1- Anayasa gündeminde Tanzimat’ın konumu
Türkiye’nin 1945’te başlayan Atlantik sürecinin köklerini anlamak istiyorsak, Tanzimat dönemine bakacağız. Bilindiği gibi Tanzimat Fermanı 1839 yılında Sultan Abdülmecit tarafından ilan edildi. Ancak Tanzimat’ın başlangıcı bir yıl önce İngilizlerle yapılan ünlü Ticaret Sözleşmesi’dir.
Tanzimat dönemi, Osmanlı Devleti’nin sömürgeleşme sürecidir. 1838’den 1908 Hürriyet Devrimi’ne kadar devam eder. Arada 1876 Birinci Meşrutiyet Devrimi’yle yaşanan bir yıllık diyebileceğimiz bir kesinti vardır.
Tanzimat döneminin padişahları, Abdülmecit, Abdülaziz ve II. Abdülhamit’tir. Tanzimat’ın ne getirip ne götürdüğü sorusu, aynı zamanda II. Abdülhamit konusundaki tartışmalara da ışık tutar.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın’ın iki yüzyıllık modernleşme tarihi hakkındaki değerlendirmeleri de en sonunda Tanzimat’la bağlantılıdır.
SÖMÜRGELEŞME YA DA DEVLETİN TASFİYESİ SÜRECİ
Tanzimat’ın sömürgeleşme süreci olduğuna itiraz edebilecek bir babayiğit bulunmuyor. Tanzimat’ı yaldızlayan Prof. Dr. İlber Ortaylı dostumuz gibi tarihçiler bile, sürecin bu özelliğini açık veya dolaylı ifadelerle itiraf etmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin borca batması sonucu, Düyun-u Umumiye, yani Borçlar Yönetimi kurulmuş, alacaklı ülkeler, tahsilatı yapma yetkisini dahi ele geçirmişlerdir. Devletin yetkileri yabancılar tarafından kullanılır olmuştur. Sömürgeleşme, zaten devletin tasfiyesidir.
TANZİMAT DÖNEMİNİN KAMPLAŞMASI
Sömürgeleşme varsa, elbette devleti ve vatanı savunanlar da olacaktır. Tanzimat döneminin kamplaşmasını belirleyen de budur. Bir yanda Tanzimat sürecinin yürütücüsü olan dış ticaret çağındaki kapitalizmin devletleriyle işbirliği halindeki padişahlar ve daha çok Yahudi ve Rumlardan oluşan liman burjuvazisi diyebileceğimiz levantenler bulunuyordu. Tanzimat’a karşı İstiklâl ve Hürriyet mücadelesi verenler ise, Şinasi, Mustafa Fazıl Paşa, Namık Kemal, Ziya Paşa gibi Genç Osmanlılar, daha sonra da İttihat Terakki Partisi önderliğindeki Hürriyet devrimcileridir ve Mustafa Kemal Paşa’nın temsil ettiği Cumhuriyet devrimcileridir.
ANAYASA TARTIŞMASINDA TANZİMAT’IN KÖKLERİ
Cumhurbaşkanımızın açıklamasından sonra Yeni Anayasa gündemine girmiş bulunuyoruz. Anayasa tartışmalarının köküne inecek olursak, Tanzimat’ı buluruz. Tanzimatçılar, özetle Anayasa karşıtıdır, Millî Hakimiyet karşıtıdır, istiklâl karşıtıdır ve hürriyet karşıtıdır.
Bugün herkes demokrasiyi ve millî iradeyi savunma iddiasında gözüküyor. Tanzimat’taki saflaşma, bu iddianın tutarlılığını sorgular. Siz eğer II. Abdülhamit’i göklere çıkarıyorsanız, Anayasa’nın da, Millî İrade’nin de, Meclis’in de, hürriyetlerin de karşısına düşersiniz.
II. ABDÜLHAMİT’İN MİLLÎ İRADEYE KARŞI DARBESİ
İlk Anayasamız, 1876 Birinci Meşrutiyet devrimiyle geldi. Kanunu Esasi 23 Aralık 1876 günü ilan edildi. Padişah II. Abdülhamit, iki ay geçmeden 5 Şubat 1877 günü Anayasa’nın mimarı olan Mithat Paşa’yı sürgüne yolladı. Anayasa’nın ve Meclis’in ömrü ise ancak 13 ay sürdü. Padişah II. Abdülhamit, 13 Şubat 1878 günü bir “iradei seniye” yayınlayarak Meclis’i tatil etti ve böylece Anayasa’yı da rafa kaldırdı.
II. Abdülhamit, Anayasa’ya ve Meclis’e karşı darbe yapan padişahtır. Millî iradeyi ve II. Abdülhamit’i birlikte savunmak, ancak sihirbazlıkla mümkün olabilir.
MECLİS’İ AÇANLARIN MECLİS’İ KAPATANLARA KARŞI MÜCADELESİ
Yakın tarihimiz, bir bakıma Meclis’i açanların Meclis’i kapatanlara karşı mücadelesidir.
İstiklâl ve Hürriyeti savunan Millî Devrimciler Meclis’i açtı. 1876, 1908, 1920 Devrimlerinin yaptığı iş budur.
Namık Kemal’ler, Mithat Paşa’lar, Talat Paşa’lar, Enver Bey’ler, Mustafa Kemal Paşa’lar Meclis açtı.
II. Abdülhamit ve Vahdettin ise Meclis’i kapattı.
Bu mücadele Millî Hakimiyet davası ile Sultanlık davası arasındaki mücadeledir.
Millî irade ve millî hakimiyet için mücadele, bağımsızlık mücadelesiyle birlikte Millî Demokratik Devrimimizin temel programını oluşturur.
MİLLÎ HAKİMİYETİ MİLLÎ DEVRİMCİLER GETİRDİ
II. Abdülhamit’i yere göğe koymayanların aynı zamanda millî irade ve millî hakimiyet iddiasında bulunmaları, halledilmesi mümkün olmayan bir çelişmedir.
Millî Hakimiyet davasını savunanlar, II. Abdülhamit’e karşı Anayasa mücadelesi veren Millî Devrimcilerdi. Türkiye’de “Millî Hakimiyet” kavramı resmî olarak ilk kez 1908 Devrimcileri tarafından kullanıldı. 1908 Hürriyet Devrimi’yle açılan Meclis-i Mebusan’ın reisliğine seçilen Genç Türk Devrimi önderlerinden Ahmet Rıza Bey, Meclis kürsüsünden yaptığı ilk önemli konuşmada, Meclis’e düşen görevi şöyle tanımlıyordu:
“Hakimiyeti Milliyenin kuvvetle biçimde kurulmasına çalışmak.”(1)
Hakimiyeti Milliyenin kurulması için, II. Abdülhamit’in saltanatının yıkılması gerekmişti.
DEMOKRASİ TARİHİMİZ: TANZİMATA KARŞI MÜCADELE TARİHİ
Dikkat buyurulsun 1876 Devrimi’yle başlayan iki yüzyıllık Millî Hakimiyet için mücadele süreci, devrimlerle yürüdü. 1945’ten bu yana Türkiye’ye dayatılan Batı merkezli anayasalara karşı mücadele, Tanzimat’a karşı mücadelenin devamından başka bir şey değildir.
1876 Meşrutiyeti, 1908 Hürriyet Devrimi, İstiklal Savaşı hepsi, Saltanatçılara, Despotizme, yabancı işbirlikçiliğine, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na, Damat Ferit Paşa Hükümetlerine karşı mücadele içinde başarıldı. Tanzimat programına ve siyasetine karşı iktidar mücadelesi, arkada kalan iki yüzyılın devrim mücadelesiydi.
TEORİ DERGİSİNİN TANZİMAT SAYISI
Türkiye’de Yeni Anayasa tartışması, iki yüzyıllık istiklâl ve hürriyet mücadelesi tarihimizi de gündeme getirdi. Bu konuda Teori dergisinin taze çıkmış Şubat sayısı ufuk açıcı incelemeleri içermektedir. Kuntay Gücüm, Doç. Dr. Atakan Hatipoğlu, Gaffar Yakınca, Bayram Yurtçiçek, Şefik Çakmak ve Doğu Perinçek’in yazılarını okumanızı ve tartışmanızı hararetle öneriyoruz.
Teori dergisini kutluyoruz: Türkiye’nin bilim ve düşün hayatına derinlik getiren bir sayıyı bizlere hazırladılar.
Önümüzdeki sorunlar, tarihsel derinlikle ve mirasla çözülebilir.
***
2- Adalet Bakanı Gül’ün Yeni Anayasa tanımı
Adalet Bakanımız Sayın Abdülhamit Gül, Yeni Anayasa önerisinin hangi tarihsel mirasa dayanacağı konusunda merâkları ve tereddütleri gideren bir açıklama yaptı.
ADALET BAKANI GÜL’ÜN SAPTADIĞI ANAYASAL MİRAS
Sayın Bakan, 8 Şubat 2021 günü Antep'e "Gazi" unvanı verilişinin 100. yılı dolayısıyla düzenlenen toplantıda Yeni Anayasa konusunda şunları vurguladı:
"İşte ilk Anayasamız, bu toprakların tapusunun kimde olduğunu gösteren bir mühürdür ve bu mührün sahibi de aziz milletimizin ta kendisidir. Tam da Gaziantep'e Gazilik unvanının verildiği kanunun çıktığı günden birkaç gün önce, 10 gün öncesinde bu Anayasa, bu ulvi çatı altında kabul edilmiştir. 1921 Anayasası ile, Teşkilat-ı Esasiye ile özgürlüğüne aşık bir milletin tarih sahnesinden silinemeyeceğini, Anayasası ile devletiyle, milletiyle birlikte dimdik durduğunu tüm dünyaya bir kez daha ilan etmişti.
“Bugün 1921 Anayasası'nın ruhuyla, yine cumhuriyetimiz ikinci yüzyılına girerken yeni bir toplumsal sözleşmeyi yine Gazi Meclisimizin, milletimizin iradesiyle yeni Anayasa ile taçlanacağına olan inancımız tamdır. 1921 Anayasası, Türkiye'de yaşayan herkesin her düşüncenin, her inancın, her anlayışın yansıdığı bir toplumsal sözleşme metnidir. Yine aynı anlayışla, 100 yıl sonra aynı ruhla bunun yine gerçekleşeceğine, 83 milyonu kuşatan, insan onurunu koruyan, hak ve özgürlükleri teminat altına alan yeni Anayasa'nın yapılacağına olan inancımız tamdır."
2014’TE BAŞLAYAN DEVRİM SÜRECİ
Türkiye, 2014 yılı Mart ayında Silivri Duvarını yıkmamızla birlikte yeni bir sürece girdi. O günlerde yaşadığımız olayı “Ergenekon tertibinin iflası”yla sınırlayan yorumlar yaygındı. Ama hemen bir yıl sonra 24 Temmuz 2015 günü Tayyip Erdoğan yönetiminin PKK’yı hendeklere gömen askerî harekâtı başlatmasını izleyen gelişmeler, iki yüzyıllık Millî Demokratik Devrimimizin yeni bir aşamasına girdiğimizi gösterdi. FETÖ’nün 15-16 Temmuz 2016’daki darbe girişimiyle, ABD ile savaşımız Ankara ve İstanbul sahasında yaşandı.
ABD Gladyosu’nun ezilmesi, 1945’ten bu yana süren Atlantik sürecinin sona erdiğini işaretler. 24 Ağustos 2016’da başlayan Fırat Kalkanı Harekâtıyla inisiyatif sınır ötesinde de Türkiye’ye geçmiştir. ABD-İsrail Koridorunu yaran Ordumuz, ABD emperyalizmine dış cephede ağır bir darbe indirdi. Arkasından gelen Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları ABD ve İsrail’in “Kürdistan” adı altında İkinci İsrail planını silahla bozmada belirleyici olmuştur.
AK PARTİ’NİN ‘SİYASETTE DEVRİMCİYİZ’ SAPTAMASI
2014’ten bu yana sürüp gelen Vatan Savaşı, Türkiye’nin yeni bir Devrim sürecine girdiğini ifade eder. Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan, “İkinci İstiklâl Savaşı” tanımıyla, bu sürecin tarihsel köklerini belirlemiş oldu. Türkiye, Atlantik Sisteminin zincirlerini kırıyor. Bu olay, neresinden baksanız devrimdir.
Nitekim basına yansıyan haberlerden öğreniyoruz ki, AK Parti’nin merkez yönetim organlarında belirtilen “Kültürde muhafazakâr, Siyasette devrimciyiz” saptamasını Cumhurbaşkanımız da onaylamaktadır.
DEVRİMİN ANAYASASI
Anayasaların anası devrimlerdir.
Türkiye, Atlantik sistemine isyan ederken, aslında yeni bir anayasa yapmaya başlamıştır.
Her anayasa, önce siyasal pratiklerde yapılır. Devletin Kurucu Hukukunu, başka deyişle anayasayı kaleme alan, aslında o devrimci pratiktir.
Yeni Anayasa, 2014 sonrası yaşadığımız Vatan Savaşının Anayasası olacaktır, başka bir şey olamaz!
Anayasanın ilk dört maddesine yapılan vurgular, aslında Vatan Savaşımızdan kuvvet almaktadır ve Vatan Savaşımızı kesin zafere ulaştırma kararını ifade eder.
TARİHSEL BİRİKİMDEN KUVVET ALAN YENİ ANAYASA
Ve elbette Vatan Savaşımızın dayandığı bir tarihsel birikim var. 1876, 1908, 1920 Devrimleri o tarihsel mirası oluşturur.
Fransız kimyacısı Lavoisier’nin dediği gibi, “Hiçbir şey yoktan varolmaz ve varolan hiçbir şey de yok olmaz.”
Yeni Anayasa da, yoktan varolmuyor ve elbette geleceğe bir miras bırakacaktır.
Adalet Bakanımızın Yeni Anayasayı İstiklâl Savaşı mirasına dayandırması, çok önemli. Çünkü bu tanım, yalnız tarihsel birikime işaret etmiş olmakla kalmıyor, daha önemlisi Yeni Anayasanın içeriğini de belirlemiş oluyor: Yeni Anayasa, 1945 sonrasında Türkiye’ye Batıdan dayatılan anayasa çizgisinde olmayacaktır.
BATIDAN DAYATILAN ANAYASALAR VE MİLLÎ DEVRİMCİ GELENEK
Batıdan dayatılan anayasaların temelinde, “Demokratik, laik, sosyal hukuk devleti” tanımı bulunmaktadır.
Dikkat ediniz bu formülde bağımsızlık bulunmuyor, millî devlet bulunmuyor, bir.
İkincisi, devrimcilik bulunmuyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti bir devrimle kuruldu ve Atatürk’ün 1935 yılında belirttiği gibi “arasız devrimlerle” sürdürülebilirdi. 1945 yılında devrimden vazgeçen Türkiye, kendi anayasa geleneğinden de ayrılan bir çizgiye girdi.
Üçüncüsü, “sosyal devlet”, Batı emperyalizminin yeryüzü yağmasından kendi işçi sınıfına verdiği payı tanımlar. Bizim Türk Devrimi’nin 19. yüzyıldan gelen Halkçılığı ise, Mazlum Milletlerin üretim ekonomisi kurmasına yol gösterir.
ANAYASALARA YOL GÖSTEREN DEVLET PROGRAMI
Adalet Bakanımız Sayın Abdülhamit Gül’ün tarihsel miras olarak vurguladığı 1921 Anayasası, bir devrim anayasasıdır. Üç yıl sonra kabul edilen 1924 Anayasası, 1921’in Meclis Hükümet Sistemi’ni sürdürür, ancak yürütmeyi güçlendirerek Devrimin güçlü Hükümet ihtiyacına yanıt verir.
1921 Anayasası önerisi, 13 Eylül 1920 tarihinde BMM Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın imzasıyla Meclis’e sunuldu. O zaman bu öneriye “Halkçılık Programı” adı verildi.
Her anayasa, öncelikle bir devlet programının ürünüdür. Program yapmadan anayasa yapamazsınız.
***
3- 1921 Anayasası'na temel olan Halkçılık Programı
Anayasayı, daha doğru bir ifadeyle Devletin Kurucu Hukukunu belirlemek için, öncelikle bir devlet programınız olması gerekir. Her devletin bir hedefi, o hedefe ulaşmak için bir stratejisi vardır. Anayasa, program ve stratejiyi uygulamak için devlet örgütünü düzenler, ayrıca devlet ile vatandaş arasındaki kamusal ilişkileri, en başta hürriyetleri de düzenler. Örneğin millî demokratik bir devlet ve toplum kurmak istiyorsanız, devletin de bu amaca göre düzene sokulması gerekir. O nedenle devletin programını belirlemeden yapılan anayasa tartışmaları gevezelikten ibarettir.
EMPERYALİZMDEN KURTULUŞU ÖNGÖREN PROGRAM
Yüz yıl önce, 20 Ocak 1921 günü kabul edilen anayasa deneyimimizi, hatırlayalım. 1921 Anayasası önerisi, 13 Eylül 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa’nın imzasıyla Meclise sunulmuştu. O zaman bu öneriye Halkçılık Programı adı verildi. 18 Kasım 1920 günü toplanan Meclis, Halkçılık Programı’nın giriş bölümünü Halkçılık Beyannamesi adıyla dünyaya ilan etti.
Halkçılık Programı ve Halkçılık Beyannamesi, "emperyalizmden ve kapitalizmden kurtuluşu" öngörmekteydi. Bu öneri Meclis'te görüşüldükten sonra 20 Ocak 1921 günü Anayasa olarak kabul edildi.
ŞÛRALARLA YÖNETİM
1921 Anayasası, köylerden, ilçelerden ve illerden Büyük Millet Meclisi’ne kadar Şuralarla, başka deyişle Halk Meclisleri eliyle yönetim sistemi kuruyordu.
Mustafa Kemal Paşa, şûraların Rusya'da "Sovyetler" diye anıldığını belirtir:
“Milletimizin bugünkü idaresi, hakikî mahiyetiyle bir halk idaresidir. Ve bu idare tarzı, esası danışma olan şûra idaresinden başka bir şey değildir. Ruslar buna Sovyet idaresi derler.”
Atatürk, yeni yönetimi İstiklâl Savaşı zaferinden sonra, 1922 yılı Aralık alında da "Şûra Hükümeti" olarak tanımladı:
"Bugün Türkiye devleti, doğrudan doğruya bir meclis, bir şûra hükümeti ile idare olunur ve sonsuza kadar böyle idare olunacaktır."
MİLLET MECLİSİ SİSTEMİN MERKEZİNDE
1921 Anayasası, her yönüyle devrim anayasasıdır. Kuvvetler Birliği, devrimin zorunluluğudur. Yürütme gücü ve yasama yetkisi, BMM’de toplanmıştır (Mad. 2). Milletin Meclisi, sistemin merkezindedir.
Hükümet, Meclis’in hükümetidir. Meclis Başkanı, Vekiller Heyeti’nin (Bakanlar Kurulu’nun) doğal reisidir ve aslında aynı zamanda devletin de başıdır. Vekiller Heyeti’ni tek tek Meclis seçer. 4 Kasım 1920’de yapılan değişiklikle, bakanları aday gösterme yetkisi, BMM Reisi’ne verilmişti. 8 Temmuz 1922’de çıkarılan kanunla ilk düzenlemeye dönülmüş, Meclis Başkanı’nın aday göstermesi yöntemi kaldırılmıştı.
1921 Anayasası’nda yargı organına ilişkin bir hüküm yoktu. Ancak İstiklal Mahkemeleri uygulaması, yargının da Meclis’e tabi olduğunu gösteriyordu. Kuvvetler birliğinin merkezinde Meclis vardı.
HALK MECLİSLERİNİN TOPLUMSAL TEMELİ
1921 Anayasa’nın şûralar sistemi, devrimci bir ortamda savaş ateşi içinde benimsenmişti. Ancak o zaman Halk Meclislerinin toplumsal temeli oluşmamıştı. Köylülüğün ve bütün halkın Ortaçağ bağımlılıklarından kurtarılması ve “efendi” haline getirilmesi gerekiyordu. O nedenle 20 Nisan 1924 tarihli Anayasada, şûralar sistemi yer almadı. Önce halkı efendi kılmak için güçlü yürütme sistemine geçildi.
1920’lerin manzarasına ve görevlerine bakacak olursak, Sultanlık ve Halifelik yıkılmıştı, ancak dayandığı Ortaçağ güçleri duruyordu. Onları temizlemek için dayanılacak bir köylü hareketi yoktu. Anadolu’nun nüfusu azdı; ekilmeyen geniş topraklar vardı. Ağalığa ve şeyhliğe karşı, toprak talebiyle yürütülen bir yoksul köylü mücadelesi görülmüyordu. Bu koşullarda nüfusun yüzde 80’inin köylü olduğu Türkiye’de, yerel meclislerin büyük toprak sahiplerinin ve yerel dinsel güçlerin denetiminde oluşması kaçınılmazdı. O nedenle öncelikle ağalığın, beyliğin, şeyhliğin yerel otoritesinin yıkılması ve dayandığı toplumsal ilişkilerin temizlenmesi gerekiyordu. Nitekim Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında birbirini izleyen 1925 Şeyh Sait, 1930 Ağrı ve Zilan, 1937-1938 Dersim isyanları, demokratik yerel yönetimlerin kurulması için, öncelikle derebeyliğin temizlenmesi zorunluluğunu gündeme getirdi.
Bu tarihi görevi başaracak güç, Mustafa Kemal çevresindeki merkezi önderlikti. Kemalist yönetim, büyük bir zaferin kazandırdığı itibar ve otorite sayesinde, Ortaçağ kurum ve ilişkilerine ağır darbeler indirebilir ve demokratik devrimi sürdürebilirdi.
CHP’nin 1935 yılının 9-16 Mayıs günlerinde toplanan 4. Büyük Kongresi’nde Toprak Reformu Parti Programına kondu. 2 Şubat 1937 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle Toprak Dağıtımı için yapılan kamulaştırmalarda tazminat bedelinin özel kanunla düzenlenmesi kabul edildi. Ancak Devrim, bir yıl sonra önderini kaybetti ve arkasından Dünya Savaşı geldi.
ATLANTİK ANAYASALARI DÖNEMİ
Türkiye, Savaş sonrasında Atlantik sistemine bağlandı ve toprak ağalığı dünya çapında bir koruyucuya kavuştu. Böylece Batılı emperyalistler, 1921 ve 1924 Anayasalarıyla belirlenen Devrimci Programın ve Kurucu Hukukun önünü kestiler. Türkiye, 1945 sonrasında Küçük Amerika sürecine girerken, yeni bir anayasa döneminin de kapısı açıldı. Cumhurbaşkanımızın belirttiği Batı’dan dayatılan anayasa hareketlerinin başında Nihat Erim’ler, Kenan Evren’ler ve Turgut Özal’lar vardı.
1) Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.12, s.200 (3 Ocak 1922)
2) Atatürk’ün Bütün Eserleri, c.14, s.176 (9 Aralık 1922)
***
4- Anayasa yapan 'Muhammed’in evlatları'
Anayasa süreçleri açısından bakarsak, Türkiye’nin son iki yüzyılının çelişmeleri ve mücadeleleri şu başlıklar altında toplanabilir:
- Anayasa yapanların Anayasa tırpanlayanlara karşı mücadelesi.
- Meclis açanların Meclis kapatanlara karşı mücadelesi.
- Hürriyet getirenlerin Hürriyet boğanlara karşı mücadelesi.
- Bağımsız devlet kuranların yabancılara bağlananlara karşı mücadelesi.
- Aydınlanmış ve laik bir toplum kuranların Ortaçağ yobazlığına karşı mücadelesi.
Peki “Muhammed’in evlatları” bu mücadelede hangi saftaydı?
DÜNYA DEVRİMCİLERİNİN MEŞRUTİYET DEVRİMİNE İLGİSİ
Türkiye’deki anayasa hareketleri, dünya devrimci çevreleri tarafından da büyük bir ilgiyle izlendi. Örneğin Marx, 1876 Birinci Meşrutiyeti'ni coşkuyla karşılıyordu.
Marx’ın eşi Jenny Marx, 20 ya da 21 Ocak 1877 tarihinde Friedrich Adolph Sorge'ye Londra'dan yolladığı mektubunda şöyle yazıyor:
"Kocam ise, şu sıra Doğu Sorununa derinlemesine dalmış durumda ve o Hristiyan ikiyüzlülerin ve düzenbaz farfaracı bezirgânların cümlesine karşı Muhammed'in evlâtlarının sağlam, onurlu ortaya çıkışları nedeniyle büyük coşku içinde."
Tarih 1877 yılının Ocak ayı. Bir ay önce 23 Aralık 1876 günü Kanunu Esasi ilan edilmişti.
ANAYASA HAREKETİNDE HALK ETKENİ
Marx’ın “Muhammed’in yiğitleri”ne olan ilgisi aslında Meşrutiyet’ten önce başlamıştı. Avrupa'da devrim inişe geçerken, Asya, büyük devrimci yükselişin işaretlerini veriyordu. Marx'ın da gözü artık Çin’de, Rusya’da ve Türkiye'deydi. Türk halkındaki devrimci cevheri gördüğü için olmalı, Kırım Savaşı sırasında Türkçe ve Arapça öğrenmeye niyet etti. Bunu yakın arkadaşı Wilhelm Liebknecht'in anılarından öğreniyoruz.
Marx'ı coşku içinde Doğu Sorunu'na yönlendiren, Türk köylüsü ve devrimcileriydi. 1876 yılında Osmanlı Devleti'nin Bulgar ayaklanmasını şiddetle bastırmasına karşı, Avrupa basınının çıkardığı gürültüyü, "Hıristiyan farfarası" olarak niteliyor ve Türkiye'nin yanında yer alıyordu.
Marx, 4 Şubat 1878 günü arkadaşı Liebknecht'e yazdığı mektupta, Türk köylüsü ve Türk halkı için, "Avrupa'daki köylülüğün ve halkın kesinlikle en yetenekli ve en ahlâklı temsilcilerinden biri" diye övgüyle söz ediyordu.
ASYA DEVRİMLERİ ÇAĞININ ANAYASA HAREKETİ
Marx ve Engels, Mithat Paşa'ların ve Namık Kemal'lerin önderliğinde gerçekleşen 1876 Demokratik Devrimini "Doğu'daki devrimlerin bir örneği" olarak değerlendirdiler. Türkiye gençlik hareketindeki devrimci cevherin altını çizdiler. Böylece Genç Türk devrimciliğinin tarih sahnesine çıkışını daha o zaman gördüler. Osmanlı Devleti’nin Rusya'ya karşı mücadelesinin nesnel olarak Avrupa'daki devrimci birikimi harekete geçirecek bir işlevi olduğunu belirlediler. Mithat Paşa'nın dayandığı demokratik güçlerin laik temelli eşitliği savunan bir iktidar mücadelesi verdiğine dikkat çektiler.
Marx, Türk köylüsünün erdemlerine işaret ederek, bir bakıma Türk Devriminin toplumsal dinamiğini saptamıştı. 1877 yılında "Muhammed'in evlâtları" diye nitelediği Türk Devrimcileri, 1908 Hürriyet Devriminden sonra Mazlum Milletlerin ilk İstiklâl Savaşını ve Atatürk Devrimini başaracaklardı.
Marx’ın “Muhammed’in evlatları” diye övdüğü devrimciler, Mithat Paşa’lardı, Namık Kemal’lerdi, Mustafa Fazıl Paşa’lardı, Ziya Paşa’lardı. Devrimci Batıdan Doğuya baktığınız zaman, Hazreti Muhammed’in yiğitleri böyle tanımlanıyordu.
KAYNAKLAR:
1) Jenny Marx, Briefe, Marx Engels Werke içinde, c.34, s.525.
2) Marx-Engels Anıları, yay. haz. Marksizm-Leninizm Enstitüsü, İngilizceden çev. Alaattin Bilgi, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, Nisan 1999, s.118.
3) Marx/Engels, Werke, c.34, s.525, 547, dipnot 57.
4) "Marx an Wilhelm Liebknecht, in Leipzig", 4. Februar 1878, Marx/Engels, Werke içinde, c.34, Dietz Verlag, Berlin, 1985, s.317. Yine bkz. Taner Timur, Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu, 2. basım, Yordam Yayınları, İstanbul, Ocak 2014, s.71. Ayrıca bkz. Doğu Perinçek, "Taner Timur'un Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu Kitabı Üzerine", Aydınlık Kitap, sayı 100, 24 Ocak 2014.
5) Marx/Engels, Werke, c.34, s.44 vd, 66 vd.