Türkçe edebiyattan söz etmek, edebiyat üretmekten vazgeçmek anlamına gelir. Başka deyişle Türkçe edebiyat yapma iddiası, edebiyat üretme işinden istifa etmektir. Türkçe edebiyat yaptığını söyleyenler, daha en başından edebiyat yapmaktan vazgeçmişlerdir. Yazı yazabilirler, ama o yazıları edebiyat değildir, yalnızca yazıdır. Türkçe edebiyat yaptıklarını söyleyerek kültür alanının, dolayısıyla sanat ve edebiyat alanının dışına çıkmaktadırlar. Çünkü edebiyatın içeriğini dil belirlemez. Edebiyat bu nedenle dille tanımlanamaz.
EDEBİYATIN TARİHSELLİĞİ VE KÜLTÜRELLİĞİ
Edebiyat, ancak tarih içinde üretilen kültürle tanımlanabilir. Edebiyatın temelinde bir maddî kültür bulunuyor. Ve edebiyatın kendisi manevî kültürün bir parçasıdır.
Kültür, bilindiği gibi insan emeğinin bütün ürünlerini kapsar. Toplumun maddî üretimi, üretim araçları ve deneyimi, maddî kültür kapsamı içindedir. Örneğin tarım, sanayi ve ticaretle ilgili faaliyet maddî kültür alanındadır. Devlet ve hukuk düzeni, felsefe, bilim, sanat, edebiyat, ahlâk ve eğitim alanındaki ürünler ise, manevî kültürü oluşturuyor.
Edebî kültür üreten yazar, toplumun manevî kültürünün işçisidir. Dil, o işçiliğin aracıdır, bir bakıma çekiç gibidir. Ama dil, üretilen kültürün kendisi değildir. Bu nedenle edebî ürünler dille tanımlanmaz, ait olduğu kültürle tanımlanır. Örneğin çekiçle örste döverek ürettiğimiz demire, “çekiç demiri” demeyiz. Demire karakterini veren, ait olduğu kültürdür. Edebiyat da öyledir. Kullanılan dille değil, ait olduğu kültürle anılır. Edebiyat ürününe karakterini veren dil değil, kültürdür. Örneğin Dostoyevski’nin Ecinniler’ini Türkçeye çevirdiğimiz zaman, Türkçe edebiyatın parçası haline gelmez, hâlâ Rus edebiyatının bir şaheseri olma niteliğini korur. Demek ki, edebiyat ürünü hangi dilden okunursa okunsun, ait olduğu kültürün ürünü olmaya devam eder.
BÜYÜNÜN ÇOCUĞU
Öncelikle kültürün ve edebiyatın tarihselliğini görmek durumundayız. İnsan, emek kavramıyla birlikte tarih sahnesine çıktı. Dolayısıyla insanın ve kültürün yaşı aynıdır. Ancak kültür, üretim ilişkileri ve üretici güçler arasındaki ilişkideki değişikliklere göre yeni içerikler kazandı. Kültür, toplumsal-ekonomik kuruluşun, başka deyişle sistemin bir parçasıdır.
Burada tarih öncesi ile tarih sonrasını ayırmamız gerekiyor. Kültür insanla başlıyor. Ancak sanat ve edebiyat, sınıflı toplumlarda başlıyor. Tarih öncesinde büyü vardı, ama sanat ve edebiyat yoktu. Büyünün içinden sınıflı toplumla birlikte din, bilim ve sanat çıktı. Edebiyat da bir sanat dalı olarak büyünün çocuğudur ama büyü değildir.
EDEBİYATIN TOPLUMSALLIĞI VE SINIFSALLIĞI
Sanat faaliyetinin maddî üretim faaliyetinden ayrılması için, özel mülkiyetin, sınıfların, artı ürünün, dolayısıyla boş zamanın ortaya çıkması gerekti. Sanatçı ve edebiyatçı maddî üretimden ayrılmış boş zamanı olan insandır. Yaptıkları iş, ürettikleri sanat eseri, toplumsaldır ve sınıfsaldır. Örneğin feodal hakim sınıfların veya kapitalist sistemin ya da sosyalizmin kültürleri farklıdır. Bu nedenle edebiyat da hangi dille yazılırsa yazılsın, feodal edebiyat, romantik edebiyat, burjuva edebiyatı, Tanzimat edebiyatı, Edebiyat-ı Cedide, Cumhuriyet edebiyatı gibi tarihsel, toplumsal, sınıfsal isimlerle anılırlar. Çeşitli edebiyat okulları da, en sonunda toplumsal ve sınıfsaldır. Bu nedenle edebiyat, yazıldığı dile göre değil, öncelikle toplumsal ve sınıfsal karakterlerine veya millî biçimine göre adlandırılırlar.
MİLLÎ KÜLTÜR İKLİMİNDE YARATILAN EDEBİYAT
Türk diliyle yapılan edebiyat, bir kültür temelinde, bir kültür ikliminde ve bir kültürün içinde oluştuğu için Türk olmak zorundadır. Çünkü o kültür evet sınıfsaldır ve aynı zamanda evrenseldir ama günümüz dünyasında her evrensel kültürün, ayak bastığı bir vatan, kendisini üreten bir millî emek, beslendiği bir millî üretim, içinde soluk aldığı bir millî iklim, yeniden oluşturduğu millî değerler ve güzelleştirdiği bir halk vardır.
Çağımızda evrensel edebiyatın doğduğu dünya millîdir. O nedenle edebiyat günümüz dünyasında millî kültür üzerinden insanlığa ait olur.
Alfhonse Daudet’nin “Perşembe Hikâyeleri” Fransız vatanseverliğinin hikâyeleridir ama bizi vatanseverliğiyle güzelleştirdiği için aynı zamanda ortak dünyamıza aittir. Çehov’un hikâyeleri ya da Schiller’in şiirleri, insancıllığıyla bizim gönlümüzde yer bulur, ama o hikâyeler Rus edebiyatının ürünüdür ve o şiirler Alman edebiyatının şiirleridir. Orhan Kemal ve Nâzım Hikmet de Türk edebiyatı olarak bizi insanlığa açarlar.
Sütte koyunun, keçinin ve ineğin otladığı kırların çiçeklerinin kokusu vardır. Ama o süt, dünyanın her yerinde süttür.
EDEBİYATIN BİÇİMSEL KARAKTERİ
Kültürün ve edebiyatın içeriğini toplumsal sistem ve sınıflar belirliyor. Ancak kültür ve edebiyat, aynı zamanda belli bir coğrafyada, belli kavim ve milletlerin bünyesinde, kırda veya kentte üretiliyor. Avrupa kültürü, Asya kültürü, Balkan kültürü, Kafkas kültürü, Yunan kültürü, Çin kültürü, Arap kültürü, Türk kültürü, Süryani kültürü, Latin kültürü, Emevî kültürü, Selçuklu kültürü, İslam kültürü, Hıristiyan kültürü, Ortodoks kültürü, Alevî kültürü, Doğu Karadeniz kültürü, İstanbul kültürü, gecekondu kültürü, kırsal kültür gibi isimlendirmeler buradan çıkıyor. Bu isimlendirmeler, edebiyatın toplumsal ve sınıfsal karakterinden çok, yapıldığı coğrafyadan veya millete ait ortamlardan kaynaklanıyor. Bu açıdan Türk edebiyatı veya Türk sanatı kavramları, içeriği değil biçimi anlatan kavramlardır. Toplumsal ve sınıfsal olarak üretilen edebiyatın biçimi Türktür. Bu açıdan Türk edebiyatı kavramı bilimseldir ve doğrudur.
BİLİMSEL VE BİLİM DIŞI ADLANDIRMA
Demek ki, toplumsal ve sınıfsal içeriğine göre, burjuva edebiyatı, Tanzimat edebiyatı, sosyalist edebiyat gibi isimlendirmeler bilimseldir.
Öte yandan millî biçimini dile getirmesi açısından Türk edebiyatı, Rus edebiyatı, Çin edebiyatı, İngiliz edebiyatı gibi adlandırmalar da bilimseldir.
Bilimsel olmayan, edebiyatın dille adlandırılmasıdır. Bakınız bu adlandırmaların ne kadar tuhaf olduğunu anlatmak için birkaç isimlendirme uyduralım: Türkçe resim, İngilizce heykel, Almanca mimarî, Çince bale…
Görüyorsunuz değil mi, Türkçe edebiyat dediğiniz zaman, edebiyatı diğer sanat dallarından koparıyorsunuz.
Türkçe resim olmadığına göre, Türkçe edebiyat da yoktur.
Türkçe heykel adlandırması ne kadar bilim dışıysa, Türkçe edebiyat da o kadar bilim dışıdır.
Türkçe mimarî lafı bize ne kadar acayip geliyorsa, Türkçe edebiyat da o kadar acayip gelmelidir.
Örneğin Mimar Sinan, Türkçe mimar değil, Türk mimarıdır. Aynı zamanda feodal toplumun mimarıdır.
Orhan Kemal, Sait Faik, Muzaffer Buyrukçu Türkçe hikâyeciler değil, Türk hikâyecileridir.
Yunus Emre, Fuzulî, Nâzım Hikmet, Cemal Süreya, Hüseyin Haydar, Seyyit Nezir, Onur Caymaz da Türk şairleridir.