BÖYLE GİTMEZ
Türkiye’nin neresine gitsek aynı saptama: Böyle gitmez!
Çiftçiyle, işçiyle, esnaf ve zenaatkârla, memurla, sanayici ve tüccarla, kiminle konuşsak aynı feryat: Böyle gitmez!
Gazetelere baksak, uzmanlara kulak versek, aynı görüş: Böyle gitmez!
Evet, böyle gitmez! Çünkü:
- İflaslar başladı, devamı kapıda.
- Fabrikalar, işyerleri kapanıyor, işçiler sokağa atılıyor. Son yıl işsiz kalanların sayısı 1 milyona dayanmış.
- Üç gençten biri işsiz.
- Çiftçinin ürünü para etmiyor. Toprağı sürmek, tohum ve gübre atmak, ilaç kullanmak için elde para yok.
- Çarşılarda işler kesat.
- Sanayici ve tüccar zor durumda.
- Herkes borçlu, millet borçlu, devlet borçlu. Kredi kartı borçları 8 Milyar Dolar. Dış borç 500 Milyar Dolara dayanmış. Bu yıl ödenecek acil borç 180 Milyar Dolar.
Önümüze bakıyoruz, durum parlak gözükmüyor.
- Yıllık dış ticaret açığı 77 Milyar Dolar. Dış ödemeler açığı yıllık 55 Milyar Dolar.
- Merkez Bankası net yedekleri 20 Milyar Doların altına düşmüş.
- 2019 yılı Ocak Şubat aylarındaki bütçe açığı toplamı 11 Milyar Türk Lirasının üstüne çıkmış. Geçen yılın 47 katı.
- İstanbul Borsasında 57 Milyar Dolar yabancı sermaye var. Dış güçlere tertipler düzenleme olanağı veriyor.
- Bankaların batığı yüzde 4,5 görünüyor. Kimileri yüzde 20’nin üzerine çıktı diyor.
12 EYLÜL SOPASIYLA UYGULANAN PROGRAM
24 Ocak 1980 Kararlarıyla başladı bu yıkım süreci. “Dünya Ekonomisiyle bütünleşiyoruz” diye ilan ettiler yeni ekonomi politikasını. KİT’ler özelleştirildi. Çiftçiye destek akçaları kaldırıldı. Gümrükler indirildi, kimi mallarda kaldırıldı. Yabancı paranın giriş çıkışı serbest bırakıldı. Devlet küçültüldü.
Arkasından 12 Eylül 1980 darbesiyle bu programın sopası geldi. Çünkü Turgut Özal’ın Programı, ancak sopayla uygulanabilirdi. 1980’lerin ortalarına geldiğimiz zaman emekçiler, alım gücü olarak gelirlerinin yarısını kaybetmişlerdi.
İDEOLOJİK KARŞIDEVRİM: 'ÜRETİCİ KAMBUR'
24 Ocak 1980 Kararlarına giden süreci ve sonrasını hatırlayalım. Dünya Ekonomisiyle Bütünleşme Programının piri olan Turgut Özal gibi siyasetçiler, Neoliberal iktisatçılar, Çetin Altan gibi yazarlar, pervasız bir ideolojik kampanya yürüttüler:
Millî sanayiciye avantacı damgasını vurdular. Türkiye, sanayicinin kapalı av alanı idi. Millet, onların çürük çarık mallarını yüksek fiyatla tüketmek zorunda bırakılıyordu!
KİT’ler kâr etmiyordu, ülke ekonomisi için bir yüktü. İşçinin maliyeti yüzünden bu kurumlar rekâbet yeteneğine sahip olamazdı. Özelleştirme şarttı. O zamana kadar hükümetler, fabrika açmakla övünürdü, artık övüncün kaynağı, fabrika kapatmaktı!
Sendikacılar Jaguar arabaya biniyordu. İşçiler, Genel Müdürlerden ve Generallerden daha çok gelire sahipti. Sendikalar ve iş güvenliği maliyetleri yükseltiyor ve dünya pazarlarında rekâbet olanaklarını yok ediyordu!
Köylü, milletin sırtında kamburdu. Tarıma destek akçaları bütçenin belini büküyordu!
Küçük ve orta sanayicinin desteklenmesi, teknolojik gelişmeye vurulan pranga idi! Bursa ve Denizli’den, Konya ve Samsun’a, Kayseri ve Gaziantep’e, Trabzon ve Diyarbakır’a kadar küçük ve orta sanayici de “kambur” sayıldı. Bunlar geri teknolojiyle çalışıyordu, ürettikleri ara malları pahalıydı. Dışardan satın almalıydık.
Gümrükler, avantacılığı, geri teknolojiyi, verimsizliği, imtiyazları koruyordu. Yıkılmalıydı. Yalnız malların giriş çıkışı değil, paranın giriş çıkışı da serbest bıkılmalıydı.
Kamu hizmeti de neydi, beleş bedava hizmet olmazdı, hizmetin fiyatı olmalıydı. Belediyeler şirketleşmeli, Köy Hizmetleri, kısacası Sosyal Devlet bütün kurumlarıyla tasfiye edilmeliydi.
Türkiye Cumhuriyeti, son sosyalist devletti. Devlet fil gibi şişmiş azmanlaşmıştı. Devlet küçültülmeliydi. Devletin satılması devrine geçildi!
Özetlersek, verimsizlik, yüksek maliyet, enflasyon, bütçe açığı gibi bütün ekonomik sorunların suçlusu bulunmuştu. Üretmek suçtu, üretici suçlu ilan edildi. Devlet suçluların koruyucusu ve dış piyasalarla bütünleşmenin önündeki en korkunç engeldi. Devlet, en büyük haramî, en zalim soyguncu idi.
Velhasıl bir ideolojik karşıdevrim yaşandı. Atatürk, “Köylü milletin efendisidir” diyordu. Cumhuriyet yönetimi, köylü üzerindeki ağır Aşar vergisi yükünü kaldırmış, üretimi ateşlemiş, kendisini “Köylü Hükümeti” olarak ilan etmişti. O zaman efendi ilan edilen köylü artık “ülkenin kamburu” olmuştu.
1980 Karşıdevrimi, yalnız köylüyü değil, işçiyi, küçük orta ve büyük sanayiciyi, tüccarı, bütün üreticileri kambur olarak görüyordu. Emekçiler bastırıldı, sanayici ve tüccar sistemin kenarlarına sürüldü. Artık efendi olan, dünya finans merkezleri idi. Bu süreçte Sıcak Para Komisyoncuları, Büyük Faizciler, Dolar ve Borsa vurguncuları, İhale ve Tarikat Rantçıları saltanat sahibi oldular.
O zaman da bir deprem oldu. Millî ekonominin değerleri o depremin altında kaldı.
Ekonomik faaliyetin amacı, Atatürk zamanındaki gibi milletin bütün sınıflarının ortak çıkarı olamazdı, işletme kârı esastı.
Bütün ekonomik faaliyete dış satım açısından bakıldı. Sözümona dışsatım odaklı bir ekonomi kuracaklardı. Sanayi ve tarımda emekçi gelirleri bastırılacak, dışardan alınan girdilerle maliyetler düşürülecek, böylece ürünlerimiz dış piyasalarda rekâbet yeteneği kazanacak, mallarımız dünya pazarlarında satılacaktı. Ancak dışsatım humması, dış satımın değil dış alımın ateşini yükseltti.
Sermaye yoğun üretim saplantısı, ekonominin tahtına oturtuldu, emek-yoğun üretim aşağılandı, bastırıldı.
Türk Lirası ve Merkez Bankası başta olmak üzere millî olan bütün kurumlar aşağılandı ve değer kaybetti. Dolar saltanatı inşa edildi.
SONUÇ: ÜRETİMDE YIKIM VE BORÇ BATAĞI
İşte bu ekonomik program sonucu,
Pamuğu Söke, Bakırçay, Çukurova, Adıyaman ve Iğdır ovalaında üretmek yerine Amerika ve Çin’den alır olduk.
Kömürü Zonguldak dağının altından çıkarmak yerine, Ukrayna’dan, Rusya’dan ve Güney Afrika’dan getirdik.
Küçük ve Orta sanayimizin tezgâhlarını paslanmaya terk ettik, ara mallarını dışardan almaya yöneldik.
Yabancı şirketlere AVM’ler, süpermarketler açtırdık, bakkalımızı kasabımızı iflasa sürükledik. Kendi iç pazarımızdaki alışverişin kazançlarını bile yabancı şirketlere sunduk.
Merkez Bankasını döviz büfesine çevirdik, Üretimi destekleyen Millî Bankaları zayıflattık, parasal sistemi yabancı bankalara teslim ettik.
Bizi borca batıran bu sisteme, “Neoliberal Ekonomi” diyorlar, “Dünya Ekonomisiyle Bütünleşme” diyorlar. “İhracat odaklı ekonomi” diyorlar.
Diyorlar da diyorlar. Biz üreticinin haline bakıyoruz. Çarşılara pazarlara bakıyoruz. Evlerde kaynayan tencerenin içine bakıyoruz. Akşam evine ekmek götüremeyen, işsiz babanın ıstırabına bakıyoruz. Üniversiteyi bitirip de hâlâ işsiz gezip anadan babadan harçlık isteyen gencimizin utancına bakıyoruz. İflas eden fabrika ve dükkân sahibinin çaresizliğine bakıyoruz. Artan suçlara, yitirilen umutlara bakıyoruz. Başka neye bakabiliriz ki!