerçekten bilmediğimiz için soruyoruz. Yelken matbaası baskını dosyası, Özkök’e ABD seyahati sırasında mı verildi, yoksa Denktaş’ın Perinçek’e davet günü belli olunca Türkiye’de mi?
E. Özkök’le ilgili olarak herhangi bir imada bulunmuyoruz. Zaten Özkök, Amerikalı’nın cinsel organının Türk’ün cinsel organından “iki kat büyük” olduğunu yazacak kadar ABD hayranı olduğunu ispatlamıştı (Hürriyet, 1 Nisan 2001).
Eğer Yelken matbaası dosyası MİT arşivinden çıkarıldıysa, MİT’in başındaki Şenkal Atasagun’un açıklaması gerekiyor. Bugün meselemiz nedir? Rauf Denktaş’ı ve Perinçek’i Türkiye’nin ve KKTC’nin bağımsızlık ve güvenliğini savundukları için, basındaki bilinen tetikçiler aracılığıyla yaylım ateşine tutmak mı? MİT’e kanunların verdiği görev bu mudur? Savaşa giden bir ortamda ülke güvenliği böyle mi korunacak?
Ve Hürriyet gazetesinin görevi nedir? Her konuda ve her durumda, Irak veya Kıbrıs’ta ABD emperyalizminin gösterdiği hedeflere vurmak mı? Yalnız E. Özkök değil ki, Cüneyt Ülsever, aynı günlerde Rauf Denktaş’a karşı yürütülen savaşa bir dizi yazıyla katılıyordu. Kıbrıs’taki mavi bayraklı kalabalığı sürekli olarak Denktaş’ın evine yürümeye kışkırtan da Hürriyet değil midir?
YELKEN MATBAASI BASKININDAN SONRA AÇILAN AYDINLIK DAVASI BERAATLE SONUÇLANDI
Gelelim E. Özkök’e verilen Yelken matbaası dosyasına.
Önce doğrular: Evet tarihini de verelim, 10 Ocak 1975 günü Yelken matbaası polis tarafından basıldı ve orada bulunan herkes Birinci Şube’ye götürüldü. Çalışanların evleri de basıldı. Ayrıca matbaada karakol kuruldu, gelenler de götürüldü. Yalnız Yelken matbaası değil, Türkiye çapında 40 kadar dernek, kuruluş ve yere baskınlar yapıldı.
Peki bütün bu baskınların sonunda ne oldu? Çok sayıda devrimci ve emekçi tutuklandı. Tutuklananlar arasında daha sonra dönek olarak E. Özkök’le aynı davayı ve aynı mutsuzlukları paylaşanlar da var. Tutuklamalardan sonra DGM’de TCK 141. maddeye dayanılarak sınıf tahakkümünü kurma amacıyla örgüt kurma iddiasıyla Aydınlık davası açıldı. Görevsizlik kararı üzerine davaya Ankara 2. Ağır Ceza Mahkemesi baktı ve 11 Mart 1977 günü bütün sanıklar hakkında beraat kararı verdi. 1977/3 Esas ve 1977/64 sayılı bu karar kesinleşti.
Dosyalar verirken, baskınları bildirip de aklama kararlarını belirtmemek, devletin istihbarat örgütüne yakışıyor mu? Hadi kamuoyuna ayıp olmuyor diyelim, ama E. Özkök psikolojik savaşın aleti haline getirilmiş olmuyor mu?
BÖYLE İSTİHBARATÇILIK DA OLMAZ BÖYLE GAZETECİLİK DE
Yalan bilgi bu kadarla kalmıyor.
E. Özkök diyor ki, “Bilin bakalım o haftaki kapakta hangi konu vardır? Cevabını siyah harflerle veriyor: “Kıbrıs”
Yelken matbaası baskınından sonra çıkan 14 Ocak 1975 günlü Aydınlık’ın kapağını açıyoruz: “Tarım işçilerini devrimci sendikalarda örgütleyelim”
Belki bir hafta önceki kastediliyordur, onu açalım: “Viranşehir’de 20 yoksulu kurşunlayanlardan hesap sorulmalıdır”
Bir hafta sonrakine bakalım: “Aydınlık hiçbir baskıya boyun eğmeyecek.”
E. Özkök, “Derginin başyazısı da o konuya ayrılmış” diyor. Değil! Başyazı tarım işçilerine ayrılmış. Bir hafta önceki başyazı, Viranşehir’de kurşuna dizilen yoksullara, bir hafta sonraki Aydınlık’a yapılan bakılara.
DGM savcısının 15 sayfalık iddianamesine bakıyoruz, Kıbrıs sözcüğü bile geçmiyor. Biz, Özkök’ün eline dosya tutuşturanlar gibi yapmıyoruz, İddianameyi, E. Özkök’e yolluyoruz, Amaç başka, iki yılı aşan yargılama boyunca Aydınlık hareketinin birçok önderi tutuklanıyor, Doğu Perinçek hakkında verilen gıyabi tutuklama dolayısıyla siyaset alanına çıkamıyor. Aydınlıkçılar’ın yasal parti kurmaları ve gelişmeleri önleniyor, SüperNATO’nun kontrolü altındaki sahte solcu örgütlerin önü açılıyor.
E. Özkök’ün yazdıklarının böyle dayanaksız ve belgesiz olması, dosyanın bir yerden geldiğinin son kanıtı oluyor. E. Özkök gibi tecrübeli bir gazetecinin eline tutuşturulan her kağıda güvenememesi gerekiyor. Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni, istihbarat servislerinin arşivlerinden değil, Hürriyet’in arşivinden yazmalı.
Gelen dosyaları, kontrol etmeden yayımla, böyle gazetecilik olmaz.
Uydur uydur dosya yap, gazetecinin eline ver, böyle istihbaratçılık da olmaz.
Ama psikolojik savaş, işte böyle olur.
Psikolojik savaş memurluğu, o da böyle olur.
“NATO ASKERİNİN BULUNMADIĞI BAĞIMSIZ VE BLOKSUZ KIBRIS”
1974 ve 1975 yıllarındaki Aydınlık’ta, E. Özkök’ün yazdığı gibi, “Kıbrıs’ta Türk işgaline son” diye bir başlık yok. Ancak çeşitli yazılarda, şu görüşler ısrarla işlenmiştir:
— Birleşmiş Milletler’in oybirliğiyle aldığı karar uygulanmalı, bütün yabancı askerler Kıbrıs’tan çekilmelidir.
— İki süper devlet Kıbrıs’tan ellerini çekmeli, Amerikan ve İngiliz üsleri kapatılmalı, Türk ve Yunan birlikleri dâhil, bütün yabancı askerler Kıbrıs’tan çıkmalı, bağımsız ve bloksuz Kıbrıs ortadan kaldırılmamalı, Kıbrıs bir NATO üssü haline getirilmemelidir. Kıbrıs’ın geleceğini Kıbrıs’ın iki toplumdan oluşan halkı belirlemelidir.
Yukarda özetlenen tutum ne kadar gerçekçiydi tartışılabilir. Ama bu tutumun emperyalizme karşı duruşu tartışılamaz. O sırada dünyada Hindistan ve Arap ülkelerinden Yugoslavya, Küba ve Çin’e kadar bütün anti-emperyalist ülkelerin ortak tutumu buydu.
Aydınlık, 1974 ve 1975 yılında, her zaman olduğu gibi, Türkiye’nin bağımsızlığı için, tekrar Atatürk döneminin bloksuzluk politikasının uygulanması amacıyla emperyalizmi hedef almış, özellikle iki süper devletin Doğu Akdeniz’deki hegemonya mücadelesine karşı çıkmış, NATO’nun müdahalelerine tavır almıştır.
Aydınlık’ın ve Doğu Perinçek’in bugünkü mevzilenmesi de aynıdır. Emperyalizme karşı duruş, Aydınlık’ın her zamanki değişmez ve temel politikasıdır. Hatalar yapılır, yanlış değerlendirmeler olur, ancak bu mevzilenme değişmez. E. Özkök’ün kendi dönekliğini mazur gösterebilmek için Aydınlık’tan medet umması, kendi sorunudur.
YAPAY KIBRIS YAŞAYAMAZDI
O zaman Kıbrıs’ın bütün askeri birliklerden arındırılması, bağımsız ve bloksuz Kıbrıs’ın yaşaması, belki güzel bir dilekti ama mümkün değildi, mümkün olmadığı da ortaya çıktı.
Çünkü Kıbrıs, dünya devletlerinin ilgi ve müdahale alanı dışında durabilme şansına sahip değildi. Kıbrıs, Doğu Akdeniz’de doğal ve batmayan bir uçak gemisiydi. Ortadoğu’nun denetimi açısından kritik bir konumdaydı. Ayrıca küçüklüğü ve güçsüzlüğü, Kıbrıs’ın kontrolünü kolaylaştırıyordu. Neresinden baksanız, Kıbrıs, belli tarihsel koşulların yarattığı yapay bir devletti.
İngiliz sömürgeciliği, Doğu Akdeniz’deki sömürgesinden vazgeçmek zorunda kalınca, yeni devletin statüsünü de belirlemiştir. Bu statü, hem Türkiye ile Yunanistan hem de Türk ve Rum halkları arasında yaratılan çelişmeler üzerine kurulmuştur. İngiliz üsleri ve gizli ABD üslerinin varlığı, bu çelişmelerin canlı tutulmasını gerekli kılıyordu. İngiltere’nin varlığı, bölgede ABD denetimi anlamına geliyordu.
1960’LARIN DENGESİ
Bütün bunlara rağmen, Kıbrıs 1960’larda ve 70’lerde, kendisine belli bir bağımsızlık ve inisiyatif alanı açabilmişti. O zaman iki süper devlet, ABD ile Sovyetler Birliği arasında bir denge vardı. Kıbrıs gibi küçük ve yapay bir devlet, bu dengeden yararlanarak Üçüncü Dünya bloku içinde aktif denebilecek bir rol oynayabiliyordu.
Dengeye ilk müdahale, Yunanistan’daki ABD güdümlü faşist albaylar cuntasından geldi. 1974 yılı Temmuzunda Samson darbesini tezgâhlayarak, Kıbrıs’ın Üçüncü Dünya içindeki konumunu değiştirmeye kalktılar. Türkiye’nin askerî müdahalede bulunacağını hesaba katmamışlardı. Kıbrıs’a Türk ordusunun çıkmasıyla ada fiilen ikiye bölündü. Her iki bölüm de, o tarihte ABD’nin denetim alanı içindeydi. Böylece Kıbrıs, Üçüncü Dünya’dan koparılmış oldu. Aydınlık’ın o zaman karşı çıktığı olay buydu. Aydınlık’ın bu mevzilenmesi, Türkiye’nin bağımsızlığı için yürütülen mücadeleden kaynaklanıyordu ve emperyalizme karşı dünya ölçeğindeki saflaşmanın bir gereğiydi.
Bu politikalar uygulanırken, bazı abartılı vurgulamalar yapıldığı ve keskin tavırlar alındığı da bir gerçektir. Aydınlıkçılar’ın 1977 yılında TİKP’yi kurmadan az önce yaptıkları Parti özeleştirisinde ve daha sonraki değerlendirmelerde bu darkapıcı ve öznelci hatalara değinilmiştir.
BUGÜNÜN KOŞULLARI FARKLI
Bugün Kıbrıs, 1960’ların, 70’lerin Kıbrıs’ı değildir.
Birincisi, iki süper devlet arasındaki denge yok. O nedenle Kıbrıs diye bir devletin var olması koşulları bütünüyle ortadan kalkmıştır. ABD, Yunanistan’ı ve Güney Kıbrıs’ı yanına alarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını ortadan kaldırmak ve Türk Ordusu’nu adadan çıkartmak istiyor. Kofi Annan Planı’nın amacı budur. Öte yandan ABD, Türkiye’yi Kıbrıs’tan sıkıştırıp, Irak cephesinde teslim almak peşindedir.
Geleceğe bakılırsa, küçük toprağı ve yarım milyonluk nüfusuyla bağımsız bir Kıbrıs devletinin olamayacağı kolaylıkla saptanabilir. Kaldı ki, o yarım milyon nüfus, iki ayrı milliyetten oluşmaktadır ve araya giren kan nedeniyle birlikte yaşama iradesinden de söz edilemez. Bu iradenin yeniden yaratılması da mümkün gözükmüyor.
YA ABD HEGEMONYASI
YA KKTC’NİN TÜRKİYE’YLE BÜTÜNLEŞMESİ
Kıbrıs’ın Avrupa kontrolü altına girmeyeceği de görülüyor. Çünkü AB’nin ABD’yi Kıbrıs’tan çıkaracak ve oraya hakim olacak bir silahlı gücü yok. Kıbrıs’taki İngiliz ve ABD silahlı varlığı, Almanya ve Fransa eksenli Avrupa Birliği’ne şans tanımıyor. Güney Kıbrıs, Avrupa Birliği’ne alınmıştır, ancak aslında ABD ve İngiliz kontrolü altındadır. Almanya ve Fransa, bir süre sonra orada ABD-İngiliz hegemonyasına karşı politikalar geliştireceklerdir.
Bu durumda, Kıbrıs ya bütünüyle ABD hegemonyası altına girecektir veya bugünkü fiili statü yasallaşacak ve Kuzey Kıbrıs Türkiye’yle bütünleşecektir.
Ada’nın bütünüyle ABD-İngiliz kontrolüne girmesi, hem haklı değildir, hem de Türkiye üzerindeki ABD tehdidini güçlendirir ve ülkemizin savunmasını zora sokar. ABD hegemonyasına hizmet eden Kofi Annan Planı, ancak Türk toplumuna ve Türkiye’ye rağmen ve zorla gerçekleştirilebilir. Üstelik bu durumda, Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerginlik gelecek onyıllara doğru süreğenleşecektir.
KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesinin önündeki engel, elbette ABD-İngiliz ittifakıdır. Türkiye, doğru politika izlerse, bu ittifaka karşı Almanya-Fransa dâhil bütün dünyayı yanına alabilir.
ERTUĞRUL ÖZKÖK’ÜN DİNMEYEN ACILARI
Aydınlıkçılar, E. Özkök’ün bu Yelken matbaası yazısını kendilerine karşı bir düşmanlık yazısı olarak algılamadılar.
Birincisi, verilen bir dosya var. Amaç, Türkiye’yi ve KKTC’yi vurmak. Türkiye üzerinden Doğu Perinçek de hedef alınıyor şüphesiz. Ancak Doğu Perinçek emperyalizme karşı kararlı bir mücadele yürütmese, hedef alınmaz. E. Özkök’ün Perinçek’in şahsıyla alıp veremediği bir sorunu yok, ama Türkiye’yle var, KKTC’yle var.
E. Özkök, Yelken matbaası baskınından sonra yargılanan Yelken Matbaası Müdürü Nuri Çolakoğlu’nu hedef alıyor mu?
Yine aynı davada yargılanan Aydınlık’ın o zamanki sahibi Doğan Yurdakul’u hedef alıyor mu?
Yine aynı davanın baş sanıklarından Gün Zileli hedef mi? Hedef ne kelime E. Özkök, Gün Zileli’ye devrimciliği rezil etmek amacıyla yazdırılan ve Türkiye düşmanlığı kusan kitapların baş reklâmcısı. Hedefte hep Türkiye var.
İkincisi, Yelken Matbaası yazısı, aynı zamanda bir insanlık halini yansıtıyor. E. Özkök, döneklik acılarını dindirmek istiyor, onu anlamak lâzım. O acıları yatıştırmak için, kendisiyle devrimciler arasında bazı benzerlikler kurmak istemesi, yine de insani bir duygudur."
Cevaplayan: Utku Reyhan (Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı)
< Geri Dön